iş-güç etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
iş-güç etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Pazar, Mayıs 24, 2009

zamansız yeşil

Ciddi bir kavram karmaşası yaşıyorum. Bildiğimi sandığım her şey birbirine girdi. Hiçbir şey bilmiyormuşum meğer ben. İyi, güzel, doğru, adil, çalışmak, başarmak… Hele başarılı olmak ve mutlu olmak tam bir muamma.

Sevgi, sevda, aşk, hoşlanmak, sevişmek, flört etmek, kıskanmak falan. Bunlardan herhangi birini tanımlayamıyorsam hala “sen bunca sene ne bok yedin dünyada” diye sormazlar mı adama sorarlar tabi. Sorsunlar. Bende bir sürü soru sordum zamanında, kaçının cevabını alabildim.

Kaç doğru cevap verebildim hayat okulunda?

Babam işini büyüttü, Genç akıllı, zeki, girişken, güler yüzlü, hesap kitap bilen, ortalığı çekip çevirecek ve idarecilik yapacak bir elemana ihtiyacı var ve beni işe almıyor. Adam teklif bile etmiyor yahu. Neyim eksik anlamadım ki. Yo yo şu ales bi’açıklansın darbe yaparak el koyacağım yönetime. Gerçi bir insanın elinden işletmesini alınca buna darbe denmez hırsızlık denir herhalde. Ha ha. Kavramlarım karıştı demiştim diğ mi?

Bu hafta çabuk bitsin lütfen. Lütfen Lütfen.
Sonra haziran başına bir yıllık izin patlatayım,10 gün koparabilir miyim acaba? Bir İzmir, Muğla, Denizli yapsam. Bi’kaç günde darbe hazırlıkları için işyerinde konuşlansam. Sonra da dönüp istifamı versem. Of of of of of! Bu hafta çabuk bitsin lütfen.




Sadece “every little thing”ler değil, “big thing”lerde yoluna girsin yavaş yavaş.
Hoş ben ayağıma kadar gelmiş zengin koca’ya posta koyarsam big thingler yoluna girmez tabi. Eni konu plan yapmakla olmuyormuş o işler, yaşadık gördük. Kavramlarımın hepsi birbirine girmiş de olsa bir adamın “Mal”ı olmayacak kadar ayırt etme gücüm var çok şükür. (Arapça bi’şey deniyordu bu ayırt etme, idrak etme kabiliyetine sahi, neydi? Cümlelerimi çalıyorlar diyeli 1 sene olacak neredeyse… peh!)

Hayır yani, fol ve yumurta yokken ve sadece “sevgili yalnız kadın, bak bu da yalnız adam, e hadi siz biraz yalnız kalın” manasında bir masada yalnız bırakılmışken, sen nasıl hesap sorarsın bana, “Cuma akşamı beşiktaş’ta bir adamla sarmoş dolaştın kimdi o” diye? Tabi üslup böyle değil ama bu olmayacağının da garantisi değil. Amaaan neyse bitti gitti bu mevzuda.

S.nin durum değerlendirmesi yaparken söylediği “kızım bu kaçıncı deneme yanılma, sen tam olarak kaç zamandır yalnızsın?” sorusunu, bir küfürle savuşturduktan sonra vaziyetin ciddiyetini anlamış olsam da, böylesi daha iyi evet. Önce benim “adam olmam” lazım.

Pazarın yarısından çoğu bitti bile. Mayısın son haftası da bitiversin çabucak. Haftasonu gelsin D ve E.yle buluşayım. Ales açıklansın. İstediğim puanı alayım, babamda beni işe alsın, şöyle havalı bir istifa mektubu yazayım. Haziran’da rakı-balık yapalım Akyaka’da. Kahvaltıya da razıyım. Huzurlu turuncular, kararlı maviler ve hatta sevinçli kırmızlar gelse artık 2009 bitmeden. Sahi bir kırmızı vardı diğ mi? Peh!

Babam yılın ilk karpuzunu almış. Ben yokken kesmişler ama olsun karpuz gelmiş yaşasın! Nasıl tatlı, nasıl kırmızı… Allahım sana şükürler olsun, hala en güzel karpuzlarımı babam seçiyor bana. Hala kırmızıya dair umut var içimde bir yerlerde…

http://www.imeem.com/amaghrabi/video/PIFhcV_W/bob-marley-three-little-birds-music-video/

http://www.youtube.com/watch?v=4cmffLlkwxc

Read more...

Çarşamba, Mart 18, 2009

heyecanlı mavi, umutlu yeşil


bugün geçti. bitti. stres, heyecan, mide ağrısı, kalp çarpıntısı.
yarın perşembe, sonra cuma, sonra haftabaşı.
sonra sonuç.
sonra haber.
sonra belki bir engel daha. onu atlarız sorun değil.
sonra...

sonrası belirsiz.
sonrası uzak.

öncesi karar...
öncesi bir fotoğraf.

şimdisi iş, şimdisi rapor.


anahtarı: hayırlısıysa olsun. değilse de kısmet...

Read more...

Cuma, Ekim 17, 2008

öften mavi, püften laciveRt


Belirsizlikten ve plansızlıktan nefret ediyorum. Hele plansızlık. Yok yok belirsizlik. Aman ikisi de işte. Ve şirket sağ olsun son 2 haftadır belirsizlik konusunda rekor üstüne rekor kırıyor. Ramazanda bozulan hafta sonu ve erken çıkış düzeni bir yana, kaçan hedefleri bir türlü tutturamadıkları gibi, bu durumun faturasını yine bize kesiyorlar. Bir de üstüne üstlük “bu kadar kritik bir tarihte bu tip şeyler olması çok doğal arkadaşlar. Sektörümüz için bu önemli dönemeçte her birinizin göstereceği fedakârlıklar için şimdiden teşekkür ederiz”
Oldu canım, başka bir arzunuz.

Hepsini anladık. Haftanın ortasında motivasyon toplantısı yapmak ne iş? Hangi akla hizmet? Çarşmba gecesi, alla’n taa Yeniköy’ünde über süper sonik 1000 yıldızlı bir otelde (içinde 9 saat geçirdiğim otelin adını bilmiyorsam bu benim suçum mudur hayır değildir, zorla götürenlerin suçudur.) önce big brotherın, sora big big big brotherin (ceo diyolar aslında kısaca) sunumlarını izletip, arkasından bir de zorla Nev konseri dayatacağınıza, şu eğitim planını bir düzene koysaydınız ya!

(Nev sahnesi keyifli bir adammış bu arada. Her ne kadar kendisini –cebren- dinlemeye gelmiş olanlar şarkılarını eşlik etmekte zorlansalar da gayet iyi idare etti.)

Cumartesi sabahı, hangi şehirde olacağımı Cuma akşamı 18 sularında(!) öğreneceğim bir şirkette çalışıyorum ben. Aman ne kurumsal, ne profesyonel gözlerim yaşardı. Altı üstü bir eğitim lan, ya eğitmenleri istanbul’a getir ya eğitilenleri izmir’e götür. Ne kadar komplike olabilir ki.
Hayır şimdi bütün planlarımı, yarın akşam stüdyo live’da olmak üzere yaptım diyeceğim, murpy kanunları diye bir zıkkım var plan suya düşerse ciddi üzülürüm. Hadi yapmadım Cuma gecesi İzmir yolunda olmak üzere ayarladım kendimi diyelim, bu sefer izmir’in girişindeki kırmızı halılar elimizde patlayacak, fena üzerler beni. Hele S. canımı okur valla. Bu yüzden ne S.ye ne D.ye haber veremedim hala hafta sonu planı için. (Aaaa sahi D.cim bak ne diyeceğim, nerede olacağım hala belirsiz olsa da her an her şey olabilir. sen giderken yakana kırmızı karanfil tak, gelirsem karanlıkta bulamam sonra orada seni, daha çok üzülürüm)

Bi’de öyle acayip ki, sonuç ne olursa olsun üzüleceğim. İzmir’e gidemezsem de konsere gidemezsem de üzüleceğim. Ve içinde bulunduğumuz tarihin kritikliği açısından iki yerde olamayışımın da telafisi yok.

Hay ben böyle şansın…

Offf!!!

Gözünüzü seveyim biraz net olun arkadaşım. Kova’yım ben. Daralıyorum böyle son dakika gelişmelerinde. Bünye kaldırmıyor!
Bak bu saat olmuş uyku yok hala…

Poff!!!


Read more...

Salı, Ağustos 19, 2008

uykulu mavi


Yazmam gereken 2 maili ve bir mektup var. Mektuba biraz daha zaman var aslında ama o arada bir de kart yazmam gerekiyor. Tabi önce gidip kartı almam gerekiyor. Eskiden Eminönünde Kadıköyünde falan böyle duvarlar boyunca uzanan kartpostalcılar vardı sahi. Bayramlarda falan tıklım kalabalık olurdu çevreleri. Şimdi aradığım kartpostalları nereden bulacağım hakkında hiçbir fikrim yok. Bi’gün işten erken çıkıp enikonu kartpostal aramam gerekiyor. Ayrıca yine bi’gün haftasonu giyeceğim elbisenin altına ayakkabı almak için erken çıkmam gerekiyor. Ve ayrıca ben bugün, dün akşam içtiklerimi koca gün boyunca sindiremeyip mide ve baş ağrısıyla gezdiğim için 2 saat erken çıktım. Aferin bana. Ne gerek var Pazar günü, hem de gündüz gözüyle o kadar içmeye hâlbuki. Bi’kere ertesi gün iş var. Hadi onu da geçtim bi’gün önce kandil diye içmeyip ertesi gün küp gibi içmenin manası ne? Kimden neyi saklıyor kimi kandırıyorsun acaba? Kendimi kandırmakla daha doğrusu uyutmakla geçiyor hayatım. Neyse sorun bu değil. Sorun ne ayakkabı giyeceğim. Bir iş yemeğinde ne kadar kokoş olmalıyım kestiremiyorum aslında. Bi’kere aslında bu bir iş yemeği de değil. Geçen ay gösterdiğimiz üstün(!) başarıyı kutlayacağız takım olarak. Ben, şahsen, bizzat kendim sondan ikinci olsam da ekibim 1. oldu allama bin şükür. Ben çıkarken Taksim sütliman’da fasıl planları yapıyorlardı, karar ne oldu acaba? Taksim demişken Balans’ın hemen yanında Quba diye bir yer var. Korkunç fena. Arkadaş hatrına çiğ tavuk yemek daha makul bence… Ya da bu kadar ön yargılı olmamak lazım, belki de salsa geceleri gerçekten anlattıkları kadar eğlencelidir. Bu arada “empati” anlattıkları kadar eğlenceli ve/veya heyecanlı bir kitap değil. Yok efenim elimden bırakmadan 1 günde okuyacakmışım falan. 15 gündür sürünüyor koca kitap çantamda. Ben bütün olayı 150. sayfa civarında çözdüm bi’kere. Ben de bi’empatım çünkü. Henüz insanların düşüncelerini bükemiyor olabilirim ama öyleyim. Bunca rengi neremden uyduruyorum sanmıştın sen? Şimdi sadece arka kapaktaki “ya da gözlerinizi oymak gibi çılgınca bir şey yapabilirsiniz” cümlesi için bitirmeye uğraşıyorum 639 sayfayı. Yani o en baştaki kör adamın olayını çözdüm mü bir satır daha okumam. Umarım en sona saklamamışlardır bu sırrı. Ve hayır olasılıksız’ı okumadım. Kör adamın olayına çözene kadar bana “oha!” dedirtecek bir olay ve/veya cümle olmazsa okumam da. Şu sıralar yine “büyücü” damarlarım kabardı. Bu kitabı herhalde 2 yıldır falan hala okuyamadım. Çok zor bi’şi sanki gidip almak. Ama ondan önce mutlaka okumam gerektiğini bana düşündürtmüş ve de adını hayatımda ilk kez duyduğum 2 yeni kitap var. Online sipariş vermezsem onlarda yalan olur, elimi çabuk tutmam lazım bu konuda. Elimi çabuk tutmadığım için kaçırdıklarımı düşündüm de… Vazgeçtim, cehalet mutluluktur azizim.

—Aziz kim şekerim?
—Kandaki alkol hala sınırda herhal. Git biraz daha su içte çalışsın böbreklerin.
—Akşam aziz’e de şeref’e gülüyordun ama.
—O akşamdı. Hem ay tutulması vardı, ondan hepsi.
— Cumartesi gecesiydi o.
—Hadi anam, hadi gülüm daha yazılacak mailler var
—Bende bu yüzden buradayım zaten. Bak saat 00:14 olmuş, sen iyisi mi yat artık.
—Yatayım di mi?
—Tabi tabi, geç bile. Hadi yavrum. Bak yatağın nevresimleri de yenilenmiş. Oh missss.
—Evet, yatayım ben. Ama mail…
—Hadi iyi geceler, kovalasın seni tavşanlar…
—Öyle diğildi o bi’kere
—O son tekilayı da atalım bünyeden düzeltiriz şekerim. Hadi yatağa şimdi, selametle…


Read more...

Cumartesi, Haziran 28, 2008

seRsem mavi

Zaman zaman herkes bi’şeyler unutur diğ mi? Alışverişte yoğurt almayı, havuza giderken güneş kremi almayı, derse giderken notları almayı, evin anahtarlarını, otomobilin ruhsatını… Normal yani. Olabilir, unutabilir insan. Kafamızda her gün onlarca tilki dönüp duruyor zaten.

Lakin bir insan işe gitmeyi nasıl unutabilir? Yok yani aklım almıyor. Tamam zaten akıllı biri olduğumu iddia etmedim hiçbir zaman (yani çoğu zaman) (yani tamam kabul akıllı olduğumu bilirim ama bunu dile getirmem genelde) yine de olacak iş değil yahu! Cuma sabahı işe gitmeyi unuttum! Ben, şahsen bizzat kendim işe gitmeyi unuttum!


Şimdi düşünüyorum düşünüyorum, bir cevap bulamıyorum. Bu ne başlayabildik doğru dürüst ne de bitirebildik haller beni bu kadar mı etkiledi yahu? N’oluyo kızım kendine gel 2 dakka. Bi'silkelen bi'dur bi'sakinleş, düşünme artık, bırak, bitti geçti. Oldu da bitti maşallah. Olamadı gitti yaaallah. Bunca hesap kitap neden hala?
Yok verecek bir cevabım. Saflığımdan, iyi niyetimden, salaklığımdan belki de.


İnsan Perşembe akşamı için futbol manyaaa kocaman bir grupla Rusya-İspanya maçını dev ekranda izlemek dururken, eve gidip pineklemeyi seçerse böyle oluyor aslında. Akşam yemeğinde esen soğuk rüzgârlardan kaçıp, odasına saklanıyor. Biraz kitap karıştırıyor. Aklına bir başka kitap geliyor, kitaplığı karıştırırken kardeşinin maliyet muhasebesi notlarını buluyor.…

Aşk değil, sevgi değil başka bi’şey bu ama ne, neden atamıyorum aklımdan bir türlü?

—Alternatif maliyeti çok büyük oldu bu ilişkinin, o yüzden sindiremiyorsun hala.

—Fırsat maliyeti neydi alternatif maliyet neydi? Bence fırsat maliyeti daha büyük oldu.

—Aynı şey onlar be, sen diplomayı bakkaldan da almadın halbuki, topla şu kafanı artık kızım.

—Evet, bence de. Ben mesela bu adamla tanıştığımda spora başlamış olsaydım ve onunla geçirdiğim saatleri spor yaparak geçirseydim şu anda Madonna gibi bir vücudum olabilirdi.

— Tabi tabi hatta tenise devam etseydin Sharapova olmuştun bugüne kadar.

—Ya da şan dersi alsaydım şu anda Ajda Pekkan gibi şarkı söylüyor olabilirdim.

—Ya ya diğ mi? Bu örnek verdiklerimizin neden hepsi sarışın oldu kuzum?

—HaHaHa, var ya sarışın bi’hatunla beraberse çok gülerim ha!

—Oooo level atlamışız hayırdır. Sana ne? Kiminleyse kiminle bunların hesaplarını mı yapıyorsun?

—Off hayır yapmıyorum. Keşke onu tanıdığımda yapmakta olduğum şeyden vazgeçmeseydim. Ona bu kadar bağlanmazdım o zaman.

—Sen onun yüzünden vazgeçmedin o "şey"den bu biiir.
İkincisi o şey gerçekleşseydi hayatın boyunca mutlu olamayacaktın zaten.

—E hala mutlu değilim ki. En azından o zaman başarılı ama mutsuz olurdum.

—Şu anki mutsuzluğun tamamen amaçsızlığından şekerim. Sapla çöpü karıştırma birbirine.

—Off bilmiyorum. O gayet iyi bir bahaneydi vazgeçişim için.

—Ama bu herhangi bir ilişkiyi başlatmak için iyi bir bahane değil şekerim. Anlas artık bunu. Bırak dağınık kalsın böyle. Bak şurada ne güzel demişsin “olmuyorsa olmaz yani. ‘Hayatta her şeyin bir sebebi var’cılar”dansın sen.

—Öyleyim di mi?

—Öylesin, üstelik eşsiz bir kar tanesisin. O yüzden bozuyor bu sıcaklar seni, kalk bi’duş al serin serin…


Bu kadar düşünce bünyeye zarar tabi. Duşun ardından serin serin uyku iyi geliyor. Sabah her zamanki saatinde kalkıyor, daha yataktan çıkmadan aklından geçiriyor; “Bu gün önemli bi’şey mi vardı sanki bi’şey mi unuttum ben” kalkıp banyoya gidiyor. Türk’ün aklı ya kaçarken ya yüzünü yıkarken hesabı, tilink bir ampul yanıyor başının üstünde.

“Bu sabah toplantı vardı!!!”

Saate bakıyor, başlayalı yarım saat olmuş… Işınlanmayı hala icat edememiş bilim insanlarına bir küfür savuruyor. Sonra utanıp geri alıyor küfrünü, kendine çeviriyor. Bir insan işe erken gideceğini nasıl unutabilir. Bir insan sabah ilk iş toplantıya gireceğini nasıl unutabilir. Üstelik daha 1 gün önce yöneticisi kendisine “şu yeni projeyle ilgili önerini bu toplantıda mutlaka dile getirmelisin. İ. Bey senin fikrin hayata geçerse başında olacak en üst düzey yönetici. Ben değerlendirmeye aldığımız önerilerden bahsederken topu sana atarım, sen detaylı olarak açıklarsın önerini” diye süper ötesi bir teklif yapmışken.


Geçiş hedeflerimle ilgili böyle müthiş bir fırsatı yakalamışken, o toplantı için işe 2 saat erken gideceğimi nasıl unutabildim hayretler içerisindeyim. Utancımdan nereye gireceğimi bilemedim şirkette. Bir de normal mesai saatimiz geldi üstünden 1 saat geçti hala kimse yok ortalıkta. Uzadı da uzadı, bir türlü çıkamadılar, stresim iyice tavan yaptı. Gerçi ilginç bir şekilde benim fikrimle ilgili konu hiç açılmamış. Şu anda lansmanı yapılmak üzere olan projeyi didiklemişler 3 saat boyunca. Ama çıkan herkes çok verimli geçtiğini söyledi, konuşulanları duyunca bir kat daha arttı kaçırdığım için duyduğum pişmanlık.


Sonra bizim big sister esti gürledi tabi. İşin kötüsü toplantıyı tek kaçıran ben değildim ve toplantı sırasında da ciddi gerginlik yaşandığı için kendisi hırsını biz gelmeyenlerden aldı. “Hepinizden yazılı savunma istiyorum, geçerli bir mazereti olmayanlara yazılı uyarı vereceğim” diye gürledi ve terk etti binayı. Artık kendisinin muhteşem bir hafta sonu geçirmesi için dua etmekten başka çarem yok. Belki keyifli bir hafta sonunun ardından, Cuma gününü unutmuş olur ve pazartesi sabahı bizi biraz kalaylayıp, işimizin başına yollar. Yoksa bu ilişkinin maliyeti, alternatif maliyeti, marjinal maliyeti, sabit maliyeti ve daha başka neyi varsa hepsi işte çok büyük olacak, ÇOK Hatta uzun dönem artan maliyet kavramına en iyi örnek ben olacağım bu gidişle...




dibine not:
—kızım ben Maria’yı bu yıl avusturalya açık’ta şampiyon oldu diye örnek vermiştim, başarılı kadın manasında yani, o fotoğraf ne öyle be?
—ben kolundaki saati merak ettim, ne marka acaba? Süper görünüyor.

Read more...

Salı, Mayıs 20, 2008

maskeli mavi

Kahramanımız, S hanım’ın yanındaki masada oturmaktadır. Konu az-çok kendisini de ilgilendirdiğinden kulak kabartır konuşulanlara:

—S hanım S hanım
—Söyle İ’cim
—Bir müşteri var hatta. İşlem yapmak için ben aradım ama offerı çıkmıyor. Çok ayıp oldu.
—Dunning segmentine baktın mı?
—Evet FC (efsi) den düşmüş ama A+ (plas)
—Tenure’si olmasın bugün, dikkat ettin mi?
—Yok 5 tane varmış bitmiş.
—Hım. Bugün pazartesi billing devam ediyor galiba.
—Baktım, open amountu yok ki zaten.
—O zaman sen 735064’ten campaign poolu ara. Payment’tan birisini iste, ona söyle.
—Eeeee?
—Sorun yoksa onlar offer tanımlar comet’e zaten. Eğer bi’şey yapamazlarsa not al, raporlayalım corporate tarafına.
—Anladım Ok. Byy.

Konuşmanın ona faydalı hiç bi’tarafı olmamıştır. O zaten teklifi çıkmayan abonelere 'ödemeler' tarafının özel bi’şey yapamadığını, direk raporlanması gerektiğini bilmektedir. Bu konuda sadece geçen hafta 2 tane 'mail' atılmıştır ödemeler biriminden.

Ne İ’ye, ne S’ye bunu söylemek hiç içinden gelmez. "İnsanlar işleri için gerekeli dökümanları bile okumuyorlar ne gıcıklar" der. Üstelik hangi dilde olduğu belli olmayan konuşmaya acayip sinirlenmiştir. Böyle havalı havalı bin tane İngilizce sözcük kullanıp bütün operasyona yaptığı bilgilendirmelere “herkez” yazan insanların astı olduğu için acayip sinir olur kendine. Sonra hala –de, -da’ları karıştırdığını hatırlar, elinde çevirdiği kalemi bırakır, ekranına bakar.


1 saat sonra yemeğe çıkar, İ’yle aynı masada oturmaktadır.

—İ, sen İngilizce biliyor muydun?
—Yok canım, nerde? Zaten bilseydim çoktan 'support' kadroya geçmiştim.
—Hıı anladım. Hadi size afiyet olsun ben kaçtım.


Tepsisini alıp, koşarak uzaklaşır. Arkasına bile bakmak istemez. Terasa atar kendini, yüzünü güneşe döner, gözlerini kapar.

“Ne işim var benim burada?” diye sorar. Yanıtını kendi verir yine. “yolun kenarında ki çalı olmayı sen seçtin. Buradasın çünkü en güçlü, en yeşil çalı olacaksın.”

Okkalı bir küfür savurur dudaklarını hiç kıpırdatmadan. Oysa bas bas bağırmaktadır. Kimse duymaz sesini. İnandığı bile. “Duysa cumartesi gecesi o rezalet yaşanmazdı ki” der kendi kendine. Çat diye cumartesine gider tekrar. Dişlerini sıkar. Aklından başka şeyler geçirmeye çalışır. Ait olamadığı sevdalar, sahip olamadığı aşklar geçer gözünün önünden. Hangisi daha beter emin olmaz.

“Eeehhhhhhh, altı üstü yemek molası verdik, yeter be!”

Gözlerini açar, bir damla yaş süzülür sağ yanağından, boynuna kadar hisseder nemini. Kahvesini alır, masasının başına döner…

Yanında oturan arkadaşı:

—Sen bugün ne kadar neşelisin ya, tatil sana yaramış anlaşılan?
—Hadi ya... Öyle miyim? O senin neşendir, beni de öyle görmüşsündür...

Read more...

Perşembe, Mart 13, 2008

çalışkan mavi

Sevgili günnük,

Yorgunum. Yorgun olunca mutlu oluyorum ben. Oradan oraya gereksizce ve de amaçsızca koşturmaktan, kendime hababam yeni bir iş icat etmekten, iş çıkışı gece yarılarına kadar sürtüp duş alıp fön çekmem gereken saatlerde alık alık bilgisayara bakmaktan büyük bir haz alıyorum sanıyorsun di mi? değilim aslında. Tüm bunlar düşünmeme engel oluyor. Aynaya bakıp bakıp “neden?” diye soracak vaktim kalmıyor en azından.

Ben bu filmi daha önce görmüştüm sanki. 2002-2005 arası süren uzun metraj bir filmdi. Finale doğru çok zorlanmıştı esas kız, “yeter artık hiçbir şey istemiyorum, bitse de gitsek” demişti ağlayarak. Esas oğlan “sen herkesten farklısın ve pes etmeyeceksin, şimdi biraz uyumak iyi gelecek sana” diye telkin etmişti kızı. Film güzel mi bitmişti acaba? Kız çok az kişinin başarabildiği “çift” şeritli yolu aştığında çok mutlu olmuştu da, sonrasında epey çıkmıştı otomobil raydan...

Şimdi tam da filmin başında ki gibi, “beni çalışmak kurtaracak” deyip sarılmış durumdayım işime. Bugün mesela sistem çöktü, herkes açtı dx ball oynuyor, ben tuttum IT’den ne kadar adam bulduysam getirdim. Oturttum benim pc.nin başına. Bir ara kalabalığı gören 2.kademe yöneticim (üstümün üstü) geldi, “hayrola” dedi “nedir sorun?” Dedim “sistemlerin hiç biri çalışmıyor saat 11den beri boş oturuyoruz -saat 13.50- sorunu çözebilmek için arkadaşlardan yardım almaya çalışıyorum sadece”. Dedim ama artık nasıl bir ifadeyle söylediysem kadın garip bir şaşkınlıkla bana baktı ve “benim bazı raporlarla ilgili bir sunum hazırlamam gerekiyor power pointten anlıyorsan sorun çözülene kadar benimle çalışabilirsin” dedi. İşte o an gözümün önünden geçmeye başladı sahneler... Gecelerce sabahlamalar, yorgunluktan süründüğü halde sabahın 8inde proje sunumu yapmalar, 5 günde 7 il gezip konferanslara katılmalar... “dejavu” demişim sırıtarak. Hiç farkında değildim. “Parlez-vous français?” dedi kadın. Ah dedim içimden google translete olacaktı şimdi, ben sana Fransızca cevap vermeyi de bilirdim. “Hayır Fransızca bilmiyorum ama power point konusunda elimden geleni yapabilirim.”

Tüm bu diyalogu duyan mesai arkadaşlarım neler neler düşündü, ben kadının odasına girip laptopun başına geçince jaluzinin aralığından bana bakıp yanındakilerle ne dedikodular yaptı kim bilir. Zerre umurumda mı, değil. Ben kafamı kurcalayan bir iş olmadığında kendimi yiyip bitiriyorum arkadaş. 15 sn.de bir mailbox’a send-receive yaparak gelmeyecek bir maili beklemek beni 15 saat çalışmaktan 15 kat fazla yoruyor. Onlar aynaya bakıp rujunu tazelerken, ben aynaya baktığımda soru işaretleri dolu bir çift karaltı görüyorum. Onlar masalarına sevgilileriyle çekilmiş en sevimli fotoğraflarını dizerken ben kalemlerime sarılıp sayfalarca iş yerinde kaleme alınmayacak arsız cümleler yazmak istiyorum günnük’cüm. Biliyorum normal değilim ben, “oh oh 3 saattir boş oturuyoruz negzel” deyip gezemiyorum ortalıkta. DiğerleriMi susturmanın tek yolu bi’şeylerle uğraşmak çünkü. Onlar çalışınca her ay para alıyor ya, bana biraz daha yetki versinler, riski üstlenebileceğimi ortam yaratsınlar, ben veririm o parayı her ay üstüne. Valla bak... Deli işi işte, Allah akıl fikir versin diye dua etsek kabul eder mi dersin günnük’cüm. Denemek lazım: “Allah bana akıl, fikir, huzur versin” “veleddalin-âmin”

O değil de benim aklım şu filme takıldı. Orada esas kızın sığınıp saklandığı, herkesten gizli omzunda ağladığı bir esas oğlan vardı hani. Hakkını yemeyelim şimdi çok emeği geçti kıza. Yoksa bitiremezdi kız o “çift” şeritli yoldaki yarışı.

Şimdi ben başrolde tek başıma olunca da mutlu bitirebilir miyim acep senaryoyu dersin? Bitmezse de alırım lale’yi otururum aşağı.
İzleyip göreceğiz bakalım.

Şimdi çekime yetişmem lazım günnük’cüm
Haydi selametle...



ps: çok güzel di mi? bence de =) kimse bilmeyecek gerçek hikayesini. sen bile...

Read more...

Pazartesi, Şubat 04, 2008

yaRım mavi yamalak laciveRt

uzun uzun yazmalı

Şubat1

İçinde doğum günüm olmasa bu kadar sever miydim yine şubatı? Severdim bence. Kısacık ya, imparator agustusla temmuzyus kendi ayları 31 gün olsun diye şubattan çalmışlar ya, hakkını yemişler garibimin. Severdim o yüzden. bi’de hep güzel şeyler geldi şubatlarda benim başıma. Benim yılım şubatta başlar hep, ikinci dönem düzeltirim kırıklarımı. Mutlu başlangıçlarım hep şubatta olur benim. Mesela;
Örnek vermek üzere açmışım eski defterleri öylece kalmış..

Şubat2

Madem hali hazırda cumartesi için daha iyi bir planım yoktu, işe gitmek gayet iyi bir fikirdi. Sevgiliye hazırlanır gibi hazırlandım, kremler kokular süründüm, "Nobody’s perfect (but me)" baskılı iddialı da bir tişört geçirdim üstüme, ojelerimi yeniledim, en sevdiğim halka küpelerimi takıp saçlarımı kıvır kıvır kabarttım. En neşeli müzikleri son ses açıp ayna karşısında hem dans ettim hem makyaj yaptım uzun uzun.

Şarkılı türkülü bol neşeli bir yolculuktan sonra ulaştım hedefe. İlk optik okuyucudan sorunsuzca geçtim, görev yaptığım salona ulaştım. İkinci optik okuyucu da girebilirsiniz manasında “düt”leyince güle oynaya girdim içeri. Her zamanki gibi yoğundu ortalık. Bana doğru gülümseyerek gelen Y. “haberler iyi tabi gülersin hadi tebrik ederim” deyince afalladım. Yok dedim bi’şeyden haberim, “neşeliyim sadece”. “Ooo ilk tebrik eden ben olayım o zaman ilk ayında birinci olmuşsun! Kutlarım.” Yahu ben bu kızı öpüyorum tebrikini de alıyorum ama benden 1. olmaz ki, alla alla bu nasıl iş acaba? “şaşkın şakın bakma öyle, git S.nin ekranı açık aylık raporları yollamışlar.” S. zaten karşı masadan yardım çağrıları yollar gibi el sallamakta “kızım n’aptın sen bu ne?” bir sürü insanın adının olduğu bir Excel dosyasında en üst sırada yazan adımı gösteriyor parmağı. “bilmem o ne hakkaten?” Bu sırada her gören “tebrik ederim” deyip öpmekte. Durun dedim bi’de ben bakayım şuna ne iş.

Sanki kendi ekranlarımdan bakınca farklı bir şey göreceğim. Dosyayı içeren mailde bir de cümleyeni olmasına karşın hızlı bir başlangıç yaparak birinci olan arkadaşımızı da kutlar başarılarının sonsuz ve daim ve tükenmez...... bık bık bık”. Evet benden bahsediyorlar. “Neler oluyor burada?” Tam bu sırada derin sessizlik. Herkes susmuş, donmuş. Dünya durmuş. Tanıdık bir ses: “yolun kenarında ki en gür, en yeşil çalı ben olacağım.” “Doğru yoldayım galiba” dercesine bir mavi ışık geçiyor kalbimden. Gülümserken gözlerimi kapıyorum ve uğultu yeniden başlamış, dünya kaldığı yerden dönmeye devam ediyormuş...

Şubat2 aslında3 sabaha karşı

“Sen yaparsın, biliyorum çünkü seni tanıyorum” dedi. Haberi yoktu başarıdan dereceden falan. İnandığı için söylemişti sadece.

Oysa mutluluk paylaşıldıkça çoğalan nadir şeylerdendi... ve paylaşacak kimsem yoktu benim. Kıskançlıkla ve şaşkınlıkla kutlayanlar paylaşmadı ki neşemi. Çoğu sorularına yanıt arıyordu...

Öyle bir yere sürükledim ki kendimi, bütün enerjimi kuyruğu dik tutmak için harcıyorum orada. Aslında haklı olduklarını bildiğim bütün olumsuz eleştirileri yanıtlamak, çürütmek zorundayım. Lisedeki münazara mantığı gibi, fikre inanmayabilirsiniz savunun yeter. Savunmayı bıraktığım an, tekrar kendi bataklığıma düşeceğim biliyorum. Kıyıda tek ayaküstünde kuyruğumu dik tutmak zorundayım. Hâlbuki ben en çok babam kutlasın, gurur duysun, “e bu ay faturaları sen ödersin artık” deyip alay etsin istiyorum. Bütün faturaları ödeyip, “eeeöö benim param bitti, harçlık verseneee” diye yılışayım istiyorum. Söylemedim bile ona. Hevesle dayanıp kapısına “hey hey de hey! Ben bilmem kaç kişinin arasında 1. oldum hem de ilk ayımda, bana prim verecekler baba, paranın dibine vurdum sevgili şubatımda n’abeeeer” desem ne diyecek? Nasıl bir duygu acaba, biricik kızının kesinlikle istemediği/onaylamadığı bir işi yapması ve bu işte en iyisi olması? Hayat işte garip, vapurlar filan...
Senin hangi yaptığın kutlandı ki kızım, şimdi anlatacak kimsen yok işte. Diğerlerinle kaldır sen kadehini yine, başarıya!

Şubat3 geç Pazar kahvaltısı sonrası

Yine aynı şeyi yaptım işte. Çat diye yükselttim çıtayı. Adım adım gitmeyi bilmiyorum hiçbir yere. Ya herro ya merro. Bi’dahaki ayda kırmızı listede görürsem adımı, hiç şaşırmam...

Ve yine bir zamanlama hatasının tam ortasındayım işte. Yaptığım bu “iyi” işi kimselere pazarlayamayacağım ne yazık ki. Raporlar geldiğinde cumartesiydi. E doğal olarak hafta sonu sevgili üstlerimden kimse yoktu ortalıkta. Pazartesi’de ben yokum. Taa iki hafta öncesinden ayarlamışım 4 Şubat günü izinli olayım diye. Salı günü de gidip; “merhaba ben Romeo gerçek aşkın savaşçısı bu ay birinci oldum” diyemeyeceğime göre, güme gidecek bu birincilik. Plaza insanı olmanın 1. koşulu olan ‘bilinir olma’, ‘herkesi tanıma’ olayını oldum olası beceremeyen ben, bu fırsatı da kaçıracağım kilit noktadaki insanların gözüne “girmek” için. Peh!
Aa buldum, Salı günü boyunluğumu takayım. Ah, evet biliyorum dahiyim aslında ben!

Şubat3 aslında4 gece yarısı

Yeni bir hedef. Tek ihtiyacım olan bu. Yepyeni bir hedefim olmalı. Yoksa ben dayanamam bu gel-git hallere. İsterik ağlama krizlerine.

Mutlu olman lazım kızım, eksik hiçbir şeyin yok, gençsin, sağlıklısın(?), başarılısın, ailen (yanında olmasa bile) hep arkanda olacak biliyorsun, yeni bir yaş geldi dayandı kapına, hiçbir zaman prenslerden medet ummadın. Nasıl çıktıysan 2002 krizinden vakti zamanında ve nasıl ki sen krizi atlattıktan sonra olmaya başladıysa bütün güzel şeyler 2006 krizi de atlatılacak artık. Midem bulandı be, yeter! Akademisyen mi olursun, hakim mi kaymakam mı, cerrah mı olursun eczacı mı bilmem, gider başvurunu yapar hostes mi olursun, evinin kadını mı olursun umurumda değil! Yettin artık be! Yok sana doğum günü hediyesi falan. Kes ağlamayı, git-yat uyu şimdi yarın bir sürü işin var!


ki kimseler okumasın, bilmesin...

Read more...

Pazar, Ocak 27, 2008

şizofRen mavi

Bütün gün elinde telefonla bekleyince telefon çalmıyor. Hiçbir zaman çalmadı, bundan sonra da çalmayacak. Sen ne zaman ki unutacaksın o telefonu ancak o zaman çalacak. Bunu yıllar önce algılamış ve de aylar önce kelimelere dökmüş bir bünye olarak hala böyle davranmanı tamamen pms ye bağlıyorum. Asabiyet, alınganlık neyse de aynı zamanda salaklık yaşatan tek pms’de seninki herhalde yeryüzünde.

Hayır aramayacaksın, üstelik adın kadar iyi biliyorsun aramayacağını, derdin ne o zaman? Niye yine kendi kendine bu gel-gitler. Minik yeşil tuşa basıp basıp kapamalar. Sen arasan “kalk hadi ada’ya gidelim, fotoğraf çekelim, sana bisiklet ısmarlarım bisiklete bineriz biraz” desen ne diyecek? Patlamış balonları şişiremezsin kuzum, hep bir yerlerden hava kaçırır o...

—Ama...

Biliyorum, çok yaklaşmıştın. Böyle hissedebileceğini hiç ummuyordun, tazelendin, ümitlendin, umutlandın. Ama bak yükleme “geçmiş zamanın” hatta “geçmiş zamanın hikâyesi”. Bırak lütfen! Olacağı varsa olur, olacaktır zaten. Yeter ki sen kurma, kurgulama ve hatta çabalama. Bırak duymak istediğinde arasın seni, birlikte vakit geçirmek için ayarlasın saatini. Sen daha bir saat bile beğenip alamadın koluna. Bir saatin bile yokken nasıl kuracaksın zamanı?

Yeniden yaralanacak kadar iyileştin mi sanıyorsun. Biraz daha sakın kendini. Bırak nazlı, kaprisli bilsin. Bırak tanımaya, anlamaya çalışsın, çabalasın biraz.

Hem nedir bu baygın hallerin. Yettin artık. Kendine gel! Tamam, kuyruğu dik tutmak zor. Bunu da yazmak lazım uzun uzun haklısın. Yoruluyorsun. Daha çok yorulacaksın. Ama sen 2 yıl önce de böyleydin. Sana “sen seçtin kızım, kendin kaşındın” diyenlere neler diyordun hatırlasana. Onlar koca dönemde 4 dersi veremezken sen bir günde 5 sınavı geçiyordun. Ne değişti? Yine sen seçtin. Yine zoru seçtin. Bu kez hem zoru hem en dibi seçtin. Süslü bahçelerin gülü olabilecekken yol kenarındaki çalı oldun. Ne dedin kendine? En gür en yeşil çalı olacağım demedin mi?

Niye şimdi bu ilk sıkıştığında istifa mektubu yazmalar. Bu sefer yağma yok. Kredi mi alırsın, tefeciye mi borçlanırsın ne bahane bulursun kendine bilmem. Bu iş bırakılmayacak.

—Ama...

—Hayır, yat uyu artık, yarın dünya kadar işin var.

—Ama saat daha erken.

—İyi biraz kitap oku madem, kapat şu bilgisayarı.

—Ama müzik! mp3 çalarım da kayboldu zaten.

—Seni "ama" demekten men ediyorum! Git n'apcaksan yap şimdi...

Read more...

Cumartesi, Ocak 12, 2008

sakat mavi

Hiçbir şey yapasım yok. Ne kimseyi göreyim ne de kimseye görüneyim. Hayalet gibi geziyorum ortalıkta. Fakat bugünlerde görünmez olmak, ruh gibi sessizce işimi yapıp çıkmak söz konusu bile değil. Bak benden tavsiye, yeni iş yerinde ya da yeni herhangi bir ortamda bilinirliğini arttırmak istiyorsan tak bir boyunluk, 1 hafta onunla gez. Asansörde karşılaştığın insanlar, yemekhane görevlilileri, kat görevlileri, servis şoförleri aklına gelen gelmeyen herkes “aaa büyük geçmiş olsun, neyiniz var?” diye dalıyor mevzuya. Hatta geçen gün genel müdür yardımcısı bile sormuş, ben konuşurken bilmiyordum kim olduğunu, ertesi gün içeri girerken güvenlik görevlileri “hoş geldiniz bilmem kim hanım” deyince düştü jetonum. Şimdi iyi güzel tanıyorlar da ben o aparattan kurtulunca beni hatırlayıp en azından asansörde karşılaşınca “günaydın” diyecekler mi o da başka bir tartışma konusu. Neyse efenim yine benden sana tavsiye yeni yılda, mübarek günlerde ve gecelerde efenime söyleyeyim yıldız kayınca, iki tane aynı isimden insanın arasında durunca, yolda bulduğun gaz lambasından cin çıkınca, sonracığıma eline sihirli bir değnek geçince ve benzeri her tür durumda önce sağlıklı olmayı dile. Ya da akıllı ol, gecenin köründe sigara içenlere eşlik edeyim diye karlı iş yeri terasına kahve içmeye çıkma, çıktıysan da dur bi’köşede hareketsiz kayıp düşme, düşüyorsan da elindeki kahve bardağını değil kıçını kurtarmayı hesapla önce. Yoksa hem elindeki kahveyi üstüne döker bi’güzel yanarsın, hem küt diye kafanı yere çarpar hem de boynunu zedelediğin için 1 hafta boyunluk takmak zorunda kalırsın. Sonra da böyle “görünmez olmak istiyorum” dediğin bir ruh halindeyken evde yolda parkta sokakta işte seni gören herkesle “geçmiş olsun”laşırsın.

Bugün cumartesi, özlediğim bir sürü arkadaşımı görecektim güya. Koca bayram ve yılbaşı tatilinde kimseyle görüşememiş biri olarak bugün ve yarın için zilyon tane plan yapmıştım hâlbuki. Şimdi yine hepsi suya düştü. Bu halde hiçbir yere gidesim yok, evde kitap okumak istiyorum bütün hafta sonu. Oysa bu soğuk ama güneşli hafta sonunda ne güzel ada keyfi yapılırdı. Fotoğraf çekmeyi de özledim. Ne güzel olurdu yarın bir fayton sefası... Belki sıcak şarap... Âşıklar parkı belki... Ama onun için önce âşık olmak lazım pardon. Neyse işte hepsi hayal sonuçta. Bu 2 günü güzelce dinlenerek geçireyim bari zira pazartesiden itibaren tüm sistem yetkileri tanımlanmış (inşallah) bir personel olarak işimin başına tek başıma oturabileceğim. Nihayet şu eğitim, tanışma, oryantasyon vs zırvalıklar bitti. Bakalım beni neler bekliyor, bakalım yeniden “ben çelik binaların içinde çelik maskeli insanlarla çalışmak istemiyoruuuuuuuuuuuum” naralarını ne zaman atacağım? Nisan-Mayıs dönemi için 1’e 10 veriyorum, bahsiler açılmıştır.

Sahi 3-4 gündür boynumla bu kadar haşır neşir olunca, boyundan boyunluktan bu kadar bahsedince hatırladım. Al Pacino The Devil’s Advocatede ne diyordu:
bir kadının boynu, aklı ve kalbi arasındaki sonsuz savaşta tarafsız bir bölgedir Aklı ve kalbi savaşan bir kadını fethetmek için en doğru taarruz noktasıdır herhalde boynu. Hatta vücut dili eğitimlerinde bile bahsedilir; bir kadın karşı cinsle konuşurken zırt pırt boynuyla, kazağının yakasıyla, kolyesiyle oynuyorsa “hayırlı bir iş” söz konusudur artık. Bu bal gibi ilginin, hoşlanmanın göstergesidir, denir. Ve hatta The Godfather
'da da vardır. Daha filmin en başındaki düğün sahnesinde, Al Pacino ile tanıştırılan hanım kızımız boynundaki inci kolyeyle oynamaktadır. Sahi Al Pacino’nun oynadığı The Scent of a Woman vardı bir de değil mi?

Neyse ben toplayamayacağım bu cümleleri ortak bir noktada. Buyurun buradan yakın:



Read more...

Cuma, Kasım 23, 2007

çok mavi, hiç kıRmızı

Yazmak lazım,

Bu günlerde saçma sapan bir tempo içindeyim. Plaza insanı olmak nasıl acayip bi’şeymiş çoktan unutmuşum. Ayak uydurmak epey vaktimi alacak. Şimdi bir anlatmaya başlasam var ya, ohoooo. O yüzden kısa kısa geçeyim istiyorum.

Bi’kere bir günüm diğerine uymuyor. Bir gün diyorum ki “kızım gül bahçeleri varken neden yol kenarında çalı olmayı seçtin, salak mısın, ne işin var burada” ertesi sabah kalkıyorum ve “yolun kenarındaki çalı bile olsam burada kendi bahçemi yeşertebilirim, bunu yapabilecek kapasiteye, cesarete ve azme sahibim.” diyorum. Sonra yine ertesi gün oluyor 20 yıldır aynı işi yapan memurlar gibi giyinip, serviste uyuyup, işyerinde makyaj yapıp bilgisayarın başına geçiyorum. Fena!

Ah sahi kendimle ilgili çok önemli bi’şey fark ettim. Yeni insan tanımaya tahammülüm kalmamış benim. Yok pardon böyle değil. Tam olarak şöyle; kendimi anlatmaya, tanıtmaya takatim yok benim. Sürekli bir tanışma hali söz konusu ya bugünlerde, ondandır belki de. Gerçi o tanışmalara özel 3-5 cümlelik bir özgeçmiş var ezberimde, ısıtıp ısıtıp koyuyorum önlerine. Yalnız öğle yemeklerinde, molalarda falan uzun uzun anlatmaya başlıyor ya insanlar kendilerini... Dinliyorum elbette hepsini, yeni hayatlar tanımak, yeni bakış açıları keşfetmek (ki dürüst olmak gerekirse çoğu “normal” insanlar, yeni bi’şey pek çıkmıyor) fikri her zaman cazibesini koruyor benim için. Amma velâkin iş bana gelince, o deli saçması fikirlerimi ortaya döküp, beni daha birkaç saattir “tanıyan” insanlar tarafından soru bombardımanına tutulunca, da-ya-na-mı-yorum! Kısa cümleler kuruyorum, “yok artık daha neler” bakışlarını, uzun cümleler kurup ifade etmeye çalışıyorum “seni TDK mı yolladı, normal sözcükler kullansana” bakışlarını takıyorlar. Evet farkındayım şu anda onları yargılıyorum. Ama inanın bana, benim onların hayat hikâyelerini dinlemek için ayırdığım vaktin, 3te 1ini bana ayırmadan, notumu verdi çoğu: Ukala! Ya da “çokbilmiş” Mesela “Filozof musun sen kızım, yaşa işte?” diyenler var aralarında.

Umurumda mı? Değil elbette! Kimse beni sevmek zorunda değil, ben de kimseye kendimi açıklamak için harcayamam mesaimi zaten.

Bu durumdan çıkardığım asıl elim sonuç şudur ki; ben bu saatten sonra karşıma çıkacak “adam” için de böyle uzun uzun kendimi anlatma seanslarına kesinlikle vakit ayıramam. Ey Eros, sözüm sana, atacaksan eğer sihirli oklarından birini bana, rica ederim kendimi tanıtmaya uğraşmayacağım birisine saplansın diğeri de! Ex’ten next olmayacağını (adımdan daha iyi) biliyorum. Sadece beni az-çok bilen, anlamak/tanımak için vakit harcamış olanlardan birine gidiversin o ok bunu istiyorum senden. Gaz ve toz bulutundan başlarsak işe, ben big bang’e gelemeden terk ederim ortamı... Daha önce* bunu bi’kez denemeye kalkıştım, farklı sebeplerden beceremedim ama bugünlerde tam da bunları yaşadıktan sonra hakkaten hiç güvenim kalmadı bu konuda kendime. Ya da bilemiyorum aşk zaten böyle bi’şey değildi, küçük hesaplarla uğraştırmazdı, gelirdi, aklını alır giderdi falan sanki. Hayal meyal bi’şeyler var hafızamda ama emin olamadım. Alooooooo Eros!!! Kime diyorum şu benim sayfayı bi’refresh yapsan!


ama konuyu dağıtmadan....

Read more...
doradoraa [at] gmail [nokta] com

ne güzel demişleR

deli saçması

  © Free Blogger Templates Blogger Theme II by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP