Ben aslında ıska geçecektim bu yazıyı ama Elif’cim gizli konuşmalarımız ifşa etmiş, bir de topu bana atmış ses konusunu o yazacak diye, artık yazmasak olmaz =))
Efenim biz ikimizi de çok etkileyen bir sesin sahibinden çıktık yola. O “karşıma geçip konuşsa yeter" dedi, ben “maç anlatmasına bile razıyım yeter ki sadece bana anlattığını bileyim” gibi bi’şey dedim. Çünkü O’ndan bahsederken tam da şöyle yazmıştım daha önce başka yerlere: “Başımı omzuna yaslasam, bana bilmediğim bi’şeyler anlatsa belki bir şiir okusa... Çok mu romantik oldu bu? Tamam, sorun değil, baş başa olsak, o bana maç anlatsa ben sonsuza dek dinleyebilirim sanırım.”
Fikret Kuşkan hakkında böyle bir yargıya ne zaman vardığımı hatırlamıyorum, kuvvetle muhtemel filmlerinden birinde ama hangisinde? (Belki de Ayşegül Aldinç klibinde oynadığı zamanlardan kalma bir hayranlık benim ki, ses falan hikaye =D) Sonra bir gün TRT2 denk geldim belgeselimsi bir yapımı seslendiriyordu ve birkaç şiir okudu bölümleri birbirine bağlarken. İşte o gece eriyip bittiğimi, izlediklerimi not almayı falan bırakıp, öylece kalakaldığımı çok iyi hatırlıyorum. Gözlerimi kapayıp, uçsuuuuuz hayallere dalmıştım O’nun sesiyle. Her ne kadar hayranlıktan yarı baygın halde dinlesem de sesini, ufak bir eksiklik vardı. Çok başka bir zamanda, karşımda oturanın ne anlattığını değil, sesini dinlediğimi fark ettiğim bir anda anladım eksik şeyi. Öyle bir anda insan ister istemez konuşanın sadece ağız hareketlerine odaklanıyor aslında. Hadi romantik olsun “insan kendini dudaklarına bakmaktan alıkoyamıyor” diyelim. Bu nasıl bir çekim gücü bilemiyorum. Üstelik ses koku gibi beyinde algılanan bir duyu da değil, kulaktaki alıcı hücrelerin, sıkışan ve gevşeyen hava moleküllerinin oluşturduğu ses dalgalarından etkilenmesiyle algılıyoruz sesleri. 0,00003 saniye gibi çok kısa bir zaman farkını algılayabilecek yetenekte olduğumuz için de ses kaynağının yerini bulmakta zorlanmıyoruz mesela. Çünkü ses dalgaları önce sesin kaynağına yakın olan kulağımıza sonra diğerine geliyor. Oysa bu tip bir durumda ne sesin frekansıyla ne de geldiği yönle ilgilenmek mümkün oluyor, beynin başka bir mekanizması çalışıyor karşındakinin dudaklarına bakarken. Pek yakın olmasak da karşılaştığımızda hep uzun uzun muhabbetler ettiğim her seferinde “daha sık görüşelim yaa”, deyip bir türlü o sıklığı ayarlayamadığım bir er-kişi bu konudan bahsederken “Ben mesela konuşurken karşımdaki hatunun yüzüne, gözlerine değil de dudaklarına bakmaya başlamışsam bu, kısa bir zaman sonra o dudakları öpeceğim anlamına gelir” demişti. Şaka maka haklı galiba bir takım hislerin başlamakta olduğunun sinyalini veren bir şey bu ses’ten etkilenme hadisesi. Sözlükte birinin dediği gibi; ses ruha ait bir parça sanırım. O’nun ruhundan bizim ruhumuza akan bir nehir, bir köprü belki de; iki ruh arasındaki bağ kopartılmak istendiğinde yakılan ilk köprü...
*Edip CANSEVER - Tregedyalar IV
Yerçekimli Karanfil (Toplu Şiirleri I) Adam Yayınları Sf:156
Read more...