şarkı türkü etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
şarkı türkü etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Pazartesi, Mayıs 21, 2012

coloRful bReaking up

Aklımda derli toplu bi'sürü bi'şeyler vardı yazmak için. Hatta bunca zaman sonra bir hikayeMsi çıkacaktı sanki. Sonra bi'yerlerden bi'şekilde bu şarkı çıktı. Kaç oldu üstüste dinliyorum saymadım. Yeni bir şarkı değil, tee geçen yıl bu zamanlardan. Millet yemiş yutmuş, youtube'da 218 milyon kez izlenmiş, onyüzbin milyon coverı yapılmış, sözlükte 200 entry yazılmış, facebook'larda paylaşılmaktan eskimiş, hatta overrated olmuş falan.

Ben ilk kez dinledim ve birazdan yatıp uyumazsam sonsuza kadar (dur tamam abartmayalım) annem uyanana kadar oturup, klibi izleyeceğim ve bağıra bağıra söylüyormuş gibi ağzımı oynatacağım sanırım:


but you didn't have to cut me off
make out like it never happened and that we were nothing





Bir ayrılık şarkısı nasıl bu kadar güzel olur yahu? nasıl bu kadar neşeli olur?
İnsanı, içini oymadan, kanatmadan, inceden sızlatır ve çığlık çığlığa söyletir?

but i don't wanna live that way
reading into every word you say
you said that you could let it go
and i wouldn't carch you hung up on somebody that you used to knooooooowwwwwwwww





Allah yazandan, çizenden, düzenleyenden, klip çekip dünyaya yayandan razı olsun yahu. Artık Someone Like You'yu, O'nun evlendiğini öğrendiğim zamanda, son bir kez dinlemek üzere rafa kaldırabilirim.


but you treat me like a stranger
and that feels so rough!






dibine not: "daha dün annemizin" diye neşelenmeye çalışsam da, birazdan kafamı yastığa koyduğumda
"you're just somebody that i used to know" değil
"you're the one that i'll always love" diyeceğimi biliyorum.
Olsun "that was love and it's an ache i still remember" diyebilmek de bir başarı şu an için.

-Oldu canım aferim, büyük yol kat ettin gerçekten. Artık yatsak diyorum.
-Haklısın yatalım hadi. somebooooooodyy, somebodddyy
-Hayret uzatmadı.
-told my self that you were right for me. "doğru yerdesin" demişti bana :'(
-Şşşş sakin! Geçti onlar. Bitti. Şimdi o bilgisayarı yavaşça kapat ve yere bırak. Annen sabah 7.30da uyanmış olacak. Ve senin "5 dk daha anne yaaa" şımarıklığın olmayacak.
-Yine haklısın. Yatalım bari. Someboooodyyyy... Someboddyy somebooddyyy, that i'll always love.
-Bak gene,
-Tamam sakinim. Somebooddyyyy, someboddyyy that i used to love.
-O öyle değildi ama neyse, kalk hadi kalk.

Read more...

Çarşamba, Eylül 15, 2010

langenscheidt's saRısı

Experiencing American Culture dersi için "bachelorette party" hakkında bir presentation hazırlamam gerekirken ben oturmuş bunlarla uğraşıyorum.

Delilik falan değil benimki artık, bildiğin hastalık!




"i'm a path of cinders
burning under your feet
you're the one who walks me
i'm your one way street"

diyor kadın. Ben oturup comperative-contrast essay yazacağım daha.. Peh!



Murathan Mungan'ın dizeleri mi ruha şifa olan, Müslüm Baba'nın o dumanlı buruk sesi mi?

Rakı yok ulan bu memlekette. Ben yaşamam burada!



NJ: 00.37

Read more...

Pazar, Ağustos 29, 2010

bu nasıl mavi

Burada;
Bilgisayara ayar yapmadan youtube'a girebiliyorsun, ki bunu biliyordum
klozetlerde taharet musluğu yok, ki bunu biliyordum
yiyecek ve içecek porsiyonları çok büyük, ki bunu biliyordum
yola adımını attığın anda araçlar hemen yol veriyor, ki bunu biliyordum
insanlar 'personel space' denen şeye çok dikkat ediyor, ki bunu biliyordum
bütün şoförler trafik kurallarına dikkat ediyor, ki bunu zaten saymıştım
toplu taşıma neredeyse sıfır, herkes araba kullanıyor, ki bunu biliyordum
etraftaki kızlar 'ah annemin güzel yemekleri' diye ağlamaya başladı, ben hala 'siz bu işleri geçinde evi nereden tutacağız ondan haber verin' tribindeyim, ki bunu biliyordum,
kıtaya ayak basar basmaz 'ABLA'ların himayesine girdik, 'EV'lerine düştük ki bunu tahmin ediyordum

i mean,
daha bilmediğim ve hadi ya, vay canına dediğim hiçbir şeyle karşılaşmadım. bir uçak bileti miydi yani bunca yıldır hayalini kurduğum?

şaşkınım ve hatta neredeyse 'ee bu muymuş' tadında bir hayal kırıklığı yaşıyorum ki bunu hiç beklemiyordum!


Read more...

Salı, Ağustos 24, 2010

la sol la si moR



Aşkın Nur Yengi-Çağırma Beni




Aşkın Nur Yengi-Bir Zaman Hatası



Jale-Üzgünüm




Oya&Bora-Ayrılık Zamanı



Sertap Erener-Suçluyum




Jale-Suçlusun



Umay-Aşk Mektubu



Candan Erçetin-Yazık Oldu



Nazan Öncel-Mühürledim Seni Bir Hadise Var

Read more...

Pazar, Temmuz 04, 2010

gece mavi, camel saRı, şaRap kıRmızı


Yorgunum.
Çok yorgunum beni bekleme kaptan mı diyordu şair…
Yoksa bunu ölüm döşeğindeyken mi söylemişti Nazım? Öyle değil benim ki…

Diye başlamıştım bir saat kadar önce, sonra açtım youtube’u cem karaca’yı dinleyeyim diye.

Önce “Çok Yorgunum”, sonra “Herkes Gibisin
Burada mı sözlükte mi yazmıştım hatırlamıyorum. En ağır küfürdür, küfürden beterdir cem karaca’nın “herkes gibisin”i demiştim. Şarkıyı dinlemeye gerek bile kalmaz, öyle bir der ki “bence artık sen de herkes gibisin” diye…. Allah duymak nasip etmesin diyeceğim ama yine de allah duymak nasip etmesin!

1 haftadır “o artık yok”çuluk oynuyoruz sevgilimle. Ne arayan ne soran… Elim her telefona gittiğinde “bırak” diyorum “Alışmak istiyorsa sensizliğe, alışsın. Varlığını hatırlatarak daha da zorlaştırma O’nun işini” hatta yazıpta yollamadığım mesajlardan birinde demişim ki;

“Ben deli gibi özlerken, beni özlemediğini (hadi diyelim) özlememeye çalıştığını düşünmek ve bensizliğe alışmaya çalışmana hak verip sessizce susmak”

Susmak fiilini görünce bunun gönderilmemesi gereken bir mesaj olduğunu fark edip öylece bırakmışım.

Sonra Zeki Müren “Sende Başını Alıp Gitme
“Hayatta hiçbir şeyim az olmadı senin kadar, ve hiçbir şeyi özlemedim seni özlediğim kadar”
"herkes gibisin"le açılmış yarama tuzla doluyor sanki bir anda. Halbuki benim hiçbir yarama tuz basılmadı bugüne kadar. Yaşadığım en büyük fiziksel acı neydi? Ben bisikletten bile düşmedim ki hayatımda. Ve acı eşiğim yüksektir üstelik. Bilmiyorum nasıl acıttığını ama oluk oluk kanıyor şimdi yaram…
Daha da kanatmak istiyorum. “Şimdi Uzaklardasın” a uzanmışken elim... nasıl olduysa,

Suavi “Haydi Dön” başlıyor çalmaya .

“Hatırla!” diyor Suavi… Bir şişe şarabım vardı zulada, ama bu sıcak gecede kırmızı şarap gitmezdi ki…
“Hatırla! O gidiş yakışır mı hiç bizim sevdamıza?”

Eyvah şimdi yine ağlamaya başlayacağım derken, Murathan Mungan dile geldi, beynimin var olduğunu bile hatırlamadığım odacıklarından birinden.

“Yaz başıydı gittiğinde. Bir aşkın ilk günleriydi daha. Aşk mıydı, değil miydi? Bunu o günler kim bilebilirdi?” dedi bana…

Bu güncede verdiğim en (tek) tutarlı yanıtlardı,
En sevdiğin şiir; Yalnız Bir Opera
En sevdiğin renk; mavi
En sevdiğin meyve; karpuz
En büyük hayalin; new york’ta yaşamak

Söyledikleri/ sandıkları gibi hayalimin peşinden mi gidiyorum ben?

Hayır,Ha-YIR,HA-YIR desem de ne fayda?
Benim babamla olan derdimi bir ben biliyorum. Bir de ben! Babam bile anlamazken bunu O’na nasıl anlatayım, O’nu nasıl ikna edeyim, asıl sorunun hayallerimin peşinde koşmak olmadığına…

Suavi’nin “yazık bana” larının arasında okuyorum “Yalnız Bir Operayı”.


“Fotoromansız, trüksüz, hilesiz, klişesiz bir beraberlikti bizimki.
Zamanla gözlerimiz açıldı, dilimiz çözüldü güvenle ilerledik birbirimize.”


Gittin. Şimdi bir mevsim değil, koca bir hayat girdi aramıza. Biliyorum ne sen dönebilirsin artık, ne de ben kapıyı açabilirim sana.”

Okuyamıyorum.

Hızla iniyorum satırlardan aşağı,
İster istemez takılıyor gözlerim tanıdık cümlelere;

“Bir zaman sonra batık bir aşktan geriye kalan iki enkaz olacağız yalnızca”
.
.
.
.
.
.


“Ve elbet biz de bu aşkla büyüyecek
Her şeyi bir başka aşka erteleyeceğiz”
.
.
.
.

.

“kış başlıyor sevgilim”
.
.
.
.


“Gün boyu hiçbir şey yapmadan oturup
kulak verdiğiniz saatin tiktakları”
.
.
.

“denemeseniz de, bilirsiniz
hiç yakın olmamışsınızdır intihara bu kadar”
.
.
.
.
.


“Gelip size Zamandan söz ederler
Yaraları nasıl sardığından”
.
.
.
.
.
.


“O boşluk doldu sanırsınız
Oysa o boşluğu dolduran eksilmenizdir”
.
.
.
.
.
.
.

“Mutluluk geçip gitmiştir yanınızdan”
.
.
.


“şimdi nerdeyim?”
.
.
.
.

“giderken ya da dönerken atlanan eşiklerden
Duyarlığın gece mekteplerinden geldim”
.
.
.
.

“sayfalar ve günler
ışık istiyordu yalnızlığım”
.

.
.
.

“Buraya gelirken
uzun uzak yollar için her menzilde at değiştirdim”
.
.
.


“acı çekecek yerlerimi yok etmeden
acıyla baş etmeyi öğrendim.”
.
.
.
.
.


“bir şiir yaşatır her şeyi yaşamın anlamı solduğunda
ben yoluma devam ederim.”
.
.

“şimdi her şey yeniden”
.
.
.
.
.
“Dönüp ardıma bakıyorum
Yoksun sen
Ey sanat! Her şeyi hayata dönüştüren”


Ve nihayet bitiyor!

“Yoksun Sen”le bitityormuş opera. Bir zamanlar 'beni anlatan hiç bir tarafı yok bu şiirin' dermişim.

5 yıl sonra buraya, bu sayfaya, bu renge, tekrar bakmak istiyorum.
Çünkü ben hep geriye gidiyorum sanki. Bugünümü arar bir halde olmam umarım.

“Yoksun Sen”le bitityormuş opera.
Mungan yazdıkça eksilmiş, yazdıkça bitmiş aşkı.
Yazdıkça?! Yaşadıkça?!


Daralıyorum.
Nefes alamıyorum. Cama koşuyorum. Perdeleri açıyorum.
Kalbim sıkışmış göğüs kafesimin içinde…Nefes alamıyorum.

Bu kez Nazan Öncel’in sesi geliyor, yüzyıllar öncesinden sanki, “ağla erkeğim ağla

“meğer benim harcım değilmiş
yokluğuna bir an alışmak
ya da böyle sensiz olmak
farzet ki unutmak
ölüm demekmiş”



Sensiz olamıyorum!
"Sensiz olmaz" demiştim sana.





Şimdi nasıl baş edeceğim bununla bilmiyorum.
Gideceğim doğru. Sensiz gideceğim de doğru.

Son bir atım kurşunum var cebimde. Bu gidiş'le asıl gidiş'im arasındaki zamanda namluya sürülebilecek tek bir kurşun...

Keşke başka türlü olabilseydi.
Keşke ben, sen gelmeden görebilmiş olsaydım babamla hesabımı.
Keşke...

Keşke daha az sigara içsen yokluğumda :'(

Read more...

Pazartesi, Haziran 21, 2010

çiçekli mavi

by the way,

Sertap çok güzel söylüyor yahu!

Read more...

Cumartesi, Şubat 27, 2010

gRili pembe, pembeli mavi, mavisiz umut

Eski bir aşkımla konuştum biraz önce. “Eski”

1 yıl mı eskitir mi şeyleri ; yani ne bileyim insanları, kitapları, kıyafetleri, aşkları?

Dur ya da klişe olsun; “eski ama eskimeyen aşk” Peh!

Eski bir aşkımla konuştum az önce.

Kafam karmakarışıkken arayıp buldum onu. “Konuş” dedim benimle. “Bilmediğim bir şeyler söyle bana”. Belki de bir tek o biliyordu, bu soruya yanıt alamazsam arkamı dönüp gideceğimi. Başka hiçbir soruya değil ama bu soruya yanıt alamazsam vazgeçeceğimi.

Belki de sadece o bilmediğim bir şeyler söyleyebiliyordu bana.

“hala kapanmamış yaraların duruyor bende” der gibi baktı önce. Açtım gözlerimi kocaman.
“Uzatma” dedim “konuş benimle”
Parmaklarımı dudaklarında gezdirdim, aralandı yavaşça, nefesi geldi derinlerden bir yerden:

her hakiki aşk, umulamadık dönüşümlere yol açar. Aşk bir milad demektir. Şayet ‘aşktan önce’ ve ‘aşktan sonra’ aynı insan olarak kalmışsak, yeterince sevmemişiz demektir. Birini seviyorsan onun için yapabileceğin en anlamlı şey değişmektir!

O kadar çok değişmelisin ki, sen sen olmaktan çıkmalısın.

Şaşırdım, şaşkınlığımın sebebini bilemeden...


“Nasıl iş bu?” dedim sen değil miydin aşık oldukları adamı sevgileriyle değiştirebileceklerini zannetmek kadınlara özgü bir gaflettir diyen...

“Hayır” dedi. aşk bir seferdir. Bu sefere çıkan her yolcu, istese de istemese de tepeden tırnağa değişir, bu yollara dalıp da değişmeyen yoktur.

Anlıyordum aynı şeylerden bahsetmediğimizi. Kaçırdım hemen gözlerimi. Gözlerim kapalı yüzüne dokundum.

Kapatmaya çalıştığım dudaklarından sızıverdi tekrar sözcükler:

cenneti ve cehennemi illa ki gelecekte arama. İkisi de şu an burada mevcut. Ne zaman birini çıkarsız, hesapsız ve pazarlıksız sevmeyi başarsak, cennetteyiz aslında. Ne vakit biriyle kav....

Cehennemi dinlemeden susturdum tamamen.

Cennetim...

Benim yeryüzündeki cennetim...

Sen benim içimdeki büyük yangınların adı,
Ben senin gecendeki mavi ya da günündeki sarı.... (?)
Sen benim şehrimdeki bütün sokakların adı,
Ben senin yüzündeki çizgi ya da dünündeki anı... (?)




hala uzaktan uzağa soru işaretleri var cümlelerin sonunda, hala...

Read more...

Salı, Aralık 15, 2009

kızıl mavi


http://www.youtube.com/watch?v=i5mrOn4NOPg

Birkaç gündür kafamın içinde sadece bu şarkı çalıyor. Böyle bir 90lar havası falan diyeceğim, değil... bugün hiçbir şey yapmayışın müsebbibi de bu şarkı muhtemelen. Oysa ne kadar güzel bir mesaj almıştım sevgilimden, yüzümde kocaman bir gülümsemeyle kızartmıştım ekmeklerimi. Pazartesi sabahı koştura koştura işe gidenlere inat, saat 11:00de terliklerimi sürüye sürüye kahvaltı tepsimi tv.nin karşısına götürmüştüm. Zeytinlerimi kekikleyip yağlamış, balın içine birkaç tane de ceviz atmıştım. Kumandaya kayıtlı ilk 5 kanalda sedasayan’ı göremeyince, müzik kanallarını açmıştım hemen, numberone’da reklam vardı, kral’da tanıtım. Powerturk’te Sertap anons ediliyordu. Üstündeki yağı henüz erimiş ekmeğimden bir ısırık, bir çatal peynir, bir yudum çay almıştım ki;

“Sorma bu ara şu halimi, bu acıların hepsi mi daimi,
yazık oldu her iki tarafa da şimdi sence daha iyi mi” dedi Sertap.

Bi’yutkundum.

Geçen hafta kahvaltıya uğradığımda teyzoş fark etti:
—o nedir senin kolundaki?
—basket potası canım, yakışmış mı?
—off bizde görüyoruz herhalde bileklik olduğunu, sen sarı altın takmazsın ki?

O ana kadar kolumdakinin altın olduğunu fark etmeyişim mi, sarı altın olduğunu yadırgamayışım mı, daha takalı 12 gün olmasına rağmen yerinde olmadığında rahatsız edişi miydi beni en çok şaşırtan bilemedim.
“Aa bu altın diğ mi?” şaşkınlığıma, “e bu yaştada hala deri bileklikler takmayacaksın herhalde” diye başladığı takılması benim sersemliğimi fark ettikçe derin bir sorguya dönüştü.

Cevaplarımı duydukça bu kez onun gözlerindeki şaşkınlık büyüdü. Oysa ben olanı biteni anlatırken “ama”lı cümleler kurmuyordum. “Ama boyu biraz benden kısa” değildim ya da “ama lise mezunu yani şimdilik” demiyordum. “Rağmen”li cümlelerim önce biraz kulaklarımı tırmalasa da “ama”larımdan daha samimi olduğumu fark ettim anlattıkça. O ise sordukça soruyor, kurcaldıkça kurcalıyordu. Bir ara Umay’ı “kızım kardeşini de al oynayın odanızda, bak ablanla bi’şey konuşuyoruz rahat bırakın” diye azarladı hafiften. Bugüne dek bir sürü şeyi, çocuklarla boğuşurken konuşmuştuk halbuki...
En son “eee” dedi.
“ee’si aşığım” dedim.
“ah tabi ya aşk!” diye başladı. Bir an durdu. Eminim ilk aşkını, evlilikten döndüğü ve hayatında muhtemelen ilk kez birlikte olduğu H. kişisini hatırlamıştı. Ve o’na yaşattığı acıları. Gencecik bir kızken onunla birlikte olmak için tüm aileye karşı verdiği mücadeleyi ve buna rağmen yediği kazığı...
“bak” dedi “aşk...” karın doyurmuyor diye vurgulanmış bir "aşk"tı bu. Umay içeri girmeseydi muhtemelen böyle devam edecekti.
“anne bize biraz ıslak mendil verir misin, banyodakiler bitti de”
“ne ıslak mendili, ne bitmesi, n’apıyorsunuz siz içerde” diye söylene söylene kalktık ayağa.
Çocukların odalarına doğru yaklaştığımızda banyonun karşısındaki koridor duvarında pastel boyalarla abla kardeş yaptıkları sürrealist çalışmayı gördük. Bir kaç ufak çığlıktan sonra başarılı bir tablo olduğuna ama biraz daha geliştirilmesi gerektiğine karar verdik ve ıslak mendillerle duvarı temizlemek yerine, hafta sonu marketten alınacak duvar kalemleriyle o resmi biraz daha şekillendirmek için anlaştık.

Bense hafta sonu sözümü tutmadım. Tek izin gününde sevgilimleydim. Rakı içtik birlikte. Bir 35liği biraz meze, çokça muhabbetle bitirdik.
Sarhoştum kollarında. Sonra eve döndüm ve ayıldım. En çokta bu koydu zaten.
İlk öpüşme, ilk sevişme, ilk hediye, ilk seni seviyorum gibi yer etti o gece “ilk ayrılık”. Kollarında sarhoştum, taksiye bindim ve bitti. Eve döndüm ve hiçbir şey yokmuş gibi salona girdim. 1 haftadır görmediğim babamın, “nerde kaldın”ına cevap verdim önce, sonra annemin “aç mısın”ına. Sonra gelip bu koltuğa oturdum yine. Bilgisayarın düğmesine basıp yine aynı ekranı açtım. Üzüldüm ve kızdım. Kızgınlığım kendimeydi yine. Üzgünlükse birine yöneltilemiyor. “Sana üzgünüm” olmuyor, mesela. Üzüldün mü zaten hep kendine.

Yatağa uzanıp, O’nu hayal ettim, iyi gelir diye. Korktum yine. Yine sorular üşüştü zihnime. En baskını bir acabaydı bu kez; “acaba birbirimizi bu kadar çok arzuluyoruz ve bu kadar çok özlüyoruz diye mi bu kadar çok sevdiğimizi sanıyoruz?” Olabilir mi bu?
Hani neredeyse Nazım’ın Pirayesi, Dali’nin Gala’sı gibi hissettiriyorken bana, bu soru O’na yapılan bir saygısızlık biliyorum. Ama aklımı kaçırmak üzereyim aşk’tan.
Tarihimde olmayan kıskançlıklar yapıyorum. Benden önce yattığı kadınları kıskanıyorum delice. Hayır hayır seviştiği kadınlar değil onlar, sadece yattıkları!
Olmaz’ım yok O’na karşı. Ada’dayken yaptığım “ya hayatta her şeyi yaparım ama bunlar olmaz” listemin ilk 10unda değil miydi? Ya da rakı içerken söylediğim? Ki fark etmiş O’da bugün gelmiş “böyle bir şey yapacağımı neden düşündün anlamadım” diyor. Korkuyorum çünkü, tüm duvarlarımı aşıp girdi hayatıma, şimdi bütün olmaz’larımı tek tek yıkıyor...
Korkuyorum çünkü O’nu alıp hayatımın merkezine koyamıyorum bir türlü. Çünkü ben bile yokum o merkezde bugün. Bir evet bekliyorum, son bir tamam daha alınca devlet baba’dan, tüm hayatımı değiştirmek için start vermiş olacağım. Ve merkezinin neresi olduğunu benim bile bilmediğim bir hayat için çalışmaya başlayacağım. Ve merkezinin neresi olduğunu bilmediğim bir dünyaya yerleşmiş olacağım.

O yüzden bugün hiçbir şey yapmıyorum. Ne okula gidiyorum, ne de işe. Hala istifa etmediysem, gün içinde O’nunla terasta baş başa kalabildiğim birkaç dakika için bu.
Hala tek satır ödev yazmadıysam, O’nunla olmak varken zaten bitirmeyeceğim bir okula vakit harcamamak için...

Ben Z.G. en çok övündüğüm yetimi kaybettim.
İşle aşkı, okulla özel hayatı, sınavlarla aşk acılarını, toplantılarla sevgili kavgalarını ayıran mekanizmamı kaybettim. Hiçbir şey yapmıyorum!

Ben Z.G maskelerimi bırakıyorum yavaş yavaş. Beni en çok koruyan maskelerimi takmıyorum O varken. O’nunlayken sadece ben oluyorum. İçimdeki tüm karanlıklarım aydınlanıyor gözlerindeki ışıkla. Bütün boşluklarım doluyor varlığıyla.

Ben Z.G. tarihimde görülmemiş duygular yaşıyorum.

Sabah ne diyordu Sertap;

"yoruldu, duruldu, kırıldı, vuruldu birkaç kere...
yazılıdır hepsi hikayede."

Read more...

Perşembe, Ağustos 27, 2009

off mavi off

Yüzdük yüzdük, kuyruğuna geldik galiba.
Artık "tomorrow we'll be free" ya da en azından "i'll be free" ya da en azından ben öyle umuyorum. Artık umacak başka da bi'şeyim kalmadı sanırım.
Güzel bi'sabah bu sabah. Güzel başlangıçların sabahı olarak hatırlayacağım bir sabah olur umarım.
Şimdi geç kalmadan çıkayım.
İyi, güzel, hayırlı, umutlu bi'şeyler var içimde. Dilek, dua, umut, 6.his or whatever işte.

Bugün güzel geçecek. Diliyorum, umuyorum, bekliyorum, inanıyorum!
Bol şans bana.


http://www.youtube.com/watch?v=1oQeWUxM4s8

Read more...

Cumartesi, Mayıs 09, 2009

yine aynı, yine bezgin, yine (u)mutsuz, koyu laci

Bugün işe gitmedim. Gitmeliydim. Kaçtım.

Cuma günü yaşadığım stresi hayatımın hiçbir günü yaşamadım ben. Şansım ki telefonum gün içinde hiç çalmadığı kadar çok çaldı. Şansım ki hep duymak istediğim sesler vardı turuncu kapağın ucunda. Onlar bile daha ilk 'alo'dan “sesin çok acaip/farklı/stresli” geliyor tespitleriyle başladılar konuşmaya. Bense servis koltuğuna kendimi atana kadar ne halde olduğumun farkında bile değildim. Dayak yemiş gibi hissettim kendimi. Ki hayatımda hiç dayak yemedim mesela. Kendimi sıkmaktan dişlerim birbirine kenetlenmişti ve çenem ve başım ağrıyordu. Bütü kaslarım kasılmıştı. Sonra köprüden geçerken usul usul ağladığımı fark ettim. Ne zaman başladığımı bilmiyordum. Elimin tersiyle yanaklarımı silerken yan otobüsteki çocuk bana gülümsedi. Hayatım koyu gri, gözyaşlarım simsiyahken, deniz ve gökyüzü masmaviydi. Ben hala İstanbul'daydım ve her şeye yeniden başlayabilirdim. Kendime küfrederken, ben de çocuğa gülümsedim.

Annem kapıda beni görünce “erkencisin” dedi, “bu kadar kaldığıma şükretsinler” diyerek koltuğa attım kendimi. Mutfaktan “çok aç mısın? Daha yeni koydum yemeği ocağı” diye diye oturma odasına geldi. “Cuma ya bugün, baban geç gelir sen de erken gelirim demedin diye geç yaptım yemeği…” özür diliyordu sanki yemek hazır olmadığı için. Sol ayağını koltuğun üstüne kıvırıp yanıma oturdu. “Hayrola çok mu yorul” cümlesini tamamlamadan sarılıp ağlamaya başladım. Ağladım. Ağladım. Ağladım. Annem konuştukça, “biz senin her zaman yanındayız. Madem böyle hissediyorsun bırak kızım. Kimseye bi’şey ispatlamak zoruna değilsin” dedikçe daha çok ağladım, daha da şiddetleniyordu hıçkırıklarım. İnsanın annesine sarılmış, anıra anıra ağlarken bile kontrolü bırakmaması ne kadar yorucu!
“Ben şimdi ağlıyorum ama ben ağladıkça annem daha çok üzülüyor, zaten ben niye çıkar çıkmaz eve geldim ki, böyle olacağı belliydi, içimdekileri döküp öyle dönmeliydim eve, hay aptal kız, bak nasıl üzüldü kadıncağız” diye düşünürken ağladığında içindekileri dökmüş olmuyorsun aslında. Daha çok biriktiriyorsun, daha ağır yüklerle, daha çok yoruluyorsun.

Sonra odama geçtim, eşofmanımı giyip birazda yastığa sarılıp ağladım. Sonra kardiş geldi. Önce elimi tuttu sımsıkı, “yanıma otur” dedim ona. Oturdu. Omzuna yaslanıp ağladım bir süre daha. “giden yıllarına ne bakıyorsun ki. Önüne bakacaksın kızım. Bu hayat senin. Sen nasıl olmasını istiyorsan öyle yapabilirsin. Düşünsene 26 yaşında olmak isteyen kaç milyar kadın vardır dünyada” dedi saçlarımı okşarken. Yaklaşık 3 saatin sonuna doğru artık ağlamaktan yorulmuştum. “Hadi şimdi güzel bir film aç kendine, sonra da uyursun, yarında işe falan gitmezsin” diyerek bir film seçti bana. “Yok” dedim, “çantamdan kitabımı ver, babam gelene kadar biraz okuyacağım.” Yine bir kitap dile gelip konuştu benimle. Bu sefer dedi ki: “Eğer bir yaran varsa, ki bence var, yarayı uyuşturmak başka, tedavi etmek başka”

Not defterimi açtım. Unutmuşum yazdıklarımı, şaşırdım okuyunca:

“Bir Pazar akşamıydı aşka düştüğümde. Her aşk gibi zamansızdı. Biliyordum, tanıyordum ve bekliyordum onu. Biraz ertelemiştim sadece. O ise adının, aşkın hakkını vererek aniden giriverdi hayatıma. Bir Pazar akşamıydı içinde kaybolduğumda. Önce yüzünü okşadım usulca, sonra şöyle bir gezdirdim parmaklarımı çevresinde. İki elimle tutup sağından ve solundan, kendimi gömdüm kokusuna. Derin derin çektim içime. Başımı döndürmüştü varlığı.
Bir Pazar akşamıydı aşka düştüğümde. Sanki saatlerdir konuşuyorduk oysa çıt bile yoktu gecenin sessizliğinde. Aşk, en güzel haliyle girmişti yatağıma. Gece ürkerek uyandığımda yanı başımdaydı hala, yüzünü okşadığımda hafifçe kıpırdandı. Devam ettim uykuma…”


Bu cümleleri yazdırana söyleyebilseydim keşke. En azından böyle bir mektubu olduğunu bilebilseydi. Bilmeliydi ya, kimdi bana bunları yazdıran? Ben bunları “gerçekten” hissettmiş miydim?

Defteri kapatıp, kalktım. Bir çorba içtim. Babam; “hasta mısın, solgunsun?” dedi, “yorgunum biraz” dedim. Yattım tekrar. Kitabımı da aldım. Dedim ki “lütfen sızana kadar konuş benimle, susma tek cümle de bile.” Konuştu kitabım benimle yine. “Ama bazen kimi meselelerin aşılması için hadise çıkması gerekir” dedi. Biliyorum, dedim usulca.

Bugün işe gitmedim. Yarın ALES var. Son bir kez üzerinden geçecektim güya. 13 saatlik uykudan dayak yemiş gibi yorgun uyandım. 2 güzel film izledim. Karnım acıkınca kalkıp ıspanaklı börek yaptım. Yedim. Yedirdim. Kardeşim beğendi, annem 'eksik' dedi. Her şeyi vardı ama 1 değil 2 yumurtası, 2 bardak sütü olsa yumuşacık olurdu. Çünkü yufkası çoktu… Hayatımın da her şeyi vardı ama eksikti işte. Yumuşacık bir huzurla dolmuyordu içim bir türlü. Neydi çok olan, neydi eklemem gereken?

Bir karar vermem gerekiyordu. Oturdum yazdım.

Yazarken babam geldi, yanağımı okşadı, çenemden tuttu, alnımdan öptü. Güldü.
Epeydir ağlamıyordum babama, ben de güldüm.

Fonda Cem Adrian;

çocuk bu kez ağlama...bu kez git.
çevir gökyüzüne başını...
bakma arkana!


diyordu.

Sadece kitaplar değil, şarkılar da benimle konuşuyordu.
Tek yapmam gereken bir hayal kurmaktı...

Read more...

Cumartesi, Mart 07, 2009

kıRmızı kaRanfil

Benim bu yıl kendime doğum günü hediyesi alacağım falan yok, bari bir şarkım olsun artık.
Bu şarkıya neden aşk şarkısı diyorlar bilmiyorum. Karanfil sevdiğim bir çiçek midir bilmiyorum. Bildiğim bu şarkının Aşkın Nur Yengi'nin şişe çaldığı zamanalrdan kalma bir şarkı olduğu. O zamanlar severdim diyemem. Ama sözleri kazınmış zihnime. Geçenlerde radyoda Mustafa Ceceli'den dinlerken bir anda eşlik etmeye başladım nakarata. Sonra buldum dinledim, dinledim, dinledim... Hangisi daha iyi söylüyor bilemedim ama bana "ah benim incinmiş karafil'im, kırılma, küsme sen yine bir şiir yaz, çok değil inan az kaldı az" diyenin bir erkek vokal olmasını istedim.


Read more...

Perşembe, Şubat 12, 2009

can you hear me?
ben duyamıyorum mesela.


Read more...

Salı, Şubat 10, 2009

Candan Erçetin'in de doğum günüymüş bugün. İyi ki doğmuş!


"senin beni yanlış anlayışına
çoktandır heyecan duymayışına
canım yanıyorsa hala
korkmaya gerek yok yaşıyorum demektir."


Read more...

Anadilimde söylenmişi varken niye yabancı notalarla haykırayım ki?

Read more...

zehiRli mavi


Bu mudur yani? Bu nedir yani? Murphy falan? Bunca tesadüf ne amaca hizmet ediyor?
Neden hiç boşluk yok şu yaşananların arasında? Ardı ardına günler ve geceler nereye varmaya çalışıyor? Şimdi ben oturup anlatsam nokta olur mu bu cümlelerin sonu?

Geçen yıl bu zamanlar olmalı. Bir sene geçmiş herhalde. Doğum günümden önceydi sanki. Hayret bak o günün tarihi hiçbir yerde yok.
İş çıkışı bi’yemek mi yesek? Günlerden cumartesi sanki. Tabi ya, cumartesi. Ben işten çıkacağım o evden gelecek. Neyse yemeği boş verelim madem, iki tek atarız. Caddedeyiz. Suadiye’deki flagshipe arkadaşı bırakacağım, caddedeyim olacak. Sonra geriye doğru yürürken telefon açacağım. Bu kez başka bir üçüncü tekille yine caddedeyiz olacağım. Telefon çalıyor, açmak üzereyken şarjı bitiyor. Şarjı bitip kapanıyor. Ulaşılmaz olmak en çok korktuğum…

Flashback gibi düşün bu kareyi. Bunu izlemezsen filmin hiçbir esprisi kalmıyor. Gel şimdi bugüne.

Cuma gecesi. İş çıkışı iki tek atsak mı? Atalım. Oradan da anneanneye geçeriz. Altıyol’da trafik kilit. “Kızlar gelin karga’ya gidelim.” Kaç yıl olmuş gitmeyeli? “Hadi gidelim.”
Biraz işyeri dedikodusu. Ne çok şey kaçırmışım. Ama muhabbetin sonu illa ki; “erkek milleti değil mi köküne kibrit suyu!”

Cumartesi sabahı. “Anneannelerin en güzeli kahvaltı da hazırlarmış!” Surat mahkeme duvarı. Kırgın, kızgın ve de kaprisli. ‘İşin düşmese gelmeyeceksin’den giriyor, ‘zaten annen de geçen gün azarladı beni’den çıkıyor. Ve ağlıyor. Koca kadın kimse beni aramıyor sormuyor gelmiyor diye ağlıyor. ‘Ama anneanne sen istedin illa evimde yalnız yaşayacağım’ diye denmiyor tabi. “Bak bugün çıkarız bi’güzel alışveriş yaparız, ben sana bir yemek ısmarlarım”la aydınlanıveriyor yüzü. “Senin ayakkabıcıda indirim var yine, oraya da bakırız, aaa dönerken yüncüye uğrayalım, sen ip beğen ben yeni bir mod…” Telefon çalıyor.

“yaa bugün mü o?”
“terbiyesize bak, gelicem tabi ben de. beş gibi uyar bana. ok. araşırız”


“Yüncüye de gideriz diyordum da sen arkadaşlarınla yersin artık yemeği.”

Eyvah n’aptım ben?!

“Yok kuzum, ben onlarla gitmeyeceğim, buralarda olacaklarmış da bir kapıdan bakacağım kimler var diye.”

Çevir kazı yanmasın. Yandı bile. Senin karşındaki çocuk mu? Gönlü kırık huysuz ihtiyar.

“Aa tamam asma suratını. Onlara da uğramıyorum. Bütün gün seninleyim. Bak kapattım telefonu. Almıyorum da yanıma. Arayan soran olmaz artık. İstediğiz gibi gezeriz.”

Bırakıyoruz telefonu, çıkıyoruz yola. Çocuklar gibi şeniz. Yeni yıl manifestomuz ne diyor? Çocuklarla ve yaşlılarla daha çok vakit geçir. Aferin.


Cumartesi gecesi. Alışveriş yorgunu kanepeye yığılmaca. Fırlatılmış telefonu görüp, açmaca. Ekranda mesaj ikonunu görmek için aptal aptal beklemece. Tek bir “kim aramış” mesajı bile gelmediğini görünce küfredip, daha uzağa fırlatmaca.


Pazar günü anne, “dün seni arayınca sürekli “böyle bir numara kullanılmamaktadır” diyordu.” “Yok anne kapalıydı sadece. Hem seni beni aradın mı ki, mesajı falan gelmedi”

Pazar akşamı kardeş, “kızım kırk yılda bir kontör isteyeceğiz, onu anladın da mı koydun “bu numara kullanılmamaktadır” anonsunu.” “Ne anonsu ya, kapalıydı telefon sadece.”

Pazartesi gün ortası S.cim, “canım 40 kere aradım bütün gün “böyle bir numara yoktur” dedi telefonun, yüreğim ağzıma geldi. Hayır bana haber vermeden gidersin fena bozuşur bak.”

N’oluyo lan?! Bi yanlışlık var bu işte! Kapa telefonu, pişt yan masadaki arkadaşım çaldırsana beni. “bu numara kullanılmamaktadır.” Ne münasebet efenim. Ne münasebet. Bu numara yakında 10 yaşını kutlayacaktır ve ömrümce kullanılacaktır. Gülüşmece. Hadi gel, terasta bir kahve içelim. Kapalı telefonu masada unutmaca.

Pazartesi akşamı. Bir mail. Zehir zemberek. Oku. Oku. Oku. “….günlerdir arıyorum, telefon numaranı da değiştirmişsin ya, ne diyim. Bu hamleyle yendin beni artık helal olsun!”

Fazla uzağa gitme bir önceki maili de oku elin değmişken. “…yenilen ben oldum maalesef”


Neydi bizim oynadığımız ? Dama, tavla, satranç, pişti, tenis? Ben neymişim de haberim yokmuş, hem “hadi gel oynayalım” diye yapmadığım şebeklik kalmayacak hem de bir kalemde “yendim seni yaşasın kutlamaları”na başlayacağım öyle mi?

Şimdi ben desem ki görmemen gereken şeyleri gördün, duymaman gereken cümleleri duydun. Sen onları öğrenince büyü bozuldu desem.

Ben zehirli dilimi çıkarıp tısladım yine diyelim. Seni zehirlemek olsa niyetim, kanına girmez miydim şimdiye kadar? Ben sadece kendimi sokmayayım diye akıttım içimdeki zehri desem.

Boş ver demesem.

Sen nasılsa tek kelamda dönmemece çıktın hayatımdan. Ben nasılsa daha çok yıllar sayıklayacağım burada. Daha çok yıllar kullanacağım aynı numarayı. Ararsan elinle koymuş gibi bulursun yani. Sorarsan söylerim bile, yaklaşık bir yıldır telefonumun hiç kapanmadığını, kapalıyken yönlendirdiğim numaranın da çoktan “artık kullanılmamaktadır” olduğunu.
Sorarsan söylerim aslında, arkasına saklandığım sayıklamaların söylemekten en çok korktuklarım olduğunu.
Ben zehrimi toprağa akıtırken, gizli bahçemin topraklarını keşfetmenin en çok seni zehirlediğini…

Boş ver iyisi mi.
Yenilmişiz madem, önümüzdeki maçlara bakalım artık.



Read more...

Pazar, Ocak 25, 2009

suskun mavi


Kafamda bir milyon tane tilki var. Anladığım kadarıyla o kadar koca kafalıyım ki hiç birinin burnu, kuyruğu birbirine değmiyor. Bi’de işin kötü kafa yuvarlak bir yapıya sahip olduğundan tilkilerin hiçbir yere gidebildiği, varabildiği yok. Dönüp duruyorlar saçma sapan. Ama o kadar çoklar ki sıkıldım artık. Yazayım kusayım istiyorum. Şöyle üçüzaltmışikibinyediyüzonaltı tanesini kussam mesala geriye kalan altıyüzotuzyedibinikiyüzseksendört taneye yer açılsa biraz. Tabi ki hesap makinesi kullandım bunun için, toplama çıkarmayı değilse bile çarpmayla bölmeyi unutalı yıllar oluyor.

Dilimin ucunda. O kadar ucunda, o kadar hazır ki cümleler. Zorla tutuyorum kendimi. Zor tutuyorum. Peki niye tutuyorum? 2009 için tutuyorum. Bu yıl bir şeyleri değiştirmek için harekete geçtiğim bir yıl olacak madem, bu konuda da kendimi aşan değişiklikler yapacağım şu anda. Yazmayacağım. Konuşmayacağım. Susacağım. Ölümüne susacağım demek isterdim ama o kadar iradeli bir insan değilim ben. Ve biliyorum ki ne kadar değişmeye çalışırsam çalışayım, o en uçtaki cümlelerden birini, bir tanesini mutlaka söyleyeceğim. Onu da söylemezsem çatlarım çünkü. Geçen seferde içimde kalmıştı çünkü. Aynı hatayı ikinci kez ve de göz göre yapmışken, aynı finalle, aynı vurdumduymaz, aynı “ben söyledim oldu” tavırla bitmesine içim elvermiyor çünkü… Onun dışında tek bir cümle bile söylemeyeceğim ama.

Hele yazmak mı, asla? Yazdıkça havaya giriyorlar çünkü, rengi kaçmış solgun balonlar hepsi, yazdıkça şişiyorlar, şişiyorlar ve içimde patlıyorlar! Oysa hiç biri bilmiyor ki, benim burada yazdıklarıma benzer, bunlara yakın, aynı konudan bahseden tek bir cümlem yok günlük hayatta. Sanal olmayan dünyada tek bir cümle kurmuyorum bunlara benzer.
Yani yazılmış olman seni mühim kılmıyor aslında, yazıp boşluğa savurduğum hüzünlü cümlelerim, yazarken akıtıp kurtulduğum kimsenin görmediği yaşlarım kadar, uydurduğum kararsız sevişmeler kadar sanalsın sen. Altında imzam olmadığı sürece bir delinin sayıklamalarından başka bir şey değilsin ki.

.
.
...
...
...
.
.
.
.
.

Çok bile oldu yine. Arada 10 tane daha cümle kurmuştum aslında. Zamanı gelirse doldururlar belki boşlukları. Şimdi SUSACAĞIM sadece.

Bu şarkı da sana değil ha! Aman!



Olsa olsa ilk hatama, G.’a.Sahi okuyor mudur acaba hala? Aman okumasın, aman.Gözüme bakan hiç kimse bilmesin bu kadar içimi.
"tek tek anlayarak hatalarımı
sevmeye çalışıyorum yalnızlığımı"

Read more...

Çarşamba, Ocak 14, 2009

sevişmek biR keRe daha yüRüRlüğe giRiyoR*


Siyah bir otomobil. Hayır siyah bir otomobil değil. Siyah bir alfa romeo. O geceden ilk hatırladığı; direksiyondaki taç giymiş yılan. Arkada gülüşen kalabalık bir grup.
“Biz tamamız da şu kapıları kilitlesen diyorum” Klik!
“Ya bu yazdıkların çok komik ben bunları ayık kafayla okumak istiyorum mutlaka”
“Sensin komik, sen kendi yazdıklarına bak”
“Gülmeyin lan yeter, önce kimi bırakıyoruz, en yakında kim var?”
“Ben varım, benzinlikte at beni”
Kahkahalar, sataşmalar, fonda bangır bir müzik, bagajda çarpışan şişeler. Açılan kilitler, çarpan kapılar.
“Oh be! Bir an hiç bitmeyecek sandım.”
“Ben de”
Geri geri gitmek için kolunu sağ koltuğun arkasına atarken kesişen gözler. Parlak kocaman bir zeytin bir tanesi gibi. Işıl ışıl, kapkara.
“Sen?”
“Ben eve gitmeyeceğim bu gece.”
Soru işaretleri ? ?
Evet, bu bir davet! Hiçbir şey söylemene gerek yok. Gidelim.
Camlar buğulu. Klik!
Hayır, hayır. Bir şey söyle lütfen, böylece gitmeyelim…
Koltuğun arkasından omzuna geçen bir el. Yavaşça boynuna. Dudaklarında parmakları.
“Çok geç oldu sevgilim.”

sev

gi

lim

Siyah bir otomobil. Belki siyah bile değil, her yer karanlık. O geceden son hatırladığı; stop lambalarının kırmızı ışığı.




İlk kez öpüşmeden, son kez seviştiler o gece, ilk ve son kez...





*Cemal SÜREYYA- Üvercinka
Birden nasıl oluyor sen yüreğimi elliyorsun
Ama nasıl oluyor sen yüreğimi eller ellemez
Sevişmek bir kere daha yürürlüğe giriyor
Bütün kara parçalarında
Afrika dahil

Read more...

Salı, Aralık 30, 2008

sesiz beyaz, ıssız mavi

Yağmur "ben buradayım" der, "geldim bak kapına dayandım" dercesine döver pencereleri. “Aa yağmur başladı yine” dedirtir. Balkondaki çamaşırları toplatır. Gürler, çakar mavi ışıklarını. Damla damla süzüldüğünü hissedersin saçlarından, paçalarını ıslatır, şemsiyenle duyarsın, halka halka görürüsün damlalarını birikintilerde.

Kar duyurmaz geldiğini. Perdelerini kapadıysan sıkı sıkıya, açana kadar ruhun duymaz. “Aa kar yağmış” dedirtir. Balkonda buz tutan gömlekler için artık çok geçtir. Usulca erir dudaklarında, en sağlam botların içine sızıverir. En yakın sokak lambasına dikmezsen gözlerini göremezsen geceye inat beyazlığını. Çıkıp bir adım atmazsan duyamazsın sesini. Yüzünü çevirmezsen gökyüzüne hissedemezsin varlığını.

Yağmurun yeri yurdu bellidir. “Şu bulut geçse gitse” dersin.
Kar bütün göktür. Buluttur parça parça, iner yeryüzüne.

Allah’sız yağmur işlemez karanlıkta.
Kar, geceye inat bembeyaz soğutur tenini. Tane tane işler içine.





Sezen Aksu /Deli Kizin Turkusu

Read more...

Perşembe, Aralık 18, 2008

gRili mavi, mavili bulut, bulutsuz yağmuR

oysaki özgürlüğü seçmek
başka vücutlar sevmek
BU şehri tam kalbinden
beyninden vurup gitmek var


(hayır bu iş kansız olmuyor...)

Read more...

Cuma, Aralık 05, 2008

sakin laciveRt


Zaman…Sadece birazcık zaman falan der şarkı…
Benimle bir alakası yok tabi. Yazmaya çalışıyorum yalnızca. Neler var içimde merak ediyorum. Kimseyle konuşmuyorum çünkü. Çünkü konuştuğum hemen herkesten aynı şeyi duyuyorum.

Telefondakiler: “ne kadar alıngan olmuşsun sen?”
Şirkettekiler: “neyin var senin böyle burnundan soluyorsun”
Evdekiler: “hayrola yüzünden düşün bin parça”

ve hepsinin akabinde koro halinde

“ee ama yanlış anladın/anlıyorsun/anlamışsın, sen. Sonra konuşalım en iyisi”

Bence de sonra konuşalım yani. Hatta biriniz olsun çıkıpta “galiba ben anlatamadım” demediğine göre hiçbirinizle bi’daha konuşmayalım. Hissetmem yokluğunuzu. Eğer biraz olsun tahammülünüz yoksa bu anlayışsız hallerime konuşmayalım yani. Farkmaz bana.
Eğer illa anlatmam gerekiyorsa bu gerginliğimin sebebini hem de tam gergin olduğum zamanda, bence de konuşmayalım. Eğer sen, bana sadece “dün gece evde yalnızken önce 2 kez kapı çalındı, kalkıp hiç bakmayınca ve ışık falanda yakmayınca kapıdan tıkırtılar gelmeye başladı. Sanırım mahalleye dadanan hırsızlar kapıdaydı” dediğimde müsamaha göstereceksen hiç gösterme arkadaşım. Zaten sen eğer benim bu olayı bu şekilde anlatmayacağımı bilmiyorsan hiç arkadaşta olmayalım gerek yok ki.
“Ee ama yanlış anladın sen benii” der çıkarsın işin içinden n’olcak. Eee si ve ii si ne kadar uzun , sen i ne kadar vurgulu olursa olursa o kadar makbul.

Bugün şirkette nasıl sıkmışım mesela kendimi. Geç saate kadar çalıştık yine. Gözlüklerimi takmış bilgisayarın içine girmişim. Uzaktan kaskatı görünüyor olmalıyım. E. ağabey var, sadece merhabalaştığım, bir de arada 2 küçük veledinin halini hatırını sorduğum. Tam arkamdan geçerken omuzlarımı yanlarından tutup “nasıl gidiyor zeyno(!)” dedi. Kim bilir neredeydim, ruhum hangi yollardan döndü geldi de oturdu o bilgisayar koltuğuna bilmiyorum. Bir anda gevşedim. Ey sevgili, geldiğinde senden öncesini kıskanacaksan eğer o adamı ve o anı kıskanabilirsin… Mümkün değil tarif edemem, arkamı dönüp tombul suratını ve gülümsemesini görüp elimi omzumdaki elinin üstüne koyunca hissettiklerimi. 2 saniye daha öyle kalsaydık olabilecekleri tahmin bile edemem. Ne kadar ihtiyacım varmış meğer. Neye? İşte bunun yanıtı yok. Eve gelip kedi gibi(!) babamın ayaklarında dört dönmeme rağmen bir türlü başımı dizlerine koyamayışım gibi…

Ayarlarım bozuldu sanırım. Var mı şöyle fabrika ayarlarına döndürtecek bir düğme?

Ha bi’de bu var sahi. Mütemadiyen geri gitmek istiyorum. Fabrika ayarlarına, 2007 şubatına, 2005 hazirana, Bugün yerine “dipteyim” dediğim günde olmayı isterdim mesela. O günde 2 yıl öncesinde olmayı istiyordum hatırlıyorum. Eğer 2 yıl sonrasında bugünü tercih edecek hale gelirsem sıçtık demektir. Eğer bugünü bile ararsam... Offf hayır düşünmek bile istemiyorum.

Yazmak istiyorum sadece. Yazarken bi’şey yapıyorum çünkü. Nasıl bi’şeyse bu... Kendini doğrulayan kehanetler gibi, neler olacağını bana açık açık gösteren (ama o olaylar olana kadar bunu kesinlikle anlamadığım) rüyalarım ve cümlelerim var benim. Burada bile var onlardan. İşin ilginci çoğu hikâyemsilerin içinde.
Oysa o kadınların hiçbiri değilim ben.
Oysa o kadınların hiçbiri ben değilim.

Öznemi yükleme yakın koysam hayatım da anlamlanır mı acep?

Bu 299. Bütün umudum firuze…

Hayranım Sana - Candan Erçetin


Ben bu şarkıyı aşk şarkısı zannerdim. Değilmiş.


tanırım kendimi hiddetim taşar benim
dalga dalga, hırçın hırçın
tokat gibi vurur sözlerim yıpratır bedenini

Ben hala korkuyorum ruhumdaki fırtınada boğulmaktan...

Read more...
doradoraa [at] gmail [nokta] com

ne güzel demişleR

deli saçması

  © Free Blogger Templates Blogger Theme II by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP