bitmez yeşil
Amma da uzun bir gündü bu....
Annem iyiye gidiyor. Ama geçen hafta bugün soran olsa, ambulansla acile gittiğimiz gecenin sonunda olduğumuz için, oturur ağlardım herhalde. Neyse ki en son MR'larını doktora gösterdik ve korkulacak bir durum olmadığını söylemesiyle rahatladık. Verdiği ağrı kesici yeterince tesir etmedi ama onu da hafta içi tekrar gidip konuşacağım artık.
Yalnız annemin MR'larını gören uzman doktorun, "LP (belden sıvı alınması) yapmamız gerekiyor, eğer beyindeki sıvı yoğunluk fazlaysa şant takmamız gerekebilir" deyip yüreğimi ağzıma getirdikten sonra, muayenehanesine gittiğimiz profesörün, "her şey normal, korkulacak hiçbir şey yok, tümörü çıkardığımız yerdeki dokular büzüştüğü için bu ağrılar olabilir" demesi o kadar sinir bozucu ki... Hatta şant fikrini profesöre söylediğim zaman hafif gergin bir tavırla "bakın onların yanıldığı nokta..." diye başlayıp bütün konuyu ders anlatır gibi anlatınca anladım ki, bu ülkede öksürük ve burun akıntısı için bile iki farklı uzmandan fikir almadan ilaç almamak lazım. Beyin tümörü gibi bir konuda, nörolojik bilimler enstitisü denilen yerdeki uzman doktorun fikri bile, deneysel bir yaklaşım oluyorsa (biz belden bir sıvı alalım bakalım, sonra gerekirse şant, gerekmezse "yok bi'şey der" yollarız geri) kimseye güvenmemek lazım.
Neyse, ne diyordum. Bugün çook uzun bi'gündü hakkaten...
Önce annemin fizik tedavisi için tavsiye üzerine Ataşehir'de bir doktora gittik. Annemin keyfi yerindeydi. Dönüşte iş yerinden babamı da alalım öyle eve gidelim dedik. Kardiş'le "oradan mı girelim, bu yoldan mı çıkalım" derken bir baktım O'nun sokağının başına gelmişiz. Nabzım bir anda 300 falan atmıştır herhalde. Sanki köşedeki marketten gülerek çıkıp gelecekmiş gibi... Bir anda bütün ayarım bozuldu.
Neyse sonra babamı aldık. Annemi iyi gören kardiş, Ali Usta'da döner ısmarladı. Annem gayet neşeli eve dönüş yoluna koyuldu. Eve gelince, en yakın komşumuzun kızının düğünü olduğunu hatırladık. Yani unutmamıştık aslında, annem dün akşam kına gecesine bile gitti yarım saatliğine. Eve gelince tutturdu bana "giyin sen de git" diye. İtiraz etmedim. Kaç aydır gün yüzü gördüğüm yok, bir kahve içip iki satır sohbet etmeye hasretim zaten, dedim "zeynep süslen çık şekerim, lorke'yle kara üzüm habbesi çalar, iki göbek atar, bir halay çekersin, havan dağılır." kalktım hazırlandım. Taa geçen yıl alıp hiç giymediğim bir elbisem vardı, ütüledim, saçlarımı yıkadım, kuruttum şekil verdim. Ve topuklu ayakkabılarımı çıkardım. Sanki asırlar olmuş giymeyeli. O'nunlayken yazılmamış, gizli bir kural gibiydi, topuklu ayakkabı giymemek. Oysa kendimi ne kadar da seksi hissederdim, onun yanında topukluyla olunca. Okan Bayülgen'in yanındaki manken sevgililerinden biri gibi :D Tam bunları düşünürken, davul zurna sesi geldi dışarıdan. Baktım ki, damat tarafı, gelin almaya gelmiş. Davul zurnayla sokak ortasında oynayan bir grup insan var ortalıkta. Komşuların hepsi camlarda falan. Nasıl da güzel bir manzara.
Giyindim, makyajımı yaptım, hazırlandım, annem uzun zamandır beni öyle görmediği için, çok heyecanlandı. Bir anda bir sürü şey söylemek isteyip, hiçbirini söyleyemedi. "güzel kızım, güzel kızım" diye yolladı beni.
Salona gittiğimizde önce tesadüfen gelin odasına girdim, taze çifti tebrik ettim, o arada laf olsun diye damat beye, "davul zurnayla geldiniz ama uzun uzun çaldılar, kolay kolay alamadın herhalde kızı evinden?" dedim. Gelinin annesiyle ablası yanlarındaydı, onlara dönerek "bu evin en değerlisini, en kıymetlisini aldım ben, tabi kolay olmadı ama sabaha kadar olsa yine beklerdim" dedi. "Oooo, aaaa" falan güldük geçtik içeri.
İnsanın hafızasını tetikleyen bazı cümleler var ya, işte o cümlelere kafam girsin. Var olduğunu bile hatırlamadığım şeyleri tetikledi çıkardı yerinden. O'nun en yakın arkadaşı ve babası beni istemeye geldikten kısa bir süre sonra ikna turları kapsamında babamın iş yerine ziyarete gitmişler. Arkadaşı, babamla yaptıkları konuşmayı anlatırken sevgilimi alıp karşısına demiş ki, "siz evlendiğinizde sen bu adamın bütün hayallerini, hayatı boyunca umut ettiklerini, her şeyini almış olacaksın." (ya da işte bu mealde bir şeyler.) O'nun anlatmasına göre arkadaşı, babamın bu laflarından etkilenmişti. Ama O bana bunları anlatırken, babamın bu sözleri O'na hiçbir şey ifade etmiyordu. O'nun için, "nedir yani, kız gelmiş 30 yaşına, tabi evlenip gidecek, ne gerek var bu ajitasyona" durumu vardı. Belki eskiden, yani ilk zamanlar böyle düşünmüyordu, son zamanlara geldikçe sıkıldı yaşananlardan, o yüzden öyle dedi. Belki de aslında hep böyle düşünüyordu da ben görmek istemedim bunu. Babamla benim aramdaki bağ, O'nun için hiç bi'zaman bir şey ifade etmedi belki de... Bilmiyorum. Ama şu bir gerçek O'nun böyle bir hissiyatı, böyle bir düşüncesi varken evlenmediğimiz isabet olmuş. Beni bu kadar değersiz hissettiren bir adamla, nasıl da... Offf.......
Bütün gece hiç bi'şey yokmuş gibi halay çekip, göbek attım be günnük. Biraz nefes almaya ihtiyacım varmış hakkaten. Şöyle kimseleri tanımadığım bir New York City club'ında olsam da sabaha kadar dans etsem bu gece... Kimseyi düşünmeden, aklımda "oysa"lar, "keşke"ler, "peki ya?"lar, "ya sonra"lar olmadan, günün ilk ışıklarına kadar dans etsem...
Bugün bitmedi gitti be günnük, saat gecenin 3ü olmuş, ben hala sayıklamalarda....