Yazmak her zaman rahatlattı beni. Hatta öyle bir hale geldi ki artık konuşarak anlatamaz, habire yazar oldum. İnsanlara onları ne kadar çok sevdiğimi, özlediğimi, onlara ne kadar çok kızdığımı anlatmak için maile boğar oldum.
Hatta öyle bir hale geldi ki yazmak, hep göz yaşlarımı dindiren oldu. Evet kahkahalara boğulmuşken yazmadım hiç ama bunu en baştan söylemiştim zaten,
“Mutluysam yazmam, niye bırakıp yazayım, tadını çıkarırım.”Hatta öyle bir hale geldi ki bu günceyi yazmak; kendini doğrulayan kehanet gibi yazdığım her şeyi, tüm hayallerimi ve tüm kurgularımı yaşar oldum.
Hatta öyle bir hale geldi ki yazmak, tek kaçış yolu oldu. Kaçıp saklanabileceğim en güvenilir kale oldu. Ne babanın, ne sevgilinin koynunda ağlarken (aslında tam oalrak ağlayamazken) dilimin ucuna kadar gelipte söyleyemediklerimi söylemenin yegane yolu oldu...
İşte tüm bu sebeplerden yazmak gerek. Yazmak gerek ki, hem söz olup uçsun hafızamdan, hem yazı olup kalsın sonsuza. Google olan bu güvenim de ayrıca takdire şayan! Sonsuza kadar saklayacak google bu yazdıklarımı, 2012de hepimiz buharlaşmazsak tabi. Google sen bizim her şeyimizsin, öpüyoruz kocaman kib mucks...
Biz olmuşuz bak yine. Diğerlerim de çıkmışlar saklandıkları yerlerden. Hoş, yeni değil ortaya çıkışları. Tatilden döndüğümden beri birer ikişer görünmeye başlamışlardı. Az evvel sevgiliyle yapılan tartışma akabinde çıkanlarda ekibi tamamlamış oldular.
—hiii! Bak sevgiliyle tartıştım dedin, okuyor çocuk burayı, buna da bozulacak şimdi. Bu kadarcık şeye niye tartışma diyorsun, ‘konuştuk sadece, hem ben beğenmediğim yanlarını söyleyemeyecek miyim, niye bu kadar
küt'sün sen’ diyecek sana.
Başladılar işte. Şimdi ben hangi birini susturup, anlatacağım olan biteni?
Bugün beni yine aynı konuda azarlayan hukuk profesörünün dediğini yapmaya çalışalım en iyisi. Sistematik bir şekilde sıralayalım ifade etmek istediklerimizi.
İnsan hayatında “ilk”ler hep güzel, hep özel, hep unutulmaz ya buna güvenip hiçbir ilkimi yazmamışım ben. ilk uçağa bindiğimde yazdıklarım vardı onu hatırlıyorum ama o kısa seyahat için aldığım not defterini kaybetmişim sanırım. Onu bile bulamıyorum. O ilk uçuş deneyimim dahil bir sürü “ilk”im hayal meyal gözümün önünde. Bazıları ise hiç yok.
Geçen hafta bugün hem de bu saatlerde sevgilimle ilk tatilimizi yapıyorduk. İlk kez bir odada, yapayalnız baş başa kalmıştık. İlk kez tadıyorduk tenimizin tadını, ilk kez uyuyorduk birbirimizin koynunda. Saatlerce konuşmalarımız baki zaten, ilk kez susuyorduk göz göze.
Neden bu kadar acele etmiştim onunla birlikte olmak için ve neden bu uzun süre beklemiştim onun gelişini, bilmiyordum. Küçücük bir banyoya kısılmış kendimi babamı aldatıyormuş gibi hissederken sormuştum bu soruyu. Neden tam da şimdi, şu anda, sene 2009, aylardan kasım günlerden perşembeyken onunla olduğumu bilmeyişim gibi cevapsızdı.
Sorularım hiç bitmedi bugüne kadar. Bundan sonra da bitmez zaten. Cevapsızlığa da aşinayım bu sebepten. Yormuyor en azından eskisi kadar. Ama şimdi bir de “gerçek mi hayal mi tüm bu olanlar?” paranoyası başladı. 1 hafta önce birlikteyken, yan yana nefes nefese, son yılların “en huzurlu” 3 gününü geçirmişken, O’nu hayatımda asla unutmayacağın bir yere koymuşken ve O’na yazdığım
mektuplardan
birini, yazıldığı sayfadan bizzat okuyup "hoş geldin" demişken... 1 hafta sonra, 1 haftadır ilk okul çocukları gibi sadece mesajlaştığımızı üstelik bu mesajların yüzünden, yaptığımız günlük konuşmanın tartışmaya döndüğünü, üstelik bu tartışma içinde bana nefes alma payı bile bırakmadan sağlı sollu geçirdiğini fark edince kapattım telefonu. “Hey dostum” dedim kendime, “what’s up” yahu?
Diğerlerim bile cevaplayamadılar bir süre. Nasıl bir ilişki bu yaşadığım, neler oluyor böyle; bir o uçta bir en tezat diğer uçta, neden şimdi oluyor bunlar diye atağa geçtim tabi. Kimse çıkıp tek laf edememişti ki, bilgisayar ekranında açık olan senetleri gördüm ve saklandıkları deliklerden bir bir çıktı diğerlerim:
—sen aşk meşkle uğraşacağına kendi işlerini hallet önce
—hadi senetleri halletin diyelim; 2010 fall dönemine kadar nasıl yetişecek o acceptance
—nereye hallediyosun senetleri ya, F kişisi hayır dedi, E amca’da yanaşmadı olaya, nereden bulacaksın 3 kefili
Hakkaten ha. Hayatta benim için 100.000 YTL’lik senede imza atacak 3 kişi bile tanımamışım bugüne kadar meğersem.
—peki sen böyle bir senedi kaç kişi için imzalarsın, hiç düşündün mü?
—Konuyu dağıtmayalım hanımlar. Her şey yolunda derken, şu son 2 günde hem tüm yol haritası saptı hem de 1 hafta zaman kaybetmiş olduk. Bu kızın her şeyden önce sağlim bir kafayla ders çalışması gerekiyor.
—Evet evet bir de buradaki yüksek lisansı için hazırlayacağı ödevler ve her hafta azar işittiği bir hukukçu var
—İşyerinden önümüzdeki hafta için izin almadığını hatırlattınız mı biriniz kendisine. Noter işlerini hangi ara halledecek?
—En azından yarın gidip şu sağlık raporunu alsan. Güzelim perşembeyi piç ettin, koskoca cumayı da harcama bari. Sonra 2 ayağın bir pabuca girecek.
Offf kesin! Biliyordum günlerdir böyle olacağını. O yüzden yazmak gelmiyordu içimden işte. İçimden onlarca başka Zeynep çıkıyor böyle zamanlarda. Her biri diğerinden beter, huzursuz, huysuz, aksi, plancı, detaycı ve pesimist. Ama hepsi haklı, hepsi doğru.
Günlerdir, onlar konuşmasınlar diye aptal çocukların bile oynamadığı internet oyunları oynuyorum, bir saniye bile zaman kaybetmeden GRE-GMAT zıkkımlarına çalışmam, hatta TOEFL skorumu yükseltmem için pratik yapmam lazımken, eski türk filmlerinden kareler izliyorum youtube’da. Aşk-ı memnu’da neler oluyor onu bile çözdüm. Şirkette işleri iyice savsakladım zaten ama garip bir sadakatle hala fazladan izin almamak için çırpınıyorum. ABD’deki okullarla yazışma işlerine bir an önce başlamam lazımken, daha okuldan İngilizce transkriptlerimi bile istetmedim diye, başvuru takvimlerini bile takip etmiyorum. Beynimin içindeki ben’ler, beni kemirirken kimseyle konuşmuyorum, konuşamıyorum. Tüm bunlar hakkında konuşabileceğim herkes hakkında “ama süreç hakkında hiç bi’şey bilmiyorlar, evet samimiyetle dinlerler belki ama en sonunda “sen halledersin bir şekilde nasıl olsa” diyecekler zaten, ihale gene bana kalacak, hiç anlatmayayım daha iyi diye” düşünüyorum. Bu işi, süreci bilen birileriyle biraz laflayayım diyorum, adamın ikinci lafı evlenip gitmek en güzeli aslında oluyor. Peki, deyip koşarak uzaklaşıyorum oradan da. Şirkette, A.yla karşılaşıyorum “benim New York’ta çok sevdiğim, çok efendi bir arkadaşım var, onunla tanıştırırım seni, ahaha evlenirsiniz belki orada” deyip gülüyor. Cevap veriyorum tabi, verdiğim cevaba ben bile şaşırıyorum. Bambaşka bir iklimde, tek başıma olacağımı bir türlü tahayyül edemiyorum. Bunları düşünürken ve düşünememeye çalışırken birisi geliyor L.A diyor, bir diğeri Washington.
Luter, diyor kız Machiavelli
Şampiyon biziz diyor ali, attığımız gollerden belli...Inının ınının ınınınıııınn
Saat oluyor 00:42. 22:05 te yazılmaya başlanan yazılar nasıl 00:42de hala bitmemiş olabiliyor?
“Ben bunu istiyorum” diye konulmuş noktalar, nasıl gelip acabalarla ünlemleniyor?
Kabartma tozu pastayı ne kadar kabartır? Peki krema nasıl böyle güzel kokar?