umut etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
umut etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Perşembe, Mayıs 10, 2012

çilekli beyaz

Pazartesi gününden beri, bir ferahlık, bir hafiflik, bir beyazlık var üzerimde ve beraberinde garip bir ruhsuzluk. Hani bu ferahlık, beraberinde bir neşe de getirir ya insana, o yok içimde. Bakışlarım donuk hala. Arada anneme gülüyorum kahkahalarla. Normalde kahkaha atmayacağım şeyler ama ben öyle büyük gülüşler saçınca annem de gülümseyiveriyor bana, dünyalar benim oluyor. Bugün mesela "aklını başına al" dedi. Öyle çok hoşuma gitti ve öylesine güldüm ki. Normalde "Perdeyi çek", "sesini kıs" gibi günlük rutinde en çok söylediği cümleleri bile "şeyi kapat şeyi", "küçük yap onu, küçük" diye ifade ediyorken; "aklını başına al" diye 3 kelimelik bir cümleyi bir nefeste, hiç yardım almadan, tam da duruma uygun şekilde söyleyince zevkten dört köşe oldum tabi. Duruma uygun olması da bana kızması. Laf nereden geldi hatırlamıyorum, anneanneme "kuşkonmaz alalım, hiç yemiyoruz" falan diyordum. Organik beslenmeyle kafayı bozduğum için, annem böyle soya filizi, maş fasülyesi, avakado, zerdeçal gibi abidik, gubidik sebze meyveleri duydukça önce bir "amaaaan zeynep" çekiyor, sonra da "yapma onu yapma yapma" diye tepkisini dile getiriyor. Ben kuşkonmazdan bahsedince de aynı şey oldu, önce yine uzun bir "aman kızııım" patlattı, ben de dönüp, "kuşkonmaz alıcam sana anne, ben amerika'da çok yiyiyordum ondan lezzetli bi'şey" deyince "aklını başına al ya, o ne öyle, yapma bana yapma" diye söylenmeye başladı. Canım benim ya.

Kemoterapinin 2. kürü başladı salı günü. Şu hastalığın en kötü tarafı, bizim için aynı zamanda tek iyi tarafı oldu. GBM kötü huylu bir tümör türü. Yani kanser. Hadi adını koyalım işte basbayağı "beyin kanseri" bu. Ama "beyin tümörü" lafı bile tek başına o kadar korkunç ki, hiçbir yerde, (literatürde bile) "beyin kanseri" dahası "kanser" sözcüğü geçmiyor. O yüzden annem ve anneannem dahil kimseye böyle bir açıklama yapmadık. Kemoterapi ilaçlarını alması da yaygın olarak bilinen serum yönteminden ziyade, küçük beyaz hapları yutması şeklinde olduğu için, ne kanser ne de kemoterapi sözcüğü literatürümüze hiç girmedi. Ve bu kelimelerin beraberinde getirdiği o pis, acıklı "negatif enerji" de evimize hiç uğramadı. Annemin, sadece "güç kaybı" olan sağ tarafı için bile "felç inmiş, felçli kalmış" diye birbirini dolduran komşuların ağzına "kanser olmuş, beyin kanseri ayyyy o nasıl şey kimbilir" laflarını vermediğim, komşuları siktir et; zaten kelimeleri hatırlayamadığı, kendini ifade edemediği için umudu kırılan ve  hareketleri kısıtlandığı için "ben yapamıyorum" diye üzülüp ağlayan anneme bir de "sen kansersin" hissiyatı yaşatmadığım için çok huzurluyum.

Yarın annemin doğum günü. Yani bugün. Büyük bir hediyem yok ona. Çünkü değil dışarı çıkmak, başka odaya geçip biraz ortadan kaybolsam, "nerede bu kız" diye söylenmeye başlıyor. Yarın ona yapacağım pasta dışında bir şeyim yok. Bir de "ben annemi sevmiyorum aslında" laflarıyla ortada dolaştığım günlerime inat, içime sığmayan, nasıl göstereceğimi bilemediğim kocaman SEVGİm.

Pasta ve sevgi...Bunların ikisinin bir araya geldiği bir başka doğum günü daha vardı-dı. -di 'li geçmiş zamanın hikayesi'ydi diğ mi bu? var-dı... Geçmiş bütün o zamanlar, hikaye mi değil mi, meçhul.

Olsun, bir tek ANNEM olsun, Bana bi'şey olmaz;



Read more...

Pazar, Mayıs 06, 2012

dolunay moRu

Aaaa blogger'ın görünümü değişmiş. Zaten yazacak mecalim yok, bir de yeni yayın kutusunu bulana kadar hevesim kaçtı hepten.

Aslında şu temayı falan hepten değiştirmek lazım,etiketleri en baştan düzenlemek lazım, fotoğraflar linkler ölmüş, onlara el atmak lazım. Yenilenmek, toparlanmak, güneşlenmek lazım.
Bu gece çıkan tepsi gibi dolunay, astrolojik olarak: bitirmemiz gereken meseleler, vedalaşmamız gereken yerler-insanlar, artık canlılığını yitirmiş, yük haline gelmiş duygular ile yüzleşmeye çanak tutan bir dolunay'mış. Bir de zaten hıdırellez bu gece. Kış bitiyor artık, yaz geldi demek Hıdırellez. Hızır'la, İlyas'a hürmetim sonsuz da, dilek meselesine hiç girmeyeyim şimdi.  Tam 2 yıl olmuş ben gül ağacının dibine o dileği gömeli. Çok inanmıştım... Anlattırma bana tekrar günnük. Yüreğim kırgın hala, parçaları içimi kanatıyor. Ama bu sefer geçiyor. Artık "o'nu istemenin arsız, mantıksız ısrarını kaybettim. Şimdi olmayışının karşılığı; bir ölüyü özlemek misali, daha uslu bir hüzün"*

Bu gece dolunay alsın götürsün istiyorum bütün gitmesi gerekenleri; kötü huylu tümörleri, bir damarın içinde pusuya yatmış bekleyen kan pıhtılarını, evin bir kenarında yığılı duran ilaç kutularını, hasta bezlerini, kaygıları, korkuları ve bir de yüreğimdeki o küllenmeyen ateşi.
Hıdırellez'in müjdesiyle gelen yaz gibi, sıcacık, ışıl pırıl maviler, turuncular dolsun evimize, yüreğimize. Huzur, Bereket, Şifa girsin bu gece açık bırakılan camlardan, cüzdanımızın içi tıka basa dolmasa da olur, ruhumuz ferah olsun yeter.

Annemi özledim be günnük. yaptığım işi beğenmeyip arkamdan söylenen, korkulu rüya görüp koynuna girdiğimde, "korkma ben yanındayım" diyen. Konuşan. Konuşabilen. Saçlarımı ören, iki koluyla sımsıkı sarılan, gözlerini devire devire bakıp 1001 farklı mesaj veren. Olacak biliyorum. Her şey eskisi gibi olacak.
Bu günümüze şükür, annem tek gözüyle de olsa görüyor hala beni, sahte de olsa gülüşlerimi; saçımın bir tarafı  yamuksa tek eliyle de olsa düzeltiyor, onun elinin her dokunuşu güzelleştiriyor beni hala, "bir tanem" diyor, "canım kızım" diyor uyandırırken, onun nefesiyle uyanıyorum her sabah. Bu günümüze şükür.

*: Ceyhun Yılmaz


Read more...

Perşembe, Mayıs 06, 2010

beyaz umut

Bitirip bitiremeyeceğimi bilmediğim bir yüksek lisansım,
Gidip gidemeyeceğimi bilmediğim bir Amerika hayalim,
Ve benimle evlenip evlenemeyeceğimi merak eden bir sevgilim var.

Ben mi?

Okulu bitirebilirim ama muhtemelen bitirmeyeceğim,
Amerika’ya gitmek için gerekli hazırlıkları yapıyorum ama gidemezsem de üzülmeyeceğim,
Ve fakat her ne olursa olsun, bu adamla evleneceğim!

Yani eğer o bana olan inancını tamamen kaybetmezse...

Hıdrellezmiş bu gece. Gül ağacı değil küçücük bir gül fidanıydı, içiçe geçmiş 2 alyans, elele tutuşmuş, kanadında USA yazan bir uçağa doğru yürüyen bir gelin bir de damat çizdiğim kağıdı, toprağına gömdüğüm...

"Aaa bahçeye çıkarken demir para almamışım" derken yerde 10 kuruş buldum üstelik...

Hıdrellezmiş bu gece. Hızır gelir gün doğmadan dilekleri toplar, 1 yıla kalmadan o dilekler olurmuş...




Read more...

Pazartesi, Ekim 05, 2009

zam(an)sız saRı

Zaman sen diyorlar çaresi.
Geç de nasıl geçersen geç bildiğin gibi.


Read more...

Pazartesi, Mayıs 04, 2009

mavi güzel, mavi cici


Ne büyük lütuf, ne paha biçilmez bir hazineymiş “huzurlu” olmak. Henüz içine girmemişken, kıyısından geçerken bile böyle hissediyorsam, gerçekten huzura erdiğimde hissettiğimi nasıl tarif edebilirim acaba?

Sihirli bir değnek değmesine gerek yokmuş hayatı değiştirebilmek için meğer. Birkaç doğru karar, üstündeki ölü toprağına atabilmek için birkaç ufak hareket, biraz inanç yetiyormuş sahiden. Nasılda unutmuşum anı yaşamayı.

Dün akşam yazarken, "uyumak istemiyorum çünkü ne iş yapacağımı bile bilmediğim bir pazartesiye uyanmak istemiyorum" demiştim.
Bugün iş çıkışı, daha yaptığım pozisyon değişikliği bile onaylanmamışken, üstelik geçen aydan bıraktığım eksikler yüzünden başım hala ciddi anlamda derde girebilecekken, “huzurluyum galiba” diyorum.

Anlaşılan hakkaten tatile ihtiyacım varmış. 3 günde böyle kanatlandıysam, 13 günlük tatilden sonra ne halde olurum kim bilir. Ha tatil yaptım da n’aptım? Ziyadesiyle ders çalıştım. (ki gerçekten özlemişim) Yılın ilk pikniğini, ilk güneşli mangalını yaptım. Bisiklete bindim. Güzel bir film izledim. Güzel bir kitabı bitirdim, bir diğerine başladım. Tartıda 2 kilo verdiğimi fark ettim. Yeni insanlarla tanıştım. Eskileriyle yeni planlar yaptım. Ha sahi çöp oldum çatıldım. Bir Pazar kahvaltısında, kendimi “matchmaker, matchmaker, look through your book and make me a perfect match.” diye mırıldanırken buldum. Ve kızmadım hiç, güldüm kocaman. Ve hatta bugün bir an “neden olmasın” diye düşünürken yakaladım kendimi.

Şükrettim. Bir teras balkonunda çayımı yudumlarken; kalbim çarpıyordu hala ve tehlikeli oyunlar oynayabiliyordum yabancılarla.
Şükrettim. Bir kıtadan diğerine geçerken; İstanbul’daydım ve şehrin tam ortasında durup her şeye baştan başlayabilirdim hala.

Huzurluyum galiba.
Uzun vadeli öngörülerim hala sisli bir bulutun ardında görünmez olsa da “İyiyim” şu anda. Kaydolsun.


Read more...

Cumartesi, Kasım 15, 2008

yeni mavi, yine mavi, en baştan mavi


Mühim evet. Tahminimden de fazla belki de.
İhmal ettim evet. Daha fazla zaman ayırmalıydım doğru.
Olsun yine güzel olacak. Daha güzel olacak her şey bugünden. Yeni bir kapı açılacak önümde. İçinde delice koşup oynamak istediğim, zorlu bir bahçeye çıkacak yolum.

Bacaklarım acıyacak koşup zıplarken, kolumu kaldırmaya dermanım olmayacak, dizlerim kanayacak düşüp kalkmalarımdan. Kanarcasına, kanatırcasına, acısını çıkartırcasına koşturacağım.

Böylesi beklemek nasıl da zor. O kapı açılana kadar daha ne zorluklar çıkacak kim bilir. Plansızım evet. Tek istediğim yaşamak. Yaşadığımı hissetmek.

Hayır, istemiyorum hiç bi’şey sormasalar bana, hiç bi’şey bilmeseler. Arabanın önüne park etmiş misafirler sabah orada olacak mı acabayla ben ilgilenmek istemiyorum. 3 gün önceden haber verilen “operasyonel değişiklik” koşullarında çalışmak istemiyorum, bu önemli sınavların öncesinde hayatımı işgal edip, sonrasında “nasıl geçti”den uzak adamlar da istemiyorum artık. Olumsuzları da düşünmek istemiyorum. Dibin kumları bunlar. Uzun zamandır bu derin sularda yüzüyorum.

Hiç de fena değildi diyeceğim önce. Sonra aradaki farkı kapatmak için asılmaya başlayacağım. Zorlu sınavlardan geçeceğim yine. Geçeceğim evet!
Hiç sesimi çıkarmadan işimi yapacağım. Zamanı geldiğinde bir “hoş çakalın”la gülümseyerek çıkacağım. Parlayan gözlerimi göreceğim dikiz aynasında. O kapkara ışıltı hani. Biliyorum onu, daha önce defalarca gördüm, tanıyorum. Görünce yine tanıyacağım.
Baştan, sıfırdan cesaretim olmaz belki önce tanıdık yollardan geçeceğim, bildik sesleri duyacağım. Hiç tanımadığım yüzler göreceğim. Şaşkınlar göreceğim o yüzlerde, şaşırtacağım.

Sessiz ve zamansız ve yalnız bir gecede belki, belki elimdeki her şeyi oraya buraya fırlatıp ayakkabılarımı bile çıkarmadan kendimi yatağa attığım yorgun bir uykusuzluğun kıyısında, belki de bir yaz gününün tam ortasında boğulurken sıcaktan, tokamı çıkartacağım önce, saçlarım dökülecek omuzlarıma serin bir hışırtıyla, gözlerimi kapatacağım. Hayatı duyacağım, tadına varacağım o an, beni, kendimi göreceğim, hissedeceğim o karanlıkta. Mutluluğun kokusunu duyacağım buram buram.

Şükredeceğim.

Sıcak bir duş şimdi, ılık bir uyku, sonra soğuk bir sabah...
Şansa ihtiyacım olcak evet.
Herşeye rağmen, yeniden başlıyorum evet.
Şimdi!

Read more...

Pazartesi, Kasım 03, 2008

gölgeli mavi



Kadının adı, Ada.
Filmin adı, Issız Adam.

Geçen hafta sırf normalde kimsenin yüzüne bakmayan o biletçi kızların “bir bilet lütfen” dedikten sonraki “sadece 1 mi?” bakışlarına muhatap olmamak için annemi de alıp gittiğim “üç maymun”dan önce fragmanını izledim. Ağır aşk filmi belli. Sırf bu yüzden izlemek istiyorum belki de, Çağan Irmak hayranlığı hikâye. (Çağan nasıl da güzel bir isim diğ mi?) Bu filme mümkün değil yalnız gidilmez. Onca sevgilinin arasında elinde kocaman pop cornla hatur hutur. Cık. İlla yalnız olunacaksa da pazartesi sabah 10 seansı falan olmalı. Boş salonda oh mis.

Aaa bi’dakka benim bu Cuma dişçi randevum yok mu? E, film de bu Cuma vizyona girmiyor mu? Evet ya, Cuma sabahı rahat rahat (ağlaya-zırlaya) filmi tek başıma izleyebilirim. Kahretsin çok zekiyim! Bu müthiş zekâmı normal hayatta da kullanabilsem keşke. Birileri beklemediğim bi’şeyler söylediğinde apışıp kalmasam. Aslında birileri bana duymayı beklediğim şeyleri duymayı beklemediğim zamanlarda söylemese keşke. Ya söylemesi beklenirken söylese ya da sonsuza kadar sussa.

Ben vazgeçmişken sislerin, buzlu camların arkasından el sallamasa bana tanıdık gölgeler. Her sınava girmeye karar verişimde mideme üşüşmese kelebekler. Ya da ben artık korkmasam gelenlerin gideceğinden. Safça, çocukça, basitçe güvensem.

Elini tutsam, sımsıkı. Yüreğim avucunda atsa.
“Cuma akşamına bilet bulamazsan 1 hafta konuşmam seninle” desem de 1 saat sonra Pazar akşamına aldığın biletler için sevinç çığlıkları atsam.
Alışveriş merkezindeki şekercide “burada hiç mavi şeker yok bana mavi şeker al” diye inatla tepinsem de kolumdan çeke çeke Kafkas’a götürünce bir tanecik kestane şekeri için ulu orta öpücüklere boğsam.
Kurabiyeleri sıcak sıcak yesek. Hamurunu yoğururken belime sarılsan, fırından çıkarırken yaktığım elimi öpsen. Kurabiye koksak.
Bağıra çağıra maç izlesek ya da Hamilton mu şampiyon oldu Glock mu yol verdi diye çekişsek kare kare tekrarları izlerken.
Sallanan sandalyede gömülmüş kitap okurken şarabım bitse. Doldurmaya kalkınca vazgeçsem, şarapta kitapta umurumda olmasa. Sen olsan. Odama dolsan. Kalbinin atışını göğsümde, sesini tenimde duysam…


Une Belle Histoire - Michel Fugain

Read more...

Cumartesi, Temmuz 05, 2008

beyaz düş

Hayal kurmayı unutur mu insan? Yüzmek gibi bisiklete binmek gibi bi’şey değil midir hayal kurmak? Bi’kez öğrenince yıllar yıllar geçse bile tekrar yapılamaz mı? Yoksa bir yabancı dil gibi kullanılmaya kullanılmaya, kurulmaya kurulmaya unutulur mu acep?

Ben unutmuşum mesela. Şaşırdım. Uzunca bir zamandır şöyle allı güllü hayaller kurmadığımı fark ettim geçenlerde. Şu Turkcell’in senhayalet zımbırtısı var ya o vesileyle. Dedim ki 'kur bir hayal, yaz gönder bakalım millet hayal kurmak nasıl olurmuş görsün. ' Alla alla düşünüyorum düşünüyorum orijinal bi’şi bulamadım. Yok dünya seyahati, yok pahalı markalardan sınırsız alış-veriş, en ilginç olarak Van’da kahvaltı, İngiltere’de çay, Roma’da makarna şarap, Soho’da akşam yemeği yiyebileceğim bir gün hayal ettim. O da kendim için değil yani, proje gibi kurguladım öyle. Sonra baktım uçuş saatleri falan pek tutmuyor birbirini, vazgeçtim kendim için hayal kurayım bari dedim.
Yok, yok, yok.
Hayalini kurabileceğim tek bi’şey bulamadım. Kariyer falan bunlar hep hesap-kitap plan işleri. Teller duvaklar gelinlik, düğün organizasyonu falan. Hımm, düğün günü fotoğraflarıyla ilgili ufak bir hayalim vardı aslında ama büyük fotoğraf sütüdyoları tarafından yapıldığını öğrendiğimden beri o da bir hayal olmaktan çıktı. Zaten damadın kafası koca bir soru işareti, konsantre olamadım bir başka türlü hayale.

Kaçayım gideyim, kendi dünyamı kurayım dedim, Iııı ııhh aklım hep geride kalıyor, onu bile beceremedim ya, “yuh” dedim kendi kendime. Sinirlendim bilgisayarı açtım. Gençturkcell’in zımbırtısına baktım ki, bizim hayal kurmamıza gerek yokmuş. Zaten onlar bizim adımıza kurmuşlar hayalleri, biz sadece her hafta bir tanesini seçecekmişiz. Bu mudur yahu? Sen tut genç kitlen için ‘hayal et, gerçekleştirelim’ kampanyası yap, sonra de ki: ‘biz senin yerine hayal ettik, sen birini seç yeter.’ Doğru ama bu adamlar 160 karakterle iletişim kuruyorlar ne hayalleri olacak ki plazma tividen, tuttuğu takımın kombine biletinden başka.
Yemişim genç kitlenin hayallerini, benim hayalim yok lan!” diye başlayıp bir küfür savuracaktım ki, Zeynep’i gördüm. "Zeynep’ler esmer olur yahu bu nasıl güzel bir sarışın Zeynep" diye diye baktım Flickr'daki yüzlerce fotoğrafına.

Hayatı yeni keşfeden o şirin şaşkın haline baktım,
babasının kollarındaki huzuruna ve babasının gözlerinden taşan mutluluğa,
annesinin sadece annelerin anlayabileceği şefkat dolu ifadesine,
Amcasının acemiliğine,
büyükanne ve büyükbabasının tarifsiz sevgisine baktım.

Sonra babasının Zeynep hakkında yazdıklarını okudum saatlerce. Kıskanmadım desem yalan. Babamın evde olmayışı, iyi ki mi, keşke mi bilemedim. Kalkıp kendi çocukluk fotoğraflarımı alacaktım ki, minik bebişin her anını fotoğraflamaya uğraşan bir baba geçti gözümün önünden. İlk adımlarını atan veledin arkasından bir elinde kamerayla koşturuyordu. Bebiş bir an dengesini kaybeder gibi yaptı da fırlatıp atacak oldu kamerayı. O, kızının ilk adımlarını yakalamaya çalışırken ben onların şaşkınlığını kazıdım benden başka kimselerin bilmediği fotoğraf hafızama. “Hadi bırak şu kamerayı, yoğurt saati geldi” diye seslendim sonra. “Ama baksana artık koridor boyunca dengesini kaybetmeden yürüyor hayatım, bu anlarını mutlaka kaydetmeliyiz” dedi.. “Sen benim fotoğraflarımı bu kadar hevesle çekmedin hiç” dedim. Hemen bana çevirdi objektifi “ay çekme bu halimle, saçım başım felaket” dememe kalmadan bastı deklanşöre. “kıskanç sevgilim” benim derken öpüvermişti omzumdan. Hala sevgilim diyordu bana. Sevgilimdi.
Sonra mama koltuğunda kah uçaklar indirdik piste, kah yoğurtlu öpücükler kondurduk babamıza. Tam arabaya binip bir park gezmesi yapacaktık ki birden soru işareti oldu yine babamızın gülüşü. Kucağımdan siliniverdi bebişimin kahkahası. Korktum bir an, gerçekten yok oldular sanmıştım ki, bir esinti vurdu camdan. Kokusundan belliydi gece olduğu. Oysa az önce güneşli bir pazardı…

Korkum geçti sonra.

Anladım ki hayal kurmak unutulmuyormuş. Gerçekten imkânsız olanı bulmak yeterliymiş hayale düşmek için.



Read more...

Pazar, Nisan 27, 2008

değişiyoRum(?)

http://kirmizikelam.blogspot.com/2008/04/deiiyorum.html

Read more...

Pazar, Mayıs 06, 2007

saRı ya da tuRuncu ama kıRmızı değil

Yine çocuktum ufacıktım, top oynadım acıktım diyebileceğim bir yaştayım. 'Süper Baba' en favori dizimiz o zamanlar, bu sebepten rastladığım bir Sevinç Erbulak röportajını baştan sona okumuşum. Bugün bile aklımda olan tek bir cümlesi var. Soru ne bilmiyorum, cevap şu mealde; "bir ilişkiye başlamak dünyanın en zor işlerinden biri, kendini anlat, tanıt, karşındakini anlamaya çalış, çabala, zaman harca". O zamanlar anlamamışım tabi, belliki biriyle "çıkmak" ne kadar zor olabilir yahu diye düşünmüşüm o yüzden olsa gerek söyledikleri bugün bile aklımda.

Daha geçen hafta herhalde, Desperate Housewives'ın Gabrielle'i, eski kocası Carlos'a verandada şöyle bi'şeyler dedi (orijinal senaryoyu bulmak istiyorum ben de ama zor geldi şimdi) : "Benim hakkımda herşeyi biliyorsun ve ben bunun için çok zaman harcadım, şimdi herşeye baştan başlamak beni sinir ediyor" Sonra da Carlos'un içkisini alıp kadeh kaldırıdı.

Şu anda neden bahsettiklerini biliyorum. Ve giyindim kuşandım bunun ne kadar zor olacağını kendi gözlerimle görmeye gidiyorum. Ne diyor Gripin beyler: (Zamana Bırakma Bizi)

sanılmasın yastayım yapyalnızım
yoluma devam ederim kaldıgım yerden
yalanlardan duvar ördüm göğsüme
bir daha yara almam vurduğun yerden

Read more...

Pazar, Ocak 21, 2007

deliRmeden önce


Kimisi için sadece bulutların uçuştuğu mavi boşluk, kimisi için nefes almamızı sağlayan atmosfer tabaka, kimisi içinse yıldızları güneşiyle, ayı ve pamuk gibi bulutlarıyla boş ama hoş bir dünya, sanırım benim için öyle...
Gökyüzüne baktığımızda gördüklerimiz sadece bembeyaz bulutlar, uçan kuşlar ve akşamdan akşama ortaya çıkan yıldızlarla ay mı? Aslında evet (yani daha farklı ne olabilir ki) ama ya hepimizin onlara yükledikleri anlamlar?

Yıldızlara bakıp dilek tutmayan, kuşları izleyip onların ne kadar özgür ve mutlu olduğunu düşünmeyen, rüzgarla hızla hareket eden bulutları çeşitli nesnelere benzetneyen var mıdır? Varsa ne çok şey kaybettiğinin farkında mıdır? Bunların ne kadar keyifli olduğunu anlatmak çok zor aslında, çünkü gökyüzünün insana hissettirdiği duygular o kadar farklı ki... Yani çok sevdiğiniz bir insanın gökyüzünde bir yıldız olduğunu düşünmekle aynı yıldızlara bakıp ipe sapa gelmez dilekler tutmak arasında öyle çok fark var ki. Sonuçta ikiside insanı rahatlıyor, önemli olan da bu belki de.

Ya da bulutlar! Rüzgarlı havada bir yere yetişmeleri gerekmiş gibi hızla ilerleyen, güneşli ve pırıl pırıl bir günde mavi gökyüzünde küçük tavşanlara veya kocaman bir kamyona benzeyen bulutlar. Onlar da insana ne çok şeyler anlatırlar. küçükken hep onların üzerine çıkıp hoplayıp zıplamak, onların içinde yuvarlanmak isterdim. Büyüdüğüm ne kadar söylenebilir bilmiyorum ama ben hala bunları yapmak istiyorum. ve hala kuşların özgürlüklerini ve mutluluklarını kıskanıyorum. Onlar gibi kimseye hesap vermeden sorunsuzca ve sorumsuzca uçabilmek...

Uçup giden kuşların ardından bir yağmur sonrası çıkan gökkuşağı. sıcak bir ilkbahar gününde sırayla dizilmiş kırmızı, turuncu, sarı, yeşil, mavi ve mor. aynı sıra karlı bir kış günü, güneş batarken tam karşınızda.
Bunları görebilmek ne kadar zorsa anlatabilmekte o kadar zor. Herşeye rağmen hepsi tam üstümüzde gözlerinizi biraz çevirmeniz yeterli görebilmek için. Umutlar kırgınlıklar, dilekler, küçük tavşanlar uçan kuşlar, her gece farklı bir yüzünü gösteren ay, gözkırpan yıldızlar, hepsi oralarda bir yerlerde işte...
Son söz bir defter kapağından "çalışmaktan yorulduğunda kaldır başını bak ufka, bir umut elbet bulacaksın."
Bir umut her zaman var oralarda, yorgunluğunuz çalışmaktan olmasa bile...

Demişim 1999-2000 eğitim öğretim yılında, bir edebiyat dersinde. daha delirmeden çook önce.

Read more...
doradoraa [at] gmail [nokta] com

ne güzel demişleR

deli saçması

  © Free Blogger Templates Blogger Theme II by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP