saatli kazım
Yahu antibiyotikler 3 güne bitecek, onlar bitince de hem hastalık hem üzüntülerim geçmiş olacak dedim ya, kendi kendime bir çeşit plasebo etkisi yarattım sanırım. Antibiyotik antidepresan etkisi yaptı. Üzüntü, hüzün hiç bi’şey kalmadı pms’ye rağmen gayet keyifliyim. Lakin farenjit olduğu gibi duruyor, hatta sanki daha bile kötüye gidiyor. Anlayamadım bir türlü. Bugün 3 günlük raporum bitiyor. Yarın sabah son ilacı içeceğim. Ve işimin başında olacağım, olmam gerek. Ama bu sesle çalışabilir miyim bilmiyorum. Şirkettekiler 3 gündür yoğun bir telefon trafiği olduğunu söylüyorlar. Eh kapıda yazan tabelaya bakınca aksini düşünmek mümkün değil zaten de ben bu sesle nasıl çalışacağım o fazlasıyla düşündürüyor işte.
Şu huyumdan vazgeçebilsem gerçekten huzurlu bir insan olabilirim belki de. Yarınki işi yarın düşünürsün kızım. Ne diye şimdiden kurcalıyorsun kafanı. Hayret bi’şey ya.
Hayatın garip olduğunu, vapurları kuşları falan pek çok kez yazdım buraya. Bir kez daha yazmakta beis görmüyorum. “Hayat ne tuhaf, vapurlar filan.” Geçen hafta, ‘haftaya Salı pazarına tekrar gitmek için iş yerine ne bahane uydursam acaba’ diye düşünüyordum. Bu hafta raporluydum. Salpa’ya gitmemek için hiçbir sebebim yoktu. Doktorcumda göztepedeydi zaten, oradan çıktım hoop pazara.
Geçen haftaki saatçiyi buldum. Geçen hafta methiyeler düzdüğüm adamı bu kez ayıpladım. Çünkü benim siyah kadranlı saati getirmemiş. İşin kötüsü beyaz kadranlı da yok. 'Eh' dedim 'napalım, kaybettin şansını haydi hayırlı satışlar.' Biraz ilerde 10 liraya süper gömlekler vardı. “zara, mango, İspanyol modası bunlar koş koş” diye bağırıyordu. Koştum baktım. “türk malı mı bunlar” dedim. “halis muhlis abla” dedi. Bi’tane pembe gömlek aldım kendime. 2 tezgâh yanda gerçekten “zara basic” etiketli bir gömlek 5 liraya satılıyordu. Hem de mavi çizgili. Onu da aldım hemen. Boğaya doğru çıkarken bir iki saatçi olduğunu hatırlıyordum o tarafa doğru yöneldim. Sevgilileriyle alış-veriş yapan hatunlar gördüm. “yaa hiç insan sevgilisini Salı pazarına götürür mü be?” diye yargılamaya başlamıştım ki, vazgeçtim. Takdir ettim o hatunları. Ben vitrinde denemezsem 3 gün 3 gece uyuyamayacağım bir parça görmediğim sürece herhangi bir hazır giyim tükkanın kapısından sokmam sevgilimi. Ama n’oluyo ben böyle yaptığım için kaybediyorum. Adamı el bebek gül bebek pamuklar içinde büyütünce sıkılıp kaçıyor sonunda. Böyle pazar çantası gibi yanında gezdireceksin, nazdan kapristen adama gına getireceksin ki kıymetin olacak. Bi’de bebek gibi konuşup “sevgülüüüümm bunun pempesi mi daha çok yakıştııı mavisi miiiiiiii” dedin mi tamamdır. Adam içinden küfrü bassa bile “al hayatım ikisini de al, niye düşünüyosun?” dediği sırada kredi kartını da çıkarmış oluyor zaten. Eh bir insan sevgilisinden daha ne isteyebilir ki?!
“İstemez abla istemez! Ütü falan istemez bu örtüler, yıka, kurut, ser masaya. Dertsiz örtü bunlar” diyen satıcıdan yanıtımı alınca gülüp yoluma devam ettim Tam o sırada bir başka saatçi daha buldum. Kadıköy’ün pek sevgili kokoş teyzeleri sarmıştı tezgâhın etrafını. İzin isteyip yer açtım kendime.
“Paris Hilton’ da benden alıyor bikinisini mayokinisini abla, bakmadan geçme, bodrum’da paparazzilere demode mayolarla yakalanma!” diyene dayanamadım sordum, “Yardımcısını mı yolluyor, kendi mi gelip seçiyor Paris hanım bikinisini?” “vay vay vay ablama bak, sesi çıkmıyor ama biliyor sosyetinin raconunu.” “Boşver abla paris’i hilton’u ben sana şöyle bir kırmızı vereyim bak yanınca çok yakışır” “tatil yok bana bu sene, sana hayırlı işler”
Arkamdan “havuzda giyersin be abla” derken ben son saatçiye yanaşmıştım çoktan. Bakındım, denedim, tam geri dönüp o rolex’i alayım bari diye düşünürken. Kocaman rakamlı D&G’yi gördüm. Koluma taktım ve aldım!

Güneş gözlüğü takınca değişen insanlar vardır ya, ben de koluma saati takınca bir acayip oldum, yürüyüşüm falan değişti. Elidor reklâmlarının havalı saçlı kızlara döndüm bir anda. Özlemişim saat takmayı, pek mutlu oldum nihayet alınca. Hatta o kadar ha vaya girdim ki 'siyah kordonlu her şeyle uymaz, bunca havaya girmişken açık renk kıyafetlerle saatsiz kalmayayım' diye düşünüp tam pazarın çıkışından bir tane daha saat aldım. O biraz daha vasat tabi, çünkü sadece 5 lira. Böylece 50 liraya 2 gömlek, 3 sütyen, 2 saat alarak günümü tamamlamış oldum. Hatta bu kadar karlı bir alışveriş yaptığım için kendime hediye olarak bir de geçenlerde bir yerde kendisine atıf yapıldığını görüp merak ettiğim “İnsan Mühendisliği” kitabını da aldım. Bu aralar okuma hızım iyice yavaşladı. Kendime biraz gaz vermek için 566 sayfa yeterli olur umarım.
Şimdi gidip ılık bir şeyler içerken kitabımı biraz karıştırayım. Acaba iş dönüş trafiği başlamadan biraz dışarı mı çıksam? Hafta içi İstanbul’unu da değerlendirmek lazım yahu… Tüh bilemedim şimdi…
dibine not: bi'şi dicem; sakın kimse çıkıp, "rolex daha güzelmiş" demesin ha, aklım kaldı zaten. haftaya bi'daha salı pazarıyla falan uğraşmayalım sonra =D