aşk pırıltısı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
aşk pırıltısı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Salı, Kasım 24, 2009

kıRmızılı mavi


Kullandığım ilaç 15 gündür bütün hormonlarımın ağzına sıçtı. Demek ki neymiş; 2 küçük pembe hapın koskoca bir metabolizmaya böyle bir etki yapabilmesine farmakoloji deniyormuş. Hayır ben ruhen, bedenen, kalben, zikren ve de fikren yeterince savrulmuş bir haldeyim zaten. Medikal müdahalelere hiç gerek yoktu. Ama tabi akılsız başın cezasını hormonlu bünyeler çekiyor böyle. Bütün vücudum kasılmış bir halde. Eve geleli daha yarım saat oldu. Ve benim şu anda hayatımda yapmak istediğim en son şey yarın sabah kalkıp işe gitmek. Ve benim şu anda yapmak istediğim tek şey sıcak bir duş alıp sevgilimin koynuna sokulmak. O biraz masaj yapar belki bana, yapmasa bile varlığı yeter ki...
Ve bu bir hayal değil, ne garip, ne acayip! Bir yüzü var artık sevgilimin. Bir sesi var özlediğim, adımı her söyleyişinde yüreğimi ısıtan, serinleten, hoplatan. Gözleri var, ışığında kendi ışığımı görebildiğim. Elleri var, her dokunuşuyla yakan...

Ve imzalamam ve imzalatmam gereken evraklar var, yazışmam gereken üniversiteler, haberleşmem gereken hocalar, öğrenmem gerek yepyeni İngilizce kelimeler var. O, tüm bunların ortasında gülümsüyor bana, sıcacık.

“Seni bir ahtapot gibi sımsıkı sarıp boğarak öldürmekten korkuyorum” diyorum,
“Ben ölmekten korkmuyorum” diyor.

“Öyle çok ki soru işaretlerim benim, ya sorularımla boğarsam seni” diyorum
“Sen cevaplarımla boğulmayasın” diyor.

“Sen kapılarını kimsenin açmadığı gizli bir odaya girdin şimdi, ancak gözlerin alışınca görebileceksin oradakileri” diyorum
“İçinde sen varsan ben beklerim sultanım, yeter ki benimle kal” diyor.

Şimdi ben bile korkuyorum o odaya girmeye sanki. Aldım onu içime, yapyalnız bıraktım orada. Ve hiç yardımcı olmuyorum el yordamıyla tanımaya çalışıyor etrafındakileri. Ve karanlıkta dolanırken eline çarpan her sivri çıkıntıyı törpülenmesi gereken bir sert bir kaya sanıyor.

Ben 1 yıl içinde “gitmek” üzere planlar yapmış ve de eyleme geçmişken elimden tutuyor.
“Taş koymam lazım senin işine ama kıymetini bil bebek, ben imzalarım senin evrakları” diyor.

Sonra ansızın “Kız mı?” deyip gülüyor. Dünyayı unutturan en sevimli, en sıcak gülüşüyle gülüyor bana. Bir de göz kırpıyor üstüne. İçimde fırtınalar kopuyor....

Üstelik tüm bunları düşünürken, bık bık diye ötüyor telefon, yine dile geliyor: “o zaman ben de güzel geçen günlerimle mutlu olayım” diyor. Cevap veremiyorum, öylece kalakalıyorum.

Ve sonra ağzına sıçılmış hormonlarıma, bana güvenmeyen eniştelerime amcalarıma, hala istifayı basamayıp ağız kokusunu çektiğim yönetici bozuntularına ve o iki kelimeyi bir araya getirip söyleyemeyişime küfrede ede ağlıyorum.

Hayatımda her şey “hayal ettiğim gibi” olmaya başlamışken ben oturmuş “Ama”larıma ağlıyorum.

Allah’ım sen her şeyin en doğrusunu, en hayırlısını bilensin. Hakkımda hayırlısını diliyorum senden!



http://www.youtube.com/watch?v=xXgo7imn2hg

Read more...

Cumartesi, Ekim 24, 2009

nihayet, ama bu niye kıRmızı değil ?!

tarih: 24 ekim 2009

10 gündür yaşadıklarımı tek tek yazsaydım keşke. Keşke değil aslında yazabilseydim yazardım zaten. Daha neler yaşadığımı bile anlamamışken onları yazmak fikri şu an bile çok ütopik geliyor. Ama deneyeceğim. Çünkü bunlar yazılmalı, hatırlanmalı.

Dün beni azarlayan hukuk profesörünün söyledikleri bir işe yarasın bari. Sistematik bir şekilde ifade edeyim yaşadıklarımı. Bakalım neye benzeyecek:

Önce babam. Konuştuk tabi. Bir cumartesi sabahı kahvaltı sonrası:
-sen niye gitmeden annenlerle?
-yok baba ben öğleden sonra işe gideceğim yine.
-senin bu esnek çalışma saatleri iyice esnedi bakıyorum. benim bildiğim cumartesi öğlene kadar çalışılır, sen öğleden sonra gidiyorsun.
-e baba böyle olmasa okulu idare edemem.
-olsun çıksaydın annenlerle, kardeşin işe bırakırdı seni.
-gerek yok baba. hem ben seninle bi'şey konuşmak istiyorum.

bunu söylediğimde, gazetesini almış, gözlüğünü takmış, kanepeye henüz oturmuştu. nasıl bir tonla söylediysem artık önce yüzünden bir sarı yeşil dalga geçti. döndü baktı. suratımda nasıl bir ifade vardı kimbilir, gözlerinden bir acayip hüzün, heyecan, korku geçti... televizyonu kapatmak için kumandaya uzandı. kapattığı sadece uyduydu, tv.den cazur cuzur bir ses yükseldi. gayri ihtiyarı yeniden açtı uyduyu, ekrana çizgi film geri geldi. televizyonun kumandasına bakındı, göremedi. iyice rahatsız oldu. 'ee söyle bakalım' gibi bi'şeyler geveledi, tv.nin sesini kısmaya çalışırken.

o kadar hazırlanmama rağmen yine başlayamadım konuşmaya. babam iyice gerildi. bu gerginlik sayesinde babama evleneceğimi söyleyeceğim günün provasını da yapmış olduk.
sonrasında iki lafı bir araya getirip derdimi anlattım.

-ee ne istiyorsun peki benden?

bi'sürü şey söylemesini bekliyordum da, böyle bir soru beklemiyordum işte. apıştım.

-desteğini baba! derken sesim titriyordu.

uzandı, koynuna çekti beni. duymayı beklediğim her şeyi söyledi. gözleri doldu galiba, çaktırmadı. "dağıldık" dedi. "geç kaldın" dedi. dedi... dedi...

annemi çekiştirdik yine beraber. kızdı... kızdı... aklına geldikçe daha çok kızdı.

kızım ben hayatta olduğum sürece, ben hayatta olmasam bile senin her konuda desteğin olacağım diye başladı. "peki sen ne yapmak istiyorsun?" diye bitirdi. bu milli piyango gibi bi'şey dedim, çok büyük ve önemli bir fırsat dedim... daha diyecektim de, tamam ne gerekiyorsa yap dedi.

yapılacak öyle çok iş var ki. dün evraklarımı gönderdim Ankara'ya. 2 kasıma kadar evraklar incelenecek ve bize kesin sonuçlarla ilgili borçlanma senetleri gönderilmeye başlanacak. peki ben evrak gönderirken ne yaptım? eksik evrak gönderdim!

böyle bir konuda, nasıl böyle bir dikkatsizlik yaptım, aklım almıyor. neden aklım almıyor, çünkü aklım bir karış havada? neden aklım bir karış havada?
çünkü galiba bir ilişkim var bugünlerde.
çünkü galiba bir ilişkim var artık.

cık cümleyi nasıl evirirsem evireyim, duygularımdan bahsedemiyorum. ancak bir durum tespiti yapabiliyorum. ilişki yaşama durumu.

peki şimdi nereden çıktı bu adam? ne işi var aklımda, ne arar elleri saçlarımda, dudakları dudaklarımda? 2 yıldır canım gülümken, şimdi mi geldi aklına, aklıma, aklımıza sevgili olmak?

onunla olduğum anlar dışında, her şey bir garip. kimselere anlatamadım daha. yazayım diyorum, nerede başladığını ben bile bilmiyorum ki bir başlangıç bulayım. onu tanıdığım günden bugüne hakkında 6 yazı yazmışım, hepsi taslakta kalmış. hepsi de eğlenceli anlar...

2 yıldır tanışıyoruz, tanıştığımızda bir sevgilisi vardı, o yüzden kafadan kategori dışıydı kendisi. biraz birlikte çalıştık, biraz farklı birimlerde ama irtibatı hiç koparmadık. birlikte yedik, eğlendik, içtik, sevişircesine dans ettik, hep şirket partilerinin en eğlenceli grubunun en eğlenen 2 kişisi olduk. başbaşa da çok çıktık. daha birkaç ay önce beni aldatan adamların ortak özelliklerini sıralıyorduk, 1 ay öncesine kadar, eski sevgilisinin tekrar kendisiyle yatmak için yaptığı oyunları konuşuyorduk. 1 hafta bir gece yarısı kahkalar içinde evlenip amerikaya birlikte gitmeye karar verdik ve 4 gün önce istanbul'un en güzel manzaralarından birine karşı yine bir bira patates keyfinin ortasında, ben "ya ben nasıl bırakıp gidereceğim bu şehri" diye şapşal şapşal sızlanırken...

işten erkek kaçmıştık, derse gitmemiştim, boğaza karşı, vızır vızır vapurları ve koşturan insanları ve gün batımını izliyorduk, üçüncü biralara "her şey olacağına varır" diyerek başlamıştık. bir gitar, bir de yan flütle 90ların en güzel aşk şarkılarını çalıyordu 2 genç adam. birden "gittiğin yerler nasıl bilinmez güzelim" diye başladı solist. "aa" dedim "çok severim ben bu şarkıyı". güldü, benimle birlikte ezbere söyledi. "bu sabah yine her sabahki gibi sıkıldım istanbul'dan" deyince akıverdi gözüme dolan yaşlar. yan yana oturuyorduk. kolunu arkamdaki koltuğa uzatmıştı. peçeteyle gözlerimi temizleyince "ağlıyor musun?" dedi şaşkınca. döndüm, gülmeye çalıştım, beceremedim. "omzuna yaslanabilir miyim dedim?" (ki bu sorunun bir gün başıma iş açacağı belliydi) güldü. ne cevap verdi hatırlamıyorum, omzuna yaslandım. gün batıyordu, gökyüzü rengarenkti, birazdan köprünün ışıkları yanacaktı, kocaman gemiler, bisikletler gibi hızlı manevralar yapıyordu. şarkı bitmişti. serin bir rüzgar esti. saçlarım gözüme girdi. elleriyle saçlarımı düzeltti. hafifçe alnıma değdi parmakları. "hayır" dedim içimden "sakın yüzüme dokunmasın." rüzgar yeniden esti. yine dağıldı saçlarım. kapattım gözlerimi. sadece saçlarımı düzeltmedi bu kez, yanaklarımı okşadı, gözyaşlarımı yokladı, çenemden tutup hafifçe çekti başımı, burnumun üstüne küçücük bir öpücük kondurdu. daha önce de böyle öpmüştü, tehlikesiz olabilirdi eğer gözlerim hala kapalı olmasaydı. rüzgarın sesini duydum hafiften, bir melodi vardı ama çok uzaktı sanki, seçemedim. derin bir nefes alıp kalkacaktım omzundan. o derin nefeste, o'nun nefesi vardı. kalkamadım. kalkmadım.

sıcacık bir öpüştü dudağımdaki...
ansız, zamansız, plansız yepyeni bir başlangıçtı hayatımdaki...

tarih: 3 kasım 2009
to be continued

Read more...

Pazar, Mart 22, 2009

kaRanlık beyaz, paRlak tuRuncu

Ben hala ne yaptığımı tam olarak idrak edemedim galiba. Yüzdüm yüzdüm kuyruğuna geldim de, şimdi ne olacak? Salı günü de OK derlerse bana. (ki diyecekler, tüm olmaz olsun balık burcu sezgilerimle biliyorum bunu) Şakası var mı bu işin?
Benim ne işim var orada?

Peki ya demezlerse? “Olmadı canım, belki başka zaman” derlerse. Var mı bir B planım. Benim var da, ne kadar gerçekçi? Ayrıca babamı “olduğuma” bu kadar ikna etmişken tekrar başa dönersem…

Offffff ve ya poffffff ya da püfffffff.

Neyse bakalım. Her şey sonuçlansın hele.

Bi’de tüm bunlar olurken H. kişisi karşıma geçmiş “bu kızla var ya, tophane’ye gider tavla oynayıp nargile de içersin, F1 de izlersin, bağıra çağıra maçta seyredersin. Ama küfrettirmez bak, tavrını koyar kalkar. Balıkla rakı içmeyi de bilir, yaprak sarmayı da. Evinde sana bi’sofra hazırlar, bir misafir ağırlar aklın şaşar” diyor.

Ben elimdeki çatal havada, ağzım açık öylece kalakalıyorum. Bi’otuz saniye falan gözümün önünden kareler geçiyor. Bridget Jones’un ilk sahneleri gibi, konfetiler atılıyor, şampanyalar patlıyor, biz elele gelin arabasına doğru koşuyoruz kendisiyle.

“bu nasıl bi’tespit ya sen daha beni 3 gündür tanıyorsun”
“yanlışsa şurası yanlış de, düzeltelim”

Ah bu “ben bilirim” tripleri yok mu bir erkeğin, suratındaki o ukala sırıtışı Bu kendinden emin pozlara her seferinde kanıyorum, evet!

Bir maç muhabbetinin ortasına dalıp “liverpool’un never walk alone diye şarkısı vardı diğ mi, onların taraftarları da ingiltere’nin çarşı'sı bi’nevi” gibi bir laf ediyorum. Derdim sadece muhabbeti bölmek aslında. Birden oklar bana dönüyor, çok bilmişlikle genel kültürlülük arasında bir sıfat bulmaya çalışırken H. tutup bunları söylüyor hakkımda. Orda kalkıp bana liverpool’un renklerini sorsa bilmiyorum ama bu adam beni biliyor. Hakkaten de ben, benim sevdiğimin adamın beni böyle sevmesini istiyorum. Onu mango'nun kapısında saatlerce bekletecek bir tip olmadığımı fark etsin istiyorum. Biz birlikte bunları yaparken keyif alalım istiyorum. Ne bileyim, serin bir akşamüstü açık havada özene bezene hazırladığım sofrada ben onun tabağına balığını koyarken o da benim rakıma su koysun istiyorum.
Bana “hadi hafta sonu maça birlikte gidelim” dediğinde reddedilmeyeceğini ya da tavlada yenilirse dışarıdaki soğuğa buza aldırmadan ona mangalda sucuk yaptıracağımı bilmeli benim sevgilim.

Peki bu adam bunları bilirmişçesine hem de gözlerimin taa içine baka baka nasıl kuruyor bu cümleleri? Ben bu kadar yaklaşmışken hedefime, beni durdurmaya kalkmak değil de ne bu!?

Hayır Murphy Efendi. Bu sefer kandıramazsın beni. Evet, tekrar okumak için kopyalamış olabilirim tüm yazışmalarımızı ama son yazdığı maile cevap vermeyeceğim pazartesi günü. Hayır, Salı günü giyeceğim elbisenin onunla hiç bir ilgisi yok, tamamen görüşme için bir hazırlık o. Böyle adamların “tipi” olmadığımı öğreneli çok oldu ayrıca. Bu saatten sonra hiç kimse için 0 beden olamam ben.
Bunu daha önce de söylemiş olabilirim ama bu sefer “gerçekten” olmaz Mr. Eros. Ya da artık bu zamansızlıklara ilgilenen her kimse…

Slumdog millionaire” yıllardan sonra listeme giren ikinci film olduysa ve "Sliding Doors"la birlikte bir numarayı paylaşıyorsa tek sebebi: “hayatta başımıza gelen her şeyin bir sebebi var”dır. Eğer dikkatle dinlersen, izlersen onu, sana sorduğu tüm soruların cevabını bir zamanlar bir yerlerde verdiğini görürsün.
Ben o cevaplardan birini verdim geçen Çarşamba. Gözümün önünden kare kare geçti yanıtlar. Hiç düşünmeden söyledim. Düşündüler taşındılar cuma günü gelip “Doğru” dediler bana. 'Haftaya Salı büyük ödül için son soruyu soracağız, canlı yayını kaçırma' dediler. Tüm yanıtları bu kadar net okuyamamış olabilirim. O yüzden işimi şansa bırakamam artık. Böyle boş cümlelerin peşine hayaller kuramam şimdi. Oturup çalışmam lazım bir tur daha…

Read more...

Cuma, Kasım 23, 2007

çok mavi, hiç kıRmızı

Yazmak lazım,

Bu günlerde saçma sapan bir tempo içindeyim. Plaza insanı olmak nasıl acayip bi’şeymiş çoktan unutmuşum. Ayak uydurmak epey vaktimi alacak. Şimdi bir anlatmaya başlasam var ya, ohoooo. O yüzden kısa kısa geçeyim istiyorum.

Bi’kere bir günüm diğerine uymuyor. Bir gün diyorum ki “kızım gül bahçeleri varken neden yol kenarında çalı olmayı seçtin, salak mısın, ne işin var burada” ertesi sabah kalkıyorum ve “yolun kenarındaki çalı bile olsam burada kendi bahçemi yeşertebilirim, bunu yapabilecek kapasiteye, cesarete ve azme sahibim.” diyorum. Sonra yine ertesi gün oluyor 20 yıldır aynı işi yapan memurlar gibi giyinip, serviste uyuyup, işyerinde makyaj yapıp bilgisayarın başına geçiyorum. Fena!

Ah sahi kendimle ilgili çok önemli bi’şey fark ettim. Yeni insan tanımaya tahammülüm kalmamış benim. Yok pardon böyle değil. Tam olarak şöyle; kendimi anlatmaya, tanıtmaya takatim yok benim. Sürekli bir tanışma hali söz konusu ya bugünlerde, ondandır belki de. Gerçi o tanışmalara özel 3-5 cümlelik bir özgeçmiş var ezberimde, ısıtıp ısıtıp koyuyorum önlerine. Yalnız öğle yemeklerinde, molalarda falan uzun uzun anlatmaya başlıyor ya insanlar kendilerini... Dinliyorum elbette hepsini, yeni hayatlar tanımak, yeni bakış açıları keşfetmek (ki dürüst olmak gerekirse çoğu “normal” insanlar, yeni bi’şey pek çıkmıyor) fikri her zaman cazibesini koruyor benim için. Amma velâkin iş bana gelince, o deli saçması fikirlerimi ortaya döküp, beni daha birkaç saattir “tanıyan” insanlar tarafından soru bombardımanına tutulunca, da-ya-na-mı-yorum! Kısa cümleler kuruyorum, “yok artık daha neler” bakışlarını, uzun cümleler kurup ifade etmeye çalışıyorum “seni TDK mı yolladı, normal sözcükler kullansana” bakışlarını takıyorlar. Evet farkındayım şu anda onları yargılıyorum. Ama inanın bana, benim onların hayat hikâyelerini dinlemek için ayırdığım vaktin, 3te 1ini bana ayırmadan, notumu verdi çoğu: Ukala! Ya da “çokbilmiş” Mesela “Filozof musun sen kızım, yaşa işte?” diyenler var aralarında.

Umurumda mı? Değil elbette! Kimse beni sevmek zorunda değil, ben de kimseye kendimi açıklamak için harcayamam mesaimi zaten.

Bu durumdan çıkardığım asıl elim sonuç şudur ki; ben bu saatten sonra karşıma çıkacak “adam” için de böyle uzun uzun kendimi anlatma seanslarına kesinlikle vakit ayıramam. Ey Eros, sözüm sana, atacaksan eğer sihirli oklarından birini bana, rica ederim kendimi tanıtmaya uğraşmayacağım birisine saplansın diğeri de! Ex’ten next olmayacağını (adımdan daha iyi) biliyorum. Sadece beni az-çok bilen, anlamak/tanımak için vakit harcamış olanlardan birine gidiversin o ok bunu istiyorum senden. Gaz ve toz bulutundan başlarsak işe, ben big bang’e gelemeden terk ederim ortamı... Daha önce* bunu bi’kez denemeye kalkıştım, farklı sebeplerden beceremedim ama bugünlerde tam da bunları yaşadıktan sonra hakkaten hiç güvenim kalmadı bu konuda kendime. Ya da bilemiyorum aşk zaten böyle bi’şey değildi, küçük hesaplarla uğraştırmazdı, gelirdi, aklını alır giderdi falan sanki. Hayal meyal bi’şeyler var hafızamda ama emin olamadım. Alooooooo Eros!!! Kime diyorum şu benim sayfayı bi’refresh yapsan!


ama konuyu dağıtmadan....

Read more...

Cumartesi, Temmuz 07, 2007

alaca

Efenim gündem yine çoşmuş durumda, yaz dediğin sakin geçer, öyle "dan-dun" keskin değişiklikler olmaz bu ülkede, herkes 2 hafta memlekete gider tatilini yapar, (son yıllarda herkesin memleketi bodrum, çeşme çaktırmayın) çocuklar bisiklete biner, bazıları yüzme öğrenir, gençler aşık olur, biraz daha gençler yaz düğünü yapar falan. 2007 yazı ise hiçte sakin değil bu kez ne İstanbul’da ne de Türkiye’de . Borsa rekor üstüne rekor kırıyor, dünyanın en hızlı büyüyen pazarlarından petrokimya pazarının yerli sanayisi PETKİM “blok” halinde yabancılara satıldı. (haklarında tek bilinen yabancı oldukları zaten), sonracığıma Anayasa mahkemesi cumhurbaşkanını halkın seçmesi, seçimlerin 4 yılda bir yapılmasına ilişkin düzenlemelerin olduğu yasayı anayasa uygun buldu, referanduma gidilmesi yolunu açtı. (ki bugünkü gazetelerde bundan sonra ne olacağına ilişkin senaryolar almış başını gitmiş durumda. Ben hafta içi dersime çalışıp ondan sonra bi’şeyler yazmak niyetindeyim.)

Üstelik 07.07.07 gibi süper simetrik bir tarihteyiz. Sadece ABD’de 30000 çift evlenecekmiş bugün. Ben de gün itibariyle gazeteci olmak isterdim aslında ya da olsam mı acaba? Kıytırık bir mikrofon bi'de hantal kamerayla dayansam mı Kadıköy evlendirme dairesinin kapısına. “Neler hissediyorsunuz bugün, evlilik heyecanı vardır tabi bir de bu tarihte dünya evine girmek nasıl bir his?” desem. Ya da doğumhanelerin kapısına mı dayansam acaba, çiçeği burnunda babaların burnuna dayasam mikrofonu , “çok zor oldu mu eşinizle bugünü denk getirmek” falan desem =) normalde 10–15 doğum olan büyük hastanelerde bugün 20–25 sezaryen randevusu varmış. Eh vatana millete hayırlı evlatlar olurlar inşallah ne diyeyim?

Benim de bugüne ilişkin hayallerim vardı birkaç yıl önce, şimdi neler yapıyorum, hayat işte. Ama benim olayım 09.09.09. yediyi severim en büyük asal sayıdır kendisi, hem tek, hem asal! O yüzden güzel bir gün bugün, ancak benim hayatımın sayısı 9. her zaman böyle oldu, o yüzden 09.09.09 tarihinin benim için özel olacağına inanıyorum. (ve bu kez beklentilerim büyük ya da küçük hayallerim yok o gün için, akışına bırakmayı öğreniyorum galiba)


Atlarsam üzülürüm İstanbul’da olanlar için bugünün bir başka anlamı daha var (olmalı), saat 16'da Tandoğan meydanı’nda teröre karşı birlik mitinginin düzenlenecek. Cumhuriyet mitinglerinden sonra bu mitinglere katılım, neredeyse bir elin parmağı kadar kalıyor ya, ben bu konuda Tuğçe Baran’a katılmadan edemiyorum.

Bir de bugün doğum günü olanlar var, ben yerlerinde olsam sevdiğim 7 kişiyle, pastayı 7parçaya bölüp, 7 kadehi şerefe kaldırırdım, 7 dileğimin gerçekleşmesi umuduyla =))
Senin için, o 7 kişiden biri olmasam da "İYİ Kİ DOĞDUN" dediğimde seni tanımış olmaktan büyük mutluluk duyduğumu, seninle vakit geçirmekten gerçekten keyif aldığımı ve bu yüzden İYİ Kİ dediğimi biliyorsun değil mi?





7 harika mevzuunu özet geçip, “devam edeceğimdir” diye virgül koymuştum dün. Efenim kararsız kaldım valla, hem harikalar konusunda dersimi henüz bitiremedim aceleye getirmek istemiyorum, hem de acaba yenilerinin açıklanmasını bekleyip onlarla ilgili ödevlerimi de yapıp öyle bir yazı haline mi getirsem acaba diye düşünüp duruyorum. Ve şu anda karar verdim ki böyle yapmak tarihe not düşmek açısından daha derli toplu bir kayıt olacak. Şimdilik sadece oylamada benim tercihim olan 7 harikayı paylaşayım sizlerle. (içlerinden seçilenler olursa -ki olur herhalde yahu 21'de 0 çekecek kadar zevksiz değilimdir- “ben demiştim” diye böbürlenirim=))

Akropolis, Atina = Medeniyet ve Demokrasiyi
Coloseum, Roma, İtalya = Sevinçve Istırabı
Çin Seddi= Azim ve Kararlılığı
Paskalya Adası heykelleri, Şili = Gizem ve Hayranlığı
Aya Sofya, İstanbul = İnanç ve Saygıyı
Maçu Piçu, Peru = Cemiyet ve İthafı

Ve tabi ki
Tac Mahal, Agra, Hindistan Aşkı ve Tutkuyu sembolize ettiği için oyladım.



Ama elbette tek kriterim bu anahtar sözcükler değildi, mesela Maça Piçu'yu oldum olası merak etmişimdir. Aynı hayranlığım Colleseum ve Tac Mahal içinde geçerli, oraları görmeden ölmek gibi bir niyetim yok.

Bakalım yeni harikalarımız neler olacak?

Son olarak sıradaki şarkıyı youtube’dan kendi ellerimle seçtim, tüm ”7” severler için ve elbette kendim için geliyor, şimdi bilgisayarlarımızın sesini biraz daha açıp play simgesini tıklıyoruz ve Ayten Gökçer’e eşlik ediyoruz:


Tanrım, tek başına koyma kulların
Yalnızlığa ancak sen dayanırsın.
Eşsiz dostuz kalanın zordur halleri
Yalnızlığa ancak sen dayanırsın

(bi'de mümkünse ben 9 tane istiyorum =)




Read more...

Çarşamba, Temmuz 04, 2007

gök mavisi


“Gitme” diyemem sana, “beni de al” hiç diyemem. Ya yerinde olmak isteyebilirim şu anda ya da yanında olmak. Gerisi teferruat...

Read more...

Pazartesi, Haziran 18, 2007

kıRmızımsı

(Bu yazı bir pazar geceyarısı sayıklamasıdır, pazartesi pazartesi, iş güç arasında tavsiye edilmeyebilir ya da aksine iyi gelebilir öyle daldan dala falan. Bakın dalganıza işte, bana neyse)

Bu yılda sınavlar bitti. Her zamanki sırasıyla, önce ilköğretim öğrencilerinin yazılıları, sonra üniversitelerin “finalleri”, arada bi’yerde OKS denen zımbırtı ve nihayet ÖSS! Yabancı dil sınavı olsa gerek sahi haftaya falan o da yapılır, biter bu yılda. Hep tuhaf gelir bana yılbaşı diye 1 ocağı kutlarız cümbür cemaat sonra haziranda okullar kapanınca, iş yerinde tatile çıkma dilekçeleri/formları uçuştukça “oh bu yıl da bitti” diye bir rahatlarız. İnsanoğlu işte tuhaf, zamanın akışında kendi böldüğü dilimlere bile uymuyor .

Bir erkekle alışverişe çıkmak mı? Yok kalsın. Üstelik daha teklif edişinde bile hayır yok: “senin zevkin fena değildir, gelsene benle!” Sıpa! Fena sensin bi’kere! Bir daha kanarsam o muzır, muzip bakışlarına 2 olsun. Bir erkekle alışverişe çıkmak mı? “Fena değil” ne demek, "tapıyorum" deseler gitmem.

—Yahu herkes beni neden kutluyor ki, ne yaptım ben?
—Ama Haziran, 3.üncü Pazar, babalar,
—Baba olduğum için mi? Haha, anneniz olmasa ben baba olabilir miydim, sizin gibi harika evlatlarım olabilir miydi? Haydi gelin ona teşekkür edelim hayatımızı anlamlandırdığı için.
Evet rüya olmalı bu, böyle biri var olabilir mi gerçekte, gerçekten?

Yasin suresi, 36. ayet: "Şanı yücedir o Allah'ın ki toprağın bitirdiklerinden, onların öz benliklerinden ve nice bilmediklerinden bütün çiftleri yaratmıştır."yasin suresi ayet:36-41
Tefsiri: Bu itibarla dünyadaki şeylerin hepsi, bir zıddı veya benzeri yahut da herhangi bir bileşiği ve karşıtı bulunması yönüyle çifttirler.

Nebe suresi, 8. ayet: "Sizleri çift çift yarattık."
(kaynak olarak) (orjinal görüntü)

Sadece eş olarak değil zıddı ve benzeri ile çift! Ruh eşi mitolojik bir efsane değilmiş ne güzel, en azından ben böyle inanmak istiyorum kime ne?


Özlem Tekin’in şarkısıdır değil mi bu,
Kime ne karman çorman hayatımdan,
Kime ne yalan dolan masallarımdan, ben mutluysam..

Sorun orada işte: ben mutluysam!?

Bir de Kayahan’ın bi’şarkısı vardı, “İstanbul’da bir güzel, İstanbul kadar güzel” diye, hatta şöyleydi;

Bir gün öyle bir gün ki o benzeri yaşanmamış!
Öyle mutluydum ki İstanbul’da ben...

“İstanbul Hatırası”ydı herhalde adı, bende kaseti vardı eskiden, şimdi baktım yok. Ne güzel şarkıdır halbuki. Halbuki ben öyle mutlu olmak için dönmüştüm İstanbul’a, kaseti aradım, şimdi yok...

“Gitme” mi daha ikna edici “kal” mı?

“Seni özledim” demek ki mi zor “seni seviyorum” demek mi? Biri diğeri demek mi yoksa? ‘Özledim yahu’, ‘özlettin kendini’ falan değil, “seni özledim” nokta. Bunun yazılmışı vardı eskilerde ama kim bulup çıkaracak şimdi.

Peki, gitmek mi zor kalmak mı?

Ne güzel demiş, dilemiş yazan; basitçe evet olsa keşke tüm yanıtlar. Ama her soruya karşılık gelmiyor ki evet.

Bir film vardı, çocuğun bir bilardo topu vardı, 8 numara, yolculuğa çıkıyordu. Topa "evet-hayır" soruları soruyordu. Bir sürü acayip tiple karşılıyor sonunda hayatının kızını buluyordu o yolda. Route 65 gibi bi’şeydi. Ama kaçtı? Cine5 verir arada sırada. Çocuğun doğum gününde başlar film. O da en çok mavi rengi sever. Bulamadım şimdi. Neyse bulurum bi’ara. Benim de cevaplara ihtiyacım var şu sıralar en çok. Doğru cevaplar verebilmeyi, doğru kararlar alabilmeyi diliyorum en fazla. Bir de mutlu olabilmeyi. “Öyle mutluydum ki, İstanbul’da ben” diyebilmeyi.

Colorstrology diye bir site varmış, filmin ismini ararken (biri yazdı çünkü bu filmi blogunda, okudum eminim, hatta yorum bırakacaktım, sonra başka bi’şeye takıldım unuttum. İnsan işaretler, etiketler yahu, nerede aklım kimbilir) Neyse readerın arşivinden bu yazı çıktı, üstelik daha önce okumamışım, yeni bir site keşfetmiş oldum böylece. Baktım ben de benim rengim; BLUSH; imaginative, instinctive, knowledgeable. Buyruun beniimmm ;)
Lakin, persian jewel renkli bir mavi dokunmakta şu sıralar hayatıma: intelligent, seductive ve sensitive’ miş kendisi, kulağa ne kadar hoş gelen bir kombinasyon bu! Velhasılı kelam, ben kırmızıya çalan bir günde doğmuş olsam da mavi var hep hayatımda bi’yerlerde

Bi’de aklıma geldiği iyi oldu. Rica edicem (edeceğim değil, edicem) bana “neler yapıyorsun?” diye sormasın hiç kimse. Duyanlar duymayanlara, tanıyanlar tanımayanlara, tanımayanlar tanıyanlara söylesin! Hele bu soruyu, yüklemi 2 tekil şahıs, gelecek zaman kipiyle çekerek sakın sormayın bana! Aslında hiç soru sormamanızı tercih ederim, cevaplarım olmadığını söylemiştim değil mi. Hem ben size, “hayatının amacı ne?” diye soruyor muyum?

İlla "en azından nasılsın diyeceğim” diyen varsa “iyiyim efenim”. Sağlıklıyım, ailemle birlikteyim, herkes sağ ve salim, dünyadaki pek çok insandan daha zenginim. Spor yapıyorum, dalından erik yiyiyorum, domates suluyorum. Senin gibi, inatla nasılsın diye soran bi’sürü sevgili arkadaşım var. Daha n’olsun yahu :D İyiyim! Gerçekten! =))

Read more...

Cuma, Haziran 15, 2007

güneş saRısı


Ne garip, ne güzel, kilometrelerce uzakta aynı güneşin batışını izlerken, aynı şeyleri düşünmemiz.
Peki bu heyecan yeter mi ayakta kalmaya, “biz” olmaya, birlikte mutlu olmaya?

Hani nerede akışına bırak, su yolunu bulur diyen, şimdi neden bu kadar kaygılı? Anlayan beri gelsin...

Ne çok soru var sorulması gereken, ve ne çok cevaba ihtiyacımız var karar verebilmek için.
Neden Joel’in Clementine dediği “tamam” gibi tek bir cümleyle çözülmüyor ilişkiler? En azından ben neden bu kadar beceriksizim bu konuda?!

—who knows?
—no one knows
—even you?



Read more...

Cumartesi, Haziran 09, 2007

şizofRen mavi

—Sen iyice saçmalıyorsun artık farkında mısın?
—Nedenmiş o?
—Bu saatten sonra ateşle barut yan yana durmaz kızım, niye kendini kandırıyorsun?
—Kendimi kandırmıyorum ben. Neden olmazmış, yeni arkadaşlar edinmeyeyim mi yani ne var bunda?
—Hayır efendim, 2 yalnız karşı cinsten öyle samimi arkadaşlıklar çıkmaz, çıkamaz, doğaya aykırı bu birincisi.
—Dur dur geçme ikincisine niye aykırı olsun x var, y var, q var, w var, j var.
—X evlendi bi’kere, Y'yi çocukluğundan beri tanıyorsun, ayrıca birlikte olamayacağınızı itiraf ettiniz birbirinize yıllar önce, Q evet yalnız ve arkadaşsınız ama eğer seninle ilgili hisleri yoksa yakın zamanda bir sevgili bulur sizin arkadaşlıkta damdaki pabuç olur, W'yle hiç bi'zaman o kadar yakın olmadınız ayrıca uzun zamandır görüşmüyorsunuz, J'de eşcinsel falan olsa gerek, o kadar güzel kadınla birlikte çalışırken yalnız olması manidar yani...
—Eeee haddini aştın ama, saçma sapan tespitler bunlar, etrafında ki herkesin sana asıldığını düşünecek kadar hastasın artık demek.
—Bana sana ne farkı var ha ha ha. Böyle düşünecek kadar zavallı değiliz ayrıca. Ha ha aha
—Gülme!
—İyi gülmeyeceğim. Söyle o zaman bugün kızların ayarladığı buluşmanın bir çöpçatan işi olduğunu bile bile neden gittin?
—Çünkü adam son 6 ayı Kanada’da geçirmiş, gökte ararken yerde buldum, niye gitmeyeyim?
—Hıh, bahaneni sevsinler. İçten içe merak eden, 2 saat kıyafet seçen bendim değil mi?
—Sendin tabi! Hem bi’kere gerçekten içten içe merakım olsa bugün değil, dün olurdu!
—O da ayrı dava zaten, ayrıca bu söylediklerimin hepsi dün içinde geçerli biliyorsun değil mi?
—Ya neden bu kadar kötüsün, ben hiç yeni insan tanımayayım mı yani, önce ben kendimi eve kapatayım, sonra profesyoneller gelsin beni hastaneye kapatsın bunu mu istiyorsun?
—Hayır şekerim, elbette bunu istemiyorum. Sadece olan biteni görmen lazım, ateşle barut yan yana durmaz. Sen “sevgili olmayacağım” diyorsan ve böyle hissediyorsan hiç gerek yok bu yaptıklarına. Denedin gördün zaten bi’kez ne olduğunu. Eğer bile bile, “ben beklentisizce yeni insanlar tanımak istiyorum” deyip, tüm iyi niyetinle bu insanlara zaman ve emek harcarsan, 2 gün sonra onlar başka birini bulduklarında seni o buldukları kızlara bile doğru dürüst tanıtmazlar.
—Haklısın galiba.
—Evet haklıyım, bu yüzden uzak dur ondan, onlardan.
—Uzak durmasam...
—Uzak durmasan ama yakınlaşmadan öyle takılsan değil mi, tipik balık davranışı bu işte!
—Ben balık değilim!
—Madem Kova’sın aklını kullan o zaman, beni dinle. Daha yeni iyileşiyor yaraların, yakın yerlerde başka yaralar açmaya ne kadar meraklısın. Hem bu seni başladığın noktaya götürür ki, bunu ikimizde istemeyiz değil mi?
—Asla!
—O zaman romantik balıklar gibi davranmaktan vazgeç, bu saçmalıkları bir kez daha tekrarlama. Daha yeni yaşadın, olmayacağını anladın merakını giderdin işte. Hem sen değil misin, “gitmeme engel olacak yeni bağlar istemiyorum bu şehirde, var olan bağlarım fazlasıyla güçlü zaten” diyen.
—Evet. Ayrıca beni burcumla sınırlayıp durmaktan vazgeç!
—Yeniden yaralanırsan bu kez toparlanacak gücümüz olamayabilir. Bunu bize yapmana izin veremem.
—Ama yeniden duvarlar arkasına saklayamam kendimi.
—Yeni bir yola çıkmak istiyorsun madem, en azından eski sınırlarını çizmelisin. Her şeye rağmen bizi koruyor o sınırlar ve çemberler...


—Ben bi’kahve koyayım en iyisi.
—Evet, en koyusundan bitterimiz de var, 20 gr. keser mi dersin?
—Tüm bu söylediklerinden sonra, bütün paketi al derim... Zulada baileys var mıydı?

Read more...

Pazar, Mayıs 06, 2007

saRı ya da tuRuncu ama kıRmızı değil

Yine çocuktum ufacıktım, top oynadım acıktım diyebileceğim bir yaştayım. 'Süper Baba' en favori dizimiz o zamanlar, bu sebepten rastladığım bir Sevinç Erbulak röportajını baştan sona okumuşum. Bugün bile aklımda olan tek bir cümlesi var. Soru ne bilmiyorum, cevap şu mealde; "bir ilişkiye başlamak dünyanın en zor işlerinden biri, kendini anlat, tanıt, karşındakini anlamaya çalış, çabala, zaman harca". O zamanlar anlamamışım tabi, belliki biriyle "çıkmak" ne kadar zor olabilir yahu diye düşünmüşüm o yüzden olsa gerek söyledikleri bugün bile aklımda.

Daha geçen hafta herhalde, Desperate Housewives'ın Gabrielle'i, eski kocası Carlos'a verandada şöyle bi'şeyler dedi (orijinal senaryoyu bulmak istiyorum ben de ama zor geldi şimdi) : "Benim hakkımda herşeyi biliyorsun ve ben bunun için çok zaman harcadım, şimdi herşeye baştan başlamak beni sinir ediyor" Sonra da Carlos'un içkisini alıp kadeh kaldırıdı.

Şu anda neden bahsettiklerini biliyorum. Ve giyindim kuşandım bunun ne kadar zor olacağını kendi gözlerimle görmeye gidiyorum. Ne diyor Gripin beyler: (Zamana Bırakma Bizi)

sanılmasın yastayım yapyalnızım
yoluma devam ederim kaldıgım yerden
yalanlardan duvar ördüm göğsüme
bir daha yara almam vurduğun yerden

Read more...

Cuma, Mayıs 04, 2007

gün batımı mavisi

Yayınlanacak bir sürü taslak var aslında, çok ciddi çok mühim memleket meseleleri var, yapılacak bir sürü medya dedikodusu var, lig bitiyor şampiyonluk yarışı, kupa heyecanı var, yolculukta tanışılan ilginç insanların ilginç hikayeleri var. Var oğlu var...

ben.....
"ben sensiz istanbul'a düşmanım"

Albümü aldığım ilk 2-3 gün bu şarkıdan ilerisini dinleyememiştim (oysa ki panzehiri 4. şarkı "Olduğu Kadar"mış, nereden bileyim) bugün ilk kez klibinide izledim tam oldu. "Oh be iyi geldi bu yol bana, sakinleştim, İstanbul’a da bahar gelmiş insanlar şenlenmiş oh ne alâ ne alâ" derken bir vitrin camından içeri baktığımda aynı anda bi'sürü plazmada birden başlayan klibi gördüm. Hızla içeri girdim, oldukça hoş bi'bey "Buyurun" dedi, "Şu televizyonların sesini açmanız mümkün mü acaba?" dedim, "Tabii, olabilir" dedi şaşkınca. Ve 4 dakika 41 saniye süren bir şölen başladı benim için. Müzik şöleni, zevk şöleni, acı şöleni, ne derseniz deyin... Piyano, vokaller, kemanlar, davullar, vokaller, sözler.

"Muhteşem bi'şarkı" deyince dünyaya döndüm.
"Kesinlikle öyle, te..." (teşekkür edip çıkmak niyetindeyken)
"Çok yeni bi'şarkı değil sanırım."
"Hayır, aslında eski denemez, yani şarkı kasımdan beri biliniyor ama şubatta çıkardılar bu albümü?"


Muzip bir gülümsemeyle
"Baştan sona ezbere söylediniz de"

O an fark ettim nasıl göründüğümü, siyah takım elbise, topuklu pabuçlar, minik bir çanta, daha düzgün toplanmak üzere açılmış ve klibi görünce açık kalmış (muhtemelen şarkıya playback yaparken hafiften sağa sola savrulmuş) fönlü saçlar. Ne davranışım, ne dinlediğim şarkı kılığıma hiç uygun düşmüyordu, şaşırmakta çokta haksız değildi.

----------------------------------------

13 gün sonra bir yıl olacak seni görmeyeli, hayır hala günleri saymıyorum takvime bakınca fark ettim geçen zamanı. Dün, bugün, 2 ay önce ya da daha önce yaptığım gibi "kelimelerden alacaklı bir sağır gibi içimi döktüm bugün, yokluğunla konuştum" benim yelkenlilerim kestiğim ümitlerden değildi ama "yokluğunda ne gidebildim ne de kaldım", "gerçek miydi tutunmaya çalıştıklarım" bilemedim, hiç bi'zaman öğrenemeyeceğim ama yine de "gel, gel, gel, gel ben sensiz İstanbul’a düşmanım" diyordum bağıra bağıra. Oysa biz hiç İstanbul’da yaşamadık seninle, İstanbul’u hiç yaşamadık beraberce ve bu yüzden bulaştırmayacağım hayalini İstanbul’uma. Ve bu yüzden işte bugün en sevdiğiN gülüşümle, her fotoğrafta "işte bu dediğin" bakışlarımla flört ettim o hoş beyle, oturdum bi'kahve içtim, müzikten İstanbul’dan Kadıköy’den vapurlardan konuştum onunla. Zannettiğim kadar acımadı içim biliyor musun, hatta hiç acımadı. Evet aklıma geldin, karşımda ki sen ol istedim bi'an ama sonra geçti. Geçiyor yani, geçecek.

Read more...

Perşembe, Şubat 08, 2007

mavi


Midemde aşk halinden kalma bir ağrı. yok yok kelebekler uçuşmuyor, o ilk görüşte olur ya hani, belli belirsiz bi'şey hissedersin gözgöze geldiğinde onun gibi. ya da bilmiyorum sadece karnım ağrıyor aslında ben de artık aşık olmak istediğim için bunu aşka yoruyorum. yormak istiyorum. bilmiyorum; bir samimi gülüşten, bir zekice mesajdan bu kadar etkilenmiş olabilir miyim? zekice, evet gayet zekiceydi mesajı. Üstelik zekice bir espriyle süslüydü. gece gece kahkaha attırdı bana.
muhtemelen; "biz aslında tam olarak neden bahsediyoruz" oyunu oynayabileceğim biri (bkz: ahmet altan-aldatmak) iki ucu açık, nereye çeksen oraya giden laflar edebilme potansiyeline sahip bir zeka pırıltısı gördüm. ya da tek bir mesaja fazlaca anlam yüklemekteyim. bilmiyorum

sahi zekaya bu kadar takmışken; ben neden IQ testi yapmıyorum potansiyel aşık adayların(m)a =) önce askerlik durumunu öğrenirim, sonra bi'de IQ testi yaptım mı tamamdır. ama bi'alt sınır belirlemek lazım.
hımmm... şimdi 180 desem "ulan sen kendine deli, bana 180 IQ lazım diyorsun" derse ne derim. ne diyeceğim, sırıtarak "next!" diye bağırırım.

"next! next! next!"

Read more...
doradoraa [at] gmail [nokta] com

ne güzel demişleR

deli saçması

  © Free Blogger Templates Blogger Theme II by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP