eskilerden etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
eskilerden etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Çarşamba, Ağustos 04, 2010

eskiden biR moR

DS2019 belgem bakanlığa gelmiş which means dönüşü olmayan yola girildi. Dün çok garip bir şekilde, bakanlıktaki finansal danışmanımla konuşurken yakaladım kendimi. Rutgers’e paramın yatırılıp yatırılmadığını, yatırıldıysa vazgeçme durumunda bunu iptal edip edemeyeceklerini sordum. Kadın güldü bana, 21 yaşındaki o tıfıllardan birine yaptığı muameleyi yaptı ve “sen çok korkmuşsun belli, bir git bakalım, çuvallarsan en azından dil okulundan döner, hem gezdim gördüm dersin, hem de Türkiye’de kazanıp kazanamayacağının kesin olmadığı maaşınla önümüzdeki 10 yıl boyunca bize tazminat ödersin” dedi. Ben de “nasıl iş bu ya, gidip gelince de 10 yıl zorunlu hizmet, şöyle bir bakıp gelsem bu kez 10 yıl tazminat ödeme, ne anladım ben bu işten ”dedim. “Demek ki gidip başarıp dönmek daha mantıklı di mi?” dedi.

Konsolosluğu aramış arkadaşlar, en erken ayın 10una vize görüşmesi için tarih veriyorlarmış. “Ne aceleniz var” dedim. “Biz vizeyi alalım, en zorunu atlatalım sonra istediğimiz zaman, geniş geniş gideriz işte” dediler. Mantıklı tabi. Pasaportta vize olduktan sonra istediğin zaman atla uçağa git. Ayın 13üne tarih alalım diyorlar. Ben o hafta içinde sevgilimle bir tatil kaçamağı yapmayı düşünüyordum. Gerçi ayın 10u zaten ramazan di mi? Off bilmiyorum.
Babam bu tatil kaçamağını da bunca yalanımın arasında yemez ama bakalım.

Ayrıca vize alındıktan sonra bir de Ankara’ya para almaya gidilecek. 2 aylık yurt dışı maaşı verecekleri için hesaba yatırmıyorlarmış, merkez bankasına gidip elden alıyormuşuz.. Pardon ama ben nereme sokacağım o parayı giderken. Çorabıma mı dolduracağım rulo yapıp. Devlet memuru olmak isteyip istemediğimi bir kez daha düşünmem gerek sanırım.

Ya da düşünmek için fazlasıyla geç kaldım artık…

Gün geçtikçe daha çok bağlanıyorum sevgilime…
Gün geçtikçe daha çok korkuyorum.

Az önce, tamamen tesadüfen, Hotmail hesabıma bağlı oluşturduğum space’i buldum.
“I thought we had something pRecious now i know what it's woRth” koymuşum adını. Vehala public'miş meğer. Şöyle bir şey yazmışım:, sene 2006 ekim!

benim için önemli bir dönüm tarihi aslında 15 ekim. bugünlerdeyse başarılı olup-olmamak hiç bişey ifade etmiyor. yaptığım tüm hazırlıklar tek bir kelimeyle uçtuuuu gittiiiii. içimde yanan sadece bir küçük mummuş meğer, söndü ufacık bir esintiyle. yılllardır tuğla tuğla örüyorum sandığım burçlar,kaleler kumdan meğermiş....

oysa planlarım vardı benim, beklentilerim olmadı hiçbir zaman zaten. sadece KENDİ hayatımı kurmak için planlar yapıyordum ben, rotamı çizmeye çalışıyordum. şimdi pusulasız bir gemi gibiyim okyanusun ortasında. karaya çıkmak ne değiştirecek bilmiyorum. okyanusun ortasında sürüklensem kime, ne fayda....

kocaman bir boşluk içimde ki.
boşa çekilen küreklerin ağrısı mı göğsümde ki, yıkılan kumdan kalelerin hayal kırıklığı mı?
zihnimde çarpışan soru işaretleri mi engel gözyaşlarıma, anılar arasından seçtiğim kahkalar mı?

oysa ben de "YORULDUM", ama en azından inancımı kaybetmedim. 'zor günler hep var hayatımızda, bugünlerde onlardan' diye inanıyorDum hep. şimdi biliyorum ki kahramanlar sadece çizgi romanlarda. ve ben değirmenlere yenildim, hayatımda ilk kez !

yolumu kaybedecek değilim, yeni bir deneyim yaşıyorum hepsi bu ( ne demişti felsefe öğretmenim Hande hanıım lise de "deneyim bize atılan kazıkların bileşkesidir" ) kızmak istiyorum aslında ve hatta kontrolümü kaybedip saldırmak istiyorum şuursuzca... ama önce canımı yakanı bulmalıyım.

Bunu o hayatımı değiştireceğini sandığım "hakimlik sınavı"nın ardından yazmışım.
Ve o değirmenlere yenilen don kişot, ne kadar manidarmış:) Hem çuvalladığım bir sınav, hem uzatmalarını oynayan bir ilişkinin bitişi...
Ve o space'in de son yazısı "yalnız bir opera"ymış. Yine yine yine...
Ve bir de fotoğraf koymuşum, "eski" ye dair.
Bakınca hiç ama hiç bir şey hissetmediğimi görmek nasıl da garip ve bir gün sevgilimle de böyle olabile... Hayır hayır bunu düşünmek bile istemiyorum.

Çünkü, böyle bir şey hiç olmayacak.
Çünkü, O hep olacak!
Çünkü, ben bugüne kadar hiç böyle hissetmedim!
Çünkü O'na hissetiklerim kimseyle kıyaslanamaz bile!
Çünkü...
Hep...
O...

Read more...

Cumartesi, Ocak 31, 2009

delilik



22.08.2007


çok çok başlarda olmalıydı bu alıntı, neyi bekliyordu taslakta acaba?

Read more...

Pazar, Ağustos 31, 2008

FoRmula 1 istanbul'da


Hadi geçen sene ben istanbul'da değildim kaçırdım (sahi nerdeydim ben geçen sene?) bu sene aklım nerdeydi acaba..hımm sanırım bu sene ki bahanem de hafta sonu kursuydu, doğru! ama bu kadarda olmaz ki,insan bu yaşta hala kursları,dersleri bahane etmez ki kardeşim. tabii birde hala baba sponsorluğunda yaşıyor olmanın yan etkileri. hayır zaten bu seneki yarışların hiç ama hiçbirini Tv'den canlı bile izleyemedim, bir de burnumun dibindeki organizasyona uzaktan bakıyorum...

bgn ise canlı olarak izlemeyi başarabildiğim antreman turları sayesinde bir kez daha (ne demek lazım hissiyatımı anlatabilmek için) "içim gitti, içim". hele o onboard kameralar yok mu, bilgisayar oyunları falan hikaye; "adrenalin işte bu" dedirtiyor her seferinde...motorların sesinden hiç bahsetmek istemiyorum, en azından kendi ruh sağlığım açısından. ama şanslıyım ki macaristan GP'sinin antreman turlarında kapışan Alonso'yla Red Bull'un test pilotu Doornbos istanbul parkta yine kapıştı. hayır bayılıyorum Alonso'nun agresif hareketlerine o bakımdan. yalnız sahiden bgnki olayda Alonso kırdı direksyonu Doornbos geçmesin die. bu sayede bende en azıdnan bu yıl ki GP'nin ilginç olaylarından birine şahitlik ettim. sıralama turlarında ya da yarışta daha heyecanlı bişey olmaz umarım dieceğim amma, schumi'yle Alonso'nun puanları ve bit tabi takımların puanları birbirine o kadar yakın ki eminim yine yarışı izle(ye)meyerek çok şey kaçıracağım...

bgn F1 keyfime keyif katan,tüm gün ekran karşısında sayıklamama sebep olmuş bir faktör daha söz konusu : tiago monteiro ki vasat fotolarından biri için bkz:

Midland'ın yakışıklı pilotunu nasıl olupta daha önce fark etmemişim gerçekten üzüldüm! gerçi normal, Midland'ın dünya şampiyonasında ilk yılı bu yıl, e doğru dürüst yarış izlemeyincede keşfetmek için geç kaldık kendisini. kariyerin de 2005 amerika gp'sinde 3. olmaktan daha önemli bir başarısı olmasa da gözüm üzerinde bundan böyle.

ama ne yazık ki tiago monteiro faktörü bile kesmedi beni antreman turlarını izledikten sonra, en iyisi biraz NFS oynamak. belki alırım hızımı..

25.08.2006

Yonja profilime yazdığım ilk ve tek blog yazısı kendisi. Profili toptan uçururken gönlüm el vermedi uçmasına. Gözüme giren koca koca hatalarına rağmen aynen copy paste.

Read more...

Çarşamba, Mayıs 14, 2008

yalancı yeşil


Karlar yağdı bütün kış üstüme. İçime işledi taneler tek tek. Birlik oldular sardılar etrafımı. Her şeyin üstünü örttüler. Çıkışlarımı kapadılar bazen. Bazen soğuktan sızladı parmaklarım, tek bir sözcük çıkmadı titreyen dudaklarımdan. Elimi bile uzatamadım kimselere, kimi zaman sadece gözlerim görünüyordu tipiden, kimi zaman yapayalnızdım bembeyaz.

Sonra güneş açtı yavaştan. Eridi bahçemin karları. Kimi gözyaşı olup aktı, kimi buharlaşıp uçtu hiç var olmamışçasına. Birden tomurcuklar fışkırdı dört bir yandan, sarıp sarmaladılar yemyeşil. İçim açıldı sanki yüreğim ferahladı, yüklerden kurtuldum. Açtım kollarımı güneşe, buz gibiydi ellerim, uzattım. Öyle coştum, öyle gözümü aldı ki güneş, eriyip giden kardan adamı bile unuttum. Buz gibiydi ellerim, uzattım…

Kış çocuğuyum ben, sıcağa alışkın değil tenim. Avucumdan bir sıcaklık akarken yüreğime; “soğuk” dedim. Buz gibiydi ellerim. Gözlerimde sorular. Bahara alışmaya çalışıyordum oysa. Adamlarım hep kardandı benim, alışmaya çalışıyordum sıcaklığına.

Gitti. Arkasına bakmadı.
Gonca yüklü dallarıma ayaz vurdu.

Yoldum bahçemde ki bütün otları. Çevremdeki bütün yaban yeşillikleri söktüm attım. Boş plastik saksıları kaldırdım. Çabalamak, çapalamak, emek harcayıp kıpkırmızı kahvaltı domatesleri yetiştirmek için havalandırdım toprağımı. Öyle yorulmuşum ki; yanıma bir avuç mor menekşeyi, arkama tanıdık bir gülfidanını alıp kenara çekildim. Bir adım uzaktan baktım olana bitene. Geçen kışa, açan bahara, vuran ayaza, hiç gelmeden çekip gidene, başlamadan bitene…


Ben kış çocuğuyum işte… Hangi mevsimde hangi çiçek açar bilmem ki hiç. Yanlış baharda açtı tomurcuklarım. Şimdi kenarda durmuş tekrar kışı bekliyorum. Hiç niyetim yok yeni tohumlar saçmaya. Varsın kahvaltıda domatesler kendi bahçemden olmasın. Varsın açmasın güllerim rengârenk.

Ben şimdi kışı bekliyorum yine.. Kardan adamlarıma da razıyım artık. Bir kuru dal parçasıyla gülümseyiverir onlar bana, bir de mavi atkıyı sardım mı boynuna, güneş açana kadar bahçemde kalacak bilirim. Varsın her bahar alıp götürsün o'nu… Yalancı güneşlere çiçek açmaktansa, buz gibi ayazlara uzatırım ellerimi.

Ben şimdi kışı bekliyorum yine. Alın koca bahçe sizin olsun. Bana kışın sessizliğini geri verin yeter.

Read more...

Pazar, Nisan 27, 2008

değişiyoRum(?)

http://kirmizikelam.blogspot.com/2008/04/deiiyorum.html

Read more...

Cuma, Nisan 25, 2008

ben biR yeRde hata yaptım ama neRede bilmiyoRum

http://kirmizikelam.blogspot.com/2008/04/severek-ayrlmak-diye-biey-varm-hakkaten.html

Read more...

Salı, Nisan 15, 2008

bitti,galiba,aRtık,sanırım,bitmeli

http://kirmizikelam.blogspot.com/2008/04/bitti-galiba-artk-sanrm-bitmeli.html

Read more...

Çarşamba, Nisan 09, 2008

değişmeyen tek şey?

http://kirmizikelam.blogspot.com/2008/04/deimeyen-tek-ey.html

Read more...

Pazar, Nisan 06, 2008

biR son

http://kirmizikelam.blogspot.com/2008/04/bir-son.html

Read more...

Cumartesi, Nisan 05, 2008

yeniden başlasın

http://kirmizikelam.blogspot.com/2008/04/yeniden-balasn.html

Read more...

Cumartesi, Temmuz 14, 2007

ateş mavi

"Bi’şey yandıysa eğer insanın içinde bir yerde, ateş bi’kere yandıysa, ne kadar küllenirse küllensin, üstünden ne zamanlar ne acılar ne mutluluklar geçerse geçsin, bir kor sönmemiş bir izmarit gibi hep kalıyor o ateşin yerinde. Ölümde böyle, aşkta, nefret, korku ve belki umut bile. Eğer bir ateş yakacak kadar çok yer kapladıysa içinde, yüreğinde, beyninde hep orada bi’yerde bi kıvılcım bulabiliyor insan yıllar sonra bile.

Şarkılar, kokular, şehirler, bir film karesi, altı çizilmiş roman sayfaları, gardıroptan çıkan bi kazak hep aynı şeye hizmet ediyor işte. ya o küllerin orda olduğunu hatırlatıyor, ya da bir kıvılcım bulup çıkarıyor küllerin arasından.

Ve bu yüzden işte hissiz yapılıyorsa bir şey, onun için yanan bi ateş olmadığındandır. Hayatında hiç yer etmediğindendir ya da hayatında yer edenleri (şeyleri kişileri olayları her neyse) anımsatmadığındandır."

Demişim vakt-i zamanında (kasım 2006) bir msn sohbetinde...Bi'daha düşünmek lazım sanki üstünde, eksik yerleri var gibi. Dursun burada elimizin altında bakalım.

Read more...

Cuma, Haziran 08, 2007

buz mavisi

Ne kadar zor olabilir konuşmak, 2 yaşında ki hallerimiz düşününce dünyanın en zor eylemlerinden biriydi sanki. Peki 22 yaşında, 32 yaşında 42 yaşında ne kadar zor olabilir? Ne söylediğimize kime söylediğimize mi bağlı acaba, yoksa cesaretimize mi bağlı konuşmanın zorluğu?
Konuşmak. Konuşabilmek.

'Ne var yahu, dudaklarıma yolladığım birkaç komutla çıkardığım sesler nihayetinde' diyesim geliyor. Oysa bence her yaşta zor konuşmak, yaşla ilgisi yok bal gibi zor bir insan eylemi!
Karşındakinin gözlerinin içine baka baka konuşmak ve söylemek aklından, yüreğinden geçenleri; illa aşkını itiraf etmek değil, nefretini söylemek mesela. “Hayır” diyebilmekte. Hele özür dilemek ya da içten bir “teşekkür etmek”, yüzünde kocaman bir gülümsemeyle “günaydın” demek hiç tanımadığın otobüs şoförüne hiç kolay değil çoğu için.

Ve lafı dolandırmadan konuşabilmek! Açık açık kesin ve net söylemek, söylemek istediklerini hiç kolay değil. Kimseyi kırmadan, üstelik kırmayı da hesaba katmayarak tüm fikirlerini ortaya koymak ve kimseyi fikirlerine inanmaya zorlamadan tartışmaya devam edebilmek hiç kolay değil

Teselli etmek en yakın arkadaşını; hayır sevgilisinden ayrıldığında değil, babası bu dünyayı terk ettiğinde. Her şeye rağmen bu kocaman bahçenin yaşamaya değer bir yer olduğunu konuşarak anlatmak hiç kolay değil o anda.
Konuşmak hiç kolay değil büyük bir afet anında, herkes ve sen korkudan titrerken “iyi misin?” demek ya da bu soruya cevap vermek hiç kolay değil...

Ağlarken ‘yıkılmaz bu kale burası benim en güvenilir sığınağım’ dediğin baban küçük prensesi olarak anlamlı sesler çıkarabilmek hiç kolay değil. Annene akıl vermek “başka bir kadın var” dediğinde, küçük kardeşin ilk aşk acısını çekerken onunla konuşmak hiç kolay değil.

Konuşmak ne kadar zor olabilir sence?

Yaşamak ne kadar zorsa o kadar,
Düşünmek ne kadar zorsa o kadar,
İnanmak ne kadar zorsa o kadar,
Güvenmek ne kadar zorsa o kadar.

Read more...

Perşembe, Haziran 07, 2007

acının Rengi






Bazen tabut yeşilidir acınız, bazen batışını birlikte izlediğiniz güneşin kızılı, bazen saçlarının sarısı. Kimi zaman başarısızlık siyahı, kimi zaman korkak gri.
o yüzden beyazdır herhalde acının rengi, çünkü beyaz içinde barındırır tüm renkleri.
ZG

Read more...

Salı, Mayıs 08, 2007

gRi


Zaman; her şeye çare olabilen, unutturabilen, acıyı azaltan, öğreten, ilaç olan, kazandıran, kaybettiren insan icadı. Ademoğlu bölmedi mi yılları mevsimlere, mevsimleri aylara, ayları günlere, günleri saatlere, dakikalara, saniyelere. Yetmedi rekorlar kırmaya saliselere böldü. Sonra koşup durdu bir akreple yelkovanın peşinden. Yıllar değiştikçe "bugün yılbaşı" dedi eğlendi, "bugün doğum günüm" dedi yaşlandı. Hafta sonlarını, yıllık izinlerini, emekli olmayı bekledi hep yaşamak için. Yaşamı anlamlandırmak için yine böldü parçaladı zamanı burçlara, bayramlara. sırf bu yüzden herhalde "zaman"a tapan kavim, millet, topluluk yok tarihte.

Uzatmasam hiç,
MaRia Puder'e bıraksam sözü: "İnsan ömrü doğumdan ölüme kadar uzanan tek bir yoldan ibarettir ve bunun üzerinde yapılan her türlü taksimat sunidir" dese. Zamanlarca oturup düşünsek üstüne...

Read more...

Perşembe, Mart 29, 2007

siyah

Bir yalana ne kadar sıkı sarılabilir insan?
İnsanın hayatında artık kendisinin bile doğrusunu hatırlamadığı bir dönemi olabilir mi?
Bir yalan ne kadar yer kaplayabilir hayatın içinde?
Nereye kadar sürdürülebilir o yalan?
Bir ömür bir yalan üzerine kurulabilir mi yoksa hiçbir hafıza bunu sağlayacak kadar güçlü olamaz mı?

Read more...

Çarşamba, Ocak 31, 2007

deli deli, kulaklaRı küpeli

YOLCULUK
Uzun bir aradan sonra yeni bir yolculuk yapacağım "soğuk ve şehirlerarası otobüslerde". 4-5 ay önce sabahın köründe sıcak yatağımı bırakıp teptiğim Babaeski-İstanbul yollarını saymazsam uzun zaman oldu yolculuk yapmayalı.

Malum pazar günü idari hakimlik sınavı var. Dolayısıyla bu kez yolculuğum başkent'e. Ne büyük hayallerle hatta hayalden öte planlarla başladım çalışmaya bu sınav için. Bütün bir yaz tüm haftasonu mesailerimi ders başında yaptım. Kitaplar, sorular, satıraraları, detaylarla boğuştum durdum. şimdi zihnimde müthiş bir kaygı, yüreğimde kocaman bir boşlukla çıkacağım yola.

Benim için önemli bir dönüm tarihi aslında 15 ekim. Bugünlerdeyse başarılı olup-olmamak hiç bişey ifade etmiyor. Yaptığım tüm hazırlıklar tek bir kelimeyle uçtuuuu gittiiiii. İçimde yanan sadece bir küçük mummuş meğer, söndü ufacık bir esintiyle. Yılllardır tuğla tuğla örüyorum sandığım burçlar, kaleler kumdan meğermiş....

Oysa planlarım vardı benim, beklentilerim olmadı hiçbir zaman zaten. sadece KENDİ hayatımı kurmak için planlar yapıyordum ben, rotamı çizmeye çalışıyordum. şimdi pusulasız bir gemi gibiyim okyanusun ortasında. karaya çıkmak ne değiştirecek bilmiyorum. okyanusun ortasında sürüklensem kime, ne fayda....

Kocaman bir boşluk içimde.
Boşa çekilen küreklerin ağrısı mı göğsümde ki, yıkılan kumdan kalelerin hayal kırıklığı mı?
Zihnimde çarpışan soru işaretleri mi engel gözyaşlarıma, anılar arasından seçtiğim kahkalar mı?

Oysa ben de "YORULDUM", ama en azından inancımı kaybetmedim. 'zor günler hep var hayatımızda, bugünlerde onlardan' diye inanıyorDum hep. Şimdi biliyorum ki kahramanlar sadece çizgi romanlarda. Ve ben değirmenlere yenildim, hayatımda ilk kez !

Yolumu kaybedecek değilim, yeni bir deneyim yaşıyorum hepsi bu ( ne demişti felsefe öğretmenim Hande hanım lisede "deneyim bize atılan kazıkların bileşkesidir" ) kızmak istiyorum aslında ve hatta kontrolümü kaybedip saldırmak istiyorum şuursuzca... ama önce canımı yakanı bulmalıyım.

10 ekim 2006.


Tam olarak ne zamana denk geliyor benim deliliğim bilmiyorum, raporum yok henüz. ama çoktan delirmişim bu satırları yazarken belli. Deliliğime gelene kadar geçirdiğim 3 aşamaydı eskilerden seçtiklerim. daha yayınlamak istediğim çok şey var ama şimdilik bu kadar yeter. Bundan sonrası : "biR delinin güncesi"

Read more...

Çarşamba, Ocak 24, 2007

oynatmaya az kal(mış)dı

MUCİZE!
Yazmayalı o kadar uzun zaman oldu ki ve o kadar sıkkınım ki... 'Ne yapsam, ne tutsam nereye gitsem sen yoksun!'

Yazamıyorum bile, bu kadar vahim olan nedir ya?!
Neden bu hayat!? Neden Muğla?! Neden ben?! 3yıldır burdayım, 3 yıldır aynı soruyorum kendime, hani cevap nerede? Ne 3 yılı yahu 20 yıldır bırak cevabı bulmayı ipucu bile yakalayamadım. Sıkıldım bu sınavdan Allah'ım! Yetmedi mi sınandığım daha? Bir ömür ben buna nasıl katlanacağım? Katlanacak mıyım?

Hep sorular var, her yerde her zaman sorular....
Bir mucize istiyorum ben artık, mucizelere inanmak istiyorum. aşk mı aradığım? O olunca olacak mı? Her şey yoluna girecek mi bir anda? Ben bunu 20 yıldır başaramıyorum adamın biri, bir günde nasıl başaracak? Bir mucize istiyorum ben, sadece bir tek mucize!

Bu gece yıldız yağmurunu izlesem büyü bozulur mu, biter mi felaketler, çıkar mı hayatımdan? Her bir yıldıza bir dilek tutsam, tek dilek tutsam! Yıldızlar bilirler mi insanların dileklerini? Benimkini duyacaklar mı? Bugüne dek 1 kez dilek tuttum yıldızlara, duymadılar. Bu kez nasıl inanayım onlara. Ben bir mucize istiyorum, mucizelere inanmak istiyorum!

Bıkmadan yaşamdan hayır! Bıkmakta istemiyorum. Ama sıkıldım bomboş geçen günlerden. gençliğim boşa geçiyor. Anılarım yok. Ben bunun için çabalıyorum, merdivenden çıkarken arkasından koşuyorum. Sadece anım olsun diye.

Bunu mu hak ediyorum ben! Buysa layığım, kurtuluşu yok mudur? Ne yaptım bunu hak edecek? Ağlayamıyorum bile gecelerdir, uyuyamıyorum da... Ne yağmur yağıyor gözyaşlarımın akıtamadıklarımın yerine, ne de güneş doğuyor karanlık gecelere. Gri-bulutlu günler hep hayatım. Ona inat şemsiyem kırmızı!

Kurtulmalıyım kelepçelerimden! İşim olsun diye ders çalışmakla olmuyor, kurtulmalıyım! Bir mucize bekliyorum, bir mucize istiyorum sadece. Gerçek bir mucize. Gözyaşlarımı akıtacak, güneşi doğuracak tek bir mucize.

Yazmakla beklemekle olmuyor biliyorum. Ama yapabileceğim bi'şey yok ki!
Güçlü olacaktım hani, tek başıma ayaklarımın üstünde duracaktım. Daha çok kelepçelendim. Başka hayatların alt kümesi oldum sanki. Ben yokum, kendi hayatım yok. Bir başka hayatın bir parçası sadece.

Sıkıldım, çok sıkıldım hem de! Bunları hak etmiyorum biliyorum ama peşimi bırakmıyor hatalar-yalnızl(ık)ar! "Kaçmayacağım güçlü olacağım, ayaklarımın üstünde tek başıma duracağım" demekle olmadı işte! Olmuyor! Ne yapmak gerek? Hala nerede hata yapıyorum. Bu kadar aciz olmamalıyım. Ama bir mucize istiyorum, sadece bir tek mucize. mucizelere inanmak istiyorum.

Yoldan geçerken bir baloncu görmek, elma şekerini ısırarak yemek istiyorum. başka şehirler, başka insanlar görmek istiyorum. Gülümseyen yüzler, sabahları "günaydın" diyen pırıldayan gözler görmek istiyorum. Meşgul olmak istiyorum.

Bir mucize... mucizelere inanmak istiyorum!


Çok özel bir metin bu aslında. 2002 Kasımında yazmışım, çizgisiz bir beyaz kağıda. yavaş yavaş bozulmuş dengelerim çok belli. Ama şimdi uzaktan baktığımda bu resme, görüyorum ki, bir değil birden fazla mucize gerçekleşmiş ardı ardına. Kendi başıma durmuşum ayaklarımın üstünde, kimler gelmiş kimler üzmüş zerre kımıldamamışım. Ve ben not defterleri arasında bulana kadar bu yazdıklarımı, farkında bile değildim mucizelerin gerçek olabildiğinin! Şimdi çok daha fazla inanıyorum şimdinin ve dileklerin ve duaların gücüne.

Read more...

Pazar, Ocak 21, 2007

deliRmeden önce


Kimisi için sadece bulutların uçuştuğu mavi boşluk, kimisi için nefes almamızı sağlayan atmosfer tabaka, kimisi içinse yıldızları güneşiyle, ayı ve pamuk gibi bulutlarıyla boş ama hoş bir dünya, sanırım benim için öyle...
Gökyüzüne baktığımızda gördüklerimiz sadece bembeyaz bulutlar, uçan kuşlar ve akşamdan akşama ortaya çıkan yıldızlarla ay mı? Aslında evet (yani daha farklı ne olabilir ki) ama ya hepimizin onlara yükledikleri anlamlar?

Yıldızlara bakıp dilek tutmayan, kuşları izleyip onların ne kadar özgür ve mutlu olduğunu düşünmeyen, rüzgarla hızla hareket eden bulutları çeşitli nesnelere benzetneyen var mıdır? Varsa ne çok şey kaybettiğinin farkında mıdır? Bunların ne kadar keyifli olduğunu anlatmak çok zor aslında, çünkü gökyüzünün insana hissettirdiği duygular o kadar farklı ki... Yani çok sevdiğiniz bir insanın gökyüzünde bir yıldız olduğunu düşünmekle aynı yıldızlara bakıp ipe sapa gelmez dilekler tutmak arasında öyle çok fark var ki. Sonuçta ikiside insanı rahatlıyor, önemli olan da bu belki de.

Ya da bulutlar! Rüzgarlı havada bir yere yetişmeleri gerekmiş gibi hızla ilerleyen, güneşli ve pırıl pırıl bir günde mavi gökyüzünde küçük tavşanlara veya kocaman bir kamyona benzeyen bulutlar. Onlar da insana ne çok şeyler anlatırlar. küçükken hep onların üzerine çıkıp hoplayıp zıplamak, onların içinde yuvarlanmak isterdim. Büyüdüğüm ne kadar söylenebilir bilmiyorum ama ben hala bunları yapmak istiyorum. ve hala kuşların özgürlüklerini ve mutluluklarını kıskanıyorum. Onlar gibi kimseye hesap vermeden sorunsuzca ve sorumsuzca uçabilmek...

Uçup giden kuşların ardından bir yağmur sonrası çıkan gökkuşağı. sıcak bir ilkbahar gününde sırayla dizilmiş kırmızı, turuncu, sarı, yeşil, mavi ve mor. aynı sıra karlı bir kış günü, güneş batarken tam karşınızda.
Bunları görebilmek ne kadar zorsa anlatabilmekte o kadar zor. Herşeye rağmen hepsi tam üstümüzde gözlerinizi biraz çevirmeniz yeterli görebilmek için. Umutlar kırgınlıklar, dilekler, küçük tavşanlar uçan kuşlar, her gece farklı bir yüzünü gösteren ay, gözkırpan yıldızlar, hepsi oralarda bir yerlerde işte...
Son söz bir defter kapağından "çalışmaktan yorulduğunda kaldır başını bak ufka, bir umut elbet bulacaksın."
Bir umut her zaman var oralarda, yorgunluğunuz çalışmaktan olmasa bile...

Demişim 1999-2000 eğitim öğretim yılında, bir edebiyat dersinde. daha delirmeden çook önce.

Read more...
doradoraa [at] gmail [nokta] com

ne güzel demişleR

deli saçması

  © Free Blogger Templates Blogger Theme II by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP