alış-veriş etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
alış-veriş etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Çarşamba, Haziran 18, 2008

saatli kazım

Yahu antibiyotikler 3 güne bitecek, onlar bitince de hem hastalık hem üzüntülerim geçmiş olacak dedim ya, kendi kendime bir çeşit plasebo etkisi yarattım sanırım. Antibiyotik antidepresan etkisi yaptı. Üzüntü, hüzün hiç bi’şey kalmadı pms’ye rağmen gayet keyifliyim. Lakin farenjit olduğu gibi duruyor, hatta sanki daha bile kötüye gidiyor. Anlayamadım bir türlü. Bugün 3 günlük raporum bitiyor. Yarın sabah son ilacı içeceğim. Ve işimin başında olacağım, olmam gerek. Ama bu sesle çalışabilir miyim bilmiyorum. Şirkettekiler 3 gündür yoğun bir telefon trafiği olduğunu söylüyorlar. Eh kapıda yazan tabelaya bakınca aksini düşünmek mümkün değil zaten de ben bu sesle nasıl çalışacağım o fazlasıyla düşündürüyor işte.


Şu huyumdan vazgeçebilsem gerçekten huzurlu bir insan olabilirim belki de. Yarınki işi yarın düşünürsün kızım. Ne diye şimdiden kurcalıyorsun kafanı. Hayret bi’şey ya.


Hayatın garip olduğunu, vapurları kuşları falan pek çok kez yazdım buraya. Bir kez daha yazmakta beis görmüyorum. “Hayat ne tuhaf, vapurlar filan.” Geçen hafta, ‘haftaya Salı pazarına tekrar gitmek için iş yerine ne bahane uydursam acaba’ diye düşünüyordum. Bu hafta raporluydum. Salpa’ya gitmemek için hiçbir sebebim yoktu. Doktorcumda göztepedeydi zaten, oradan çıktım hoop pazara.


Geçen haftaki saatçiyi buldum. Geçen hafta methiyeler düzdüğüm adamı bu kez ayıpladım. Çünkü benim siyah kadranlı saati getirmemiş. İşin kötüsü beyaz kadranlı da yok. 'Eh' dedim 'napalım, kaybettin şansını haydi hayırlı satışlar.' Biraz ilerde 10 liraya süper gömlekler vardı. “zara, mango, İspanyol modası bunlar koş koş” diye bağırıyordu. Koştum baktım. “türk malı mı bunlar” dedim. “halis muhlis abla” dedi. Bi’tane pembe gömlek aldım kendime. 2 tezgâh yanda gerçekten “zara basic” etiketli bir gömlek 5 liraya satılıyordu. Hem de mavi çizgili. Onu da aldım hemen. Boğaya doğru çıkarken bir iki saatçi olduğunu hatırlıyordum o tarafa doğru yöneldim. Sevgilileriyle alış-veriş yapan hatunlar gördüm. “yaa hiç insan sevgilisini Salı pazarına götürür mü be?” diye yargılamaya başlamıştım ki, vazgeçtim. Takdir ettim o hatunları. Ben vitrinde denemezsem 3 gün 3 gece uyuyamayacağım bir parça görmediğim sürece herhangi bir hazır giyim tükkanın kapısından sokmam sevgilimi. Ama n’oluyo ben böyle yaptığım için kaybediyorum. Adamı el bebek gül bebek pamuklar içinde büyütünce sıkılıp kaçıyor sonunda. Böyle pazar çantası gibi yanında gezdireceksin, nazdan kapristen adama gına getireceksin ki kıymetin olacak. Bi’de bebek gibi konuşup “sevgülüüüümm bunun pempesi mi daha çok yakıştııı mavisi miiiiiiii” dedin mi tamamdır. Adam içinden küfrü bassa bile “al hayatım ikisini de al, niye düşünüyosun?” dediği sırada kredi kartını da çıkarmış oluyor zaten. Eh bir insan sevgilisinden daha ne isteyebilir ki?!


“İstemez abla istemez! Ütü falan istemez bu örtüler, yıka, kurut, ser masaya. Dertsiz örtü bunlar” diyen satıcıdan yanıtımı alınca gülüp yoluma devam ettim Tam o sırada bir başka saatçi daha buldum. Kadıköy’ün pek sevgili kokoş teyzeleri sarmıştı tezgâhın etrafını. İzin isteyip yer açtım kendime. Şu yandaki saatin gümüş renklisi vardı. Birebir yanda gördüğünüz ama dore değil lame. Bileğimde de oldukça da zarif görünüyordu açıkçası ama 25 liraya rolex takmak fikri biraz acayip geldi bana. Yani çakma swatch, hilfiger falan neyse ama rolex yahu. Düşündüm düşündüm almadan devam ettim yoluma. Bir iki yere daha bakayım bulamazsam döner alırım dedim. Arada 3 tanesi 10 liraya iç çamaşırı aldım. Pazardan sütyen almak hep komik gelir bana. Teyzeler böyle elbisenin üzerine geçirir dener falan. Ben hep utanırım seçerken. Sütyen yine bi’derece de o tangaları falan alırlar, satıcı adamda tutar kaç tane olduğunu saymak için tek tek açar onları, bi’de gelen geçene duyurmak için elinde sallaya sallaya söyler “buyur haanııım 5 tane seninkiler.” diye. İşte o cidden acayip. Yoldan geçen simitçi falan bakar böyle. Pek nahoş bir durum aslında. Ama öte yandan çeşitli örtülerle (türban olur çarşaf olur hiç fark etmez) kendini gizleyen bağyanların hiç çekinmeden bu işe girişmesi daha ilginç gelir her zaman. İşi gücü bırakıp onların ne seçtiğine bakarım ben. Ve ben bile bunu düşünüyor ve izliyorsam etrafta ki onca adam kim bilir neler düşünür der, şaşar kalırım rahatlıklarına. Her fırsatta örtülü olmayanları ahlaksızla etiketleyip, kendilerinin açılmamış bir mücevher gibi değerli olduğunu ima edenlere sormak istemişimdir her zaman; “Pazen donla, penye sütyen neyinize yetmiyor kuzum, hem de pek sağlıklı. Bunca çeşit tangalar, dantel dantel çamaşırlar niye?”


“Paris Hilton’ da benden alıyor bikinisini mayokinisini abla, bakmadan geçme, bodrum’da paparazzilere demode mayolarla yakalanma!” diyene dayanamadım sordum, “Yardımcısını mı yolluyor, kendi mi gelip seçiyor Paris hanım bikinisini?” “vay vay vay ablama bak, sesi çıkmıyor ama biliyor sosyetinin raconunu.” “Boşver abla paris’i hilton’u ben sana şöyle bir kırmızı vereyim bak yanınca çok yakışır” “tatil yok bana bu sene, sana hayırlı işler”


Arkamdan “havuzda giyersin be abla” derken ben son saatçiye yanaşmıştım çoktan. Bakındım, denedim, tam geri dönüp o rolex’i alayım bari diye düşünürken. Kocaman rakamlı D&G’yi gördüm. Koluma taktım ve aldım!

Güneş gözlüğü takınca değişen insanlar vardır ya, ben de koluma saati takınca bir acayip oldum, yürüyüşüm falan değişti. Elidor reklâmlarının havalı saçlı kızlara döndüm bir anda. Özlemişim saat takmayı, pek mutlu oldum nihayet alınca. Hatta o kadar ha vaya girdim ki 'siyah kordonlu her şeyle uymaz, bunca havaya girmişken açık renk kıyafetlerle saatsiz kalmayayım' diye düşünüp tam pazarın çıkışından bir tane daha saat aldım. O biraz daha vasat tabi, çünkü sadece 5 lira. Böylece 50 liraya 2 gömlek, 3 sütyen, 2 saat alarak günümü tamamlamış oldum. Hatta bu kadar karlı bir alışveriş yaptığım için kendime hediye olarak bir de geçenlerde bir yerde kendisine atıf yapıldığını görüp merak ettiğim “İnsan Mühendisliği” kitabını da aldım. Bu aralar okuma hızım iyice yavaşladı. Kendime biraz gaz vermek için 566 sayfa yeterli olur umarım.


Şimdi gidip ılık bir şeyler içerken kitabımı biraz karıştırayım. Acaba iş dönüş trafiği başlamadan biraz dışarı mı çıksam? Hafta içi İstanbul’unu da değerlendirmek lazım yahu… Tüh bilemedim şimdi…


dibine not: bi'şi dicem; sakın kimse çıkıp, "rolex daha güzelmiş" demesin ha, aklım kaldı zaten. haftaya bi'daha salı pazarıyla falan uğraşmayalım sonra =D

Read more...

Çarşamba, Haziran 04, 2008

kazım'ın son duRumu

Ben baştan ayağa bir zamanlama hatasıyım. Dünyaya gelişim, okuduğum okullar, yaptığım işler. Hep yanlış zamanda yanlış yerde oluyorum. Ha, bunun saat mevzusuyla ne alakası var, yok aslında. Yani varda çok uzun alaka şimdi bağlayamayacağım ikisini birbirine. ,

Nihayet kararımı verdim, e şıkkını sipariş ettim. Siparişi vermeden önce satıcı zibilyon tane soru sorduğumdan mıdır nedir, satıcı bir türlü siparişi onaylayıp kargoya vermedi. Ben de iptal ettim sonunda, satmaya niyetin yoksa ben de alıcam diye peşinden koşamam herhalde.

Sonra dün işe gitmedim, Kadıköy’e Salı pazarına gittim. Nasıl özlemişim sal-pa’da gezinmeyi. Pek bi’şey alamadım ama insanları izlemek, satıcıları dinlemek bile keyifli. Bi’de ben çocukluğumdan beri çok severim pazarları zaten. Doncuların, parçacıların tezgâhlarında didik bi’şeyler karıştırmayı. Velhasılı, gittim hasret giderdim bi’güzel. Bu arada Abi’nin dediği gibi 5 milyona şahana saatler satan saatçilere de rastladım. Bir tanesi hele, gitti-gidiyorda gördüğüm neredeyse bütün şekilli saatler adamın tezgâhında var. Hemide sadece 20 lira! Yahu şimdi şu benim saatte buralarda bi’yerde olsa derken, ta-ta! Benim e şıkkı ilerden bana göz kırpmakta. Gittim yanına baktım kadranı beyaz. “Yok mu” dedim “bunun siyahı”. “Abla geçen hafta siyah getirdim beyaz sordular bu hafta beyaz getirdim siyahını soruyorsunuz” dedi satıcı. “Eee 2 sini de getir madem, niye birini alıp birini bırakıyorsun” deyince güldü gevrek gevrek “bak bi’de şu var” diye başka bi’saate yeltenecek oldu. “Ben bunun siyah kadranlısını istiyorum” dedim. Gitti arabaya baktı. Yok! “Abla sen haftaya gel ben sana siyahını getircem” diye söz verdi. Mutlaka geleyim diye de bana pazarda yerini tarif etti.

İşini böyle yapan adamları seviyorum ben. Satmaya niyeti var adamın. Ben de alıcıyım belli, her yolu her koşulu deniyor kendince. Bi’de bazıları var “şu kaç para?” diye sorunca bile ağzının içinde yuvarlıyor lafı. Alasım varsa bile almıyorum onlardan bi’şey, başka yerde 3 kuruş fazla veririm adam gibi hizmet alırım. Hiç de gocunmam.

Ha ben saat diyordum di mi? Haftaya Salı işe gitmemek için ne bahane bulsam acaba? Bi’de “amirim” çakar mı acaba 2 Salı üst üsüte tüyünce alışverişe gittiğimi. Yahu zaten şirketten bağlanıp duruyorum bloggera, kadının bi’gözü benim ekranda sürekli. Bu aralar yakalanmazsak iyidir. Temkinli olmak lazım.

Hiii! Güncemin şirkette öğrenildiğini düşündüm de bir an! Dağlara taşlara! Bi’yerlere de taşınamam valla, çok dikkatli olmam lazım çok!

Read more...

Perşembe, Mayıs 29, 2008

kaRaRsız kazım

Sevgili blogdaşlarım, bloggerdaşlarım, arkadaşlarım, okurlarım, yazarlarım, yazdıranlarım…

Bir türlü karar veremiyorum, reca ederim bana fikir veriniz. Şimdi durum şu: epeydir burada da sayıklıyorum, malumunuz bir kol saati almak istiyorum. Lakin şöyle görür görmez vurulup alacağım bir saat çıkmadı hala karşıma. Ha pardan bi’tane Tissot beğendim lakin kendisi 4 kişilik bir ailenin bir ay boyunca yoksulluk sınırının üzerinde bir hayat sürmesine imkân verecek bir fiyat etiketine sahip olduğundan aşkımız pek uzun sürmedi maalesef.

Şimdi hem kalbimi fethedecek, hem de etiketi cüzdanımı delip geçmeyecek bir saat bulana kadar atıştırmalık bi’şeyler almaya karar verdim. Zira yaz geldi, geliyor. Saatsizlik iyice canımı sıkmakta. Şöyle gerçek aşkımı bulana kadar bi’kaç zaman takılacağım bir yakışıklı aramaktayım. Bu konuda kendimi sokaklara atmaktansa online alışveriş sitelerine atmayı uygun buldum

Bakındım bakındım bakındım. Seçenekleri yok fiyata göre, yok renge göre, yok kronometreye göre eledim eledim eledim, lakin şu 5 saatin arasından bir seçim yapamadım.

Ve durumu oylamaya açmaya karar verdim. 5 adet fotoğraf var, a-b-c-d ve e. Sence hangisi?

Yorum yapmak isteyenler bittabi yorumlarını bırakabilir. Hatta memnun olurum. Yorumla falan uğraşamam diyenler için de aşağıya minicik bir anket ekledim. Oy verirseniz pek bahtiyar olurum.

Buyurun buradan yakın.



SEÇENEK1

SEÇENEK2SEÇENEK3SEÇENEK4
SEÇENEK5

Read more...

Cumartesi, Kasım 03, 2007

alış-veRiş listesi

Bir saat: Kolumdakini hiç sevmediğimi hatta nefret ettiğimi fark ettim. Tarih ayarı da bozulmuş üstelik. Hiç “ayın kaçı bugün” diye saate bakmam ki!? Solak olmayan ben için sağ koluma takılmak üzere, kocaman, dev gibi bir saat. Zamanın artık aleyhime işlediğini gözüme sokması için.

Bir defter: Kalın kapaklı, çizgisiz. Bir yazar için “o çizgili kağıda bile yazmaz, özgürlüğünün kısıtlandığını düşünür” demiş birileri. Kimdi söz konusu kişiler hatırlamıyorum. (Oysa "bilgi hatırlamaktır" demiş Balzac.) Mutlaka çizgisiz olmalı benimki de işte. Almak için neden bu kadar erteledim, yeni bir defter açmak için hayatımda neyi bekliyorum?

Bir atkı: Kara kartalımı boynumdan çıkarıp, boynuna doladığımdan beri almamışım yenisini. Maça da gitmedim herhalde o askere gittikten sonra. Hatırlamıyorum ki. Gelince gideceğiz nasılsa yine. O zamana kadar almalı mutlaka, bu kez “çarşı” !

Bir başka atkı: “Örgü sevgiyle ürer” demişti Seher teyzecim ilk atkımı örerken. Sevgiyle değil stresle ürüyordu benim ki o zamanlar. Unutmuş olabilir miyim örmeyi, ip almak lazım önce, ne renk acaba?

Bir fincan: Mavi. Desensiz, çizgisiz, karikatürsüz, baskısız. Sadece mavi. Kış günlerinde, üstünde dumanıyla yağmur vurmuş camın kenarında okumalarıma eşlik etmesi için. Sadece mavi

Bir kolye ucu: Nazar boncuklu. Mümkünse gümüş. Olmasa da olur, ama ömrü uzun olsun. Ya da üzerinde tek bir nazarlık olan bir bileklik, incecik. Yüzük yok madem artık, hiç çıkarmamacasına takılabilmeli.

Bir tablo: Tablo benim neyime yahu poster işte. Yine Dali. “Apparition of Face and Fruit Dish on a Beach” yok yok önce “Disintegration of the Persistence of Memory”. Persistence of Memory’nin üstüne asmak için. Sonra duvarda yer kalmayacak zaten. İnternetten sipariş versem mi acaba yoksa şu benim Kadıköy’de ki amca bulur mu? Sahi nerdeydi onun yeri? Bi’de chillichilly.net diye bir yer var orada Dali saatlerinden esinlenip duvar saati tasarlamışlar. Onlardan da istiyorum.

Şimdilik bu kadar. Şu alış-veriş merkezleri içindeki kablosuz bağlantılar ilk kez işime yaradı. Yaradı da ne oldu alışveriş listesi yazdırdı bana. Olsun =)

Şimdi maç izlemeye gidiyorum müsadenizle. Fanatik Fenerli eski bir "arkadaşımla", Beşiktaşkımın maçını izleyeceğiz. Allah bana akıl fikir versin ne diyim =)

İyi pazarlar dilerim herkeslere...

Read more...
doradoraa [at] gmail [nokta] com

ne güzel demişleR

deli saçması

  © Free Blogger Templates Blogger Theme II by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP