Baştan söylüyorum, ISSIZ ADAM'ı izlemeden/izlemediysen okuma. Film keyfi diye bi'şey kalmaz/kalmayabilir. Savunmam da hazır: “Bak yukarıda günce yazıyor kabak gibi, karıştırmasana elalemin günnüğünü” derim, “bu saatte manyak mısın benim yazdıklarımı okuyorsun git puslu kıtalar atlası oku” derim ki bu cümle bile spoiler sayılabilir, bu sebepten tavsiyem acil alt+F4’tür.
*fotoğraflar resmi internet sitesinden araklanmıştır.
Altına imzamı attığım, atmak istediğim yüzlerce cümlenin benden önce yazılmış, imzalanmış olmasına alıştım da. O sahne… Ah “bir tek benim” dediğim, hiç benim olmamış o an…
Bir sinema filminde. Kendimi sinema perdesinde görmek istediğim belki de tek karede. Neyse ki bir Çağan Irmak filminde. Neyseki muhteşem bir masalın tam ortasında.
Alper:Adı ne bu hikâyenin
Ada:Bilmem mavili yeşilli bi’şeyler işte.
…
Ada:Mavi bir telaş.
Alper: Telaşı at, mavisi kalsın.
Ara verildiğinde ağlayan tek deli olmamamın müsebbibidir bu diyalog. Film biterken katıla katıla ağlayan tek deli olmamın sebebi ise tarifinin hiç veril(e)meyeceğini başından beri bildiğim o havuçlu-tarçınlı kek için Ada’nın son anda “
biz yaptık yedik onu” demesidir.
Biz yaptık yedik onu. Biz yaptık, yedik onu. Sensiz yani. Sen yoktun ama oldu yani, yaptık yedik.
“
gerçi seninki gibi hafif olmadı ama…” seninki gibi olmazdı zaten, olamazdı. Biliyorum bunu, biliyordum, sende biliyorsun. Bilsek bile ne değişiyor ki? Biz yaptık yedik onu…

Ağlatacağı ya da benim ağlayacağım diyeyim hadi belliydi de, böyle olacağım aklımın ucundan geçmemişti. Bu kadar dokunacağı dokunmak ne ki, içimi 1 saat önce koltuğunda oturduğum dişçiden beter oyacağını nereden bilebilirdim.
Nedense Alper oldum ben filmde. Ada olmayı konduramadım belki de, belki de inanamadım Alper’in ayaklarını yerden kesebileceğime, bana kek yapıp gelmişken kahveyi üstüne boca edebileceğime. Alper oldum ben, annesiyle sevgilisi bir araya gelince hayatı işgal edilen oldum, “yok ben sık sık gidiyorum zaten kendi evime ” dediğinde direksiyonu parçalamak isteyen oldum, harem’de otobüse el salladıktan sonra sevgiliye anlamsızca gelen o sımsıkı kucaklamanın sahibi oldum… Alper’i anladım ben filmde. Gecenin bir körü yatağından kalkıp başka kadına giden ama fakat geri dönen Alper’i bile anladım. Anladım ve küfrettim.
O muhteşem aşkların hepsi korkak Alperler yüzünden bitiyor. Fragmanda da var ya hani “nedeeen?” diye ağlıyor Ada. Salaklığından be kızım, korkaklığından işte. Her boku yemesinden ama yüreğinden geçenleri yaşayacak kadar bağlanacak kadar güçlü olmamasından. Acizliğinden, zayıflığından. Sıfat kalabalığına gerek yok işte: KORKAK

LIĞINDAN. Aylara yılara dair net bilgiler olmasa da filmin içinde (DVD çıkıp da kare kare izlesek buluruz belki, gazetede çıkan haber falan…) çekimlerin yazın yapılmasından, güzel güneşli günlerden, boyunda boncuk boncuk terlerle uyanılan sabahlardan ve hemen ayrılığın akabinde kutlanan doğum gününden anladığım Alper’de tipik bir aslan erkeği. Kibirli budala ve korkak. Küstahça, şımarıkça ve süper bir tatlılıkla Ada’nın peşinden koşması, annesini uğurladıktan hemen sonra ayrılması, işindeki ustalığı, detaycılığı, mükemmeliyetçiliği, kibri…
Nasıl masal bir hikaye, nasıl gerçek bir final, nasıl zeki diyaloglar, seslerin tonu, ifadeler, mimikler… Nasılda anlatasım var… Gidesim, dinleyesim, içesim, okuyasım var...
“Karda donmak üzeresin uyumak tatlı geliyor oysa sen ölüyorsun.”
Read more...