Pazar, Mart 08, 2009

beyaz biR cevap


Aylak adam C., sevgilisi verdiği kitabı okurken der ki: “o’na verdiğim hikâyeyi okurken o kadar mutluydum ki. Bu büyük zevki ona ben yaşatıyorum diye.
Kitabı ilk okuduğumda, bu cümlenin altını çizerken, bana bu zevki yaşatana teşekkür etmek istemiştim hemen. “Hani bak böyle bir cümle var ya kitapta, okurken öyle bir zevk aldım ben de” diyesim vardı. Hatta kitabı da birlikte mi almıştık sanki? Emin olamadım şimdi. Neyse işte, bunu yanlış anlayabileceğini (!) düşünerek vazgeçmiştim. Çünkü C. sevdiği kadının o'nun önerdiği kitabı okumasından mutluluk duymuştu, şimdi ben bu kitabı zevkle okudum diye, o da C gibi sevinmeyebilirdi. Sonra konuşurken “evet evet çok teşekkür ederim, çok beğendim.” tadında yusyuvarlak cümlelerle teşekkürler edildi, bitti.

Az önce Sınırın Güneyinde, Güneşin Batısındayı bitirdim ve yine tam olarak böyle hissediyorum. Üzücü olan şu ki Murakami’yi bana birisi mi önerdi, kendim mi keşfettim kesinlikle anımsamıyorum. Gerçi bunun çokta önemi yok şu anda. Çünkü çok daha fazlasını yaptı bu kitap bana. Konuştu benimle. Bugüne dek bana “dokunan”, dokunabilen, dokunmuş olan herkes dile gelip konuştu sayfaların arasından benimle. Filmlerde mektup açılır, biz yazanın sesiyle dinleriz ya hani öyle işte.
Daha ikinci sayfada dile geldi. Önce kendi sesimden bir itiraf duydum. Çok geçmeden M geldi. O kadar yakındı ki sanki saçlarımı eliyle geriye atıp kulağımı açtı ve tane tane fısıldadı sözcüklerini. Sayfalar boyunca benimle en çok konuşanın o olacağını bilmeden defalarca okudum söylediklerini. Her seferinde kokusu daha da yakınlaştı sanki. E geçerken uğramış gibiydi. Tek seferde ne demek istediğini anlayamadığım upuzun bir cümle kurdu. Başımı kitaptan kaldırdığımda ardında bıraktığı gölgesi cama yansımış gibiydi. T karşımda oturmuş, elini dizime koymuş gözlerimin içine bakıyordu. Karşıma son gördüğüm haliyle çıkmıştı oysa söyledikleri öylesine “ilk”ti ki…


O kadar güzel bir tat ki bu damağımdaki… Birkaç eski anı, birkaç güzel adam, birçok güzel cümle, birçok güzel nota…

Dün öğle yemeğinde ikisi de yaza evlenecek olan B ile Z nin çeyiz muhabbetinin ortasında “ya kızlar sevdiğiniz adamlarla evleniyorsunuz, iki yastık bir kevgir eksik olsa n’olur ki” dedim. Gülüştük falan. Masadan kalkarken Z bana “sen nasıl bir adamla evleneceksin çok merak ediyorum” dedi. “ben de merak ediyorum” dedim. Şimdi Beethoven’ın 6. senfonisi çalarken kulağımda, kucağımda neredeyse yarısının altı çizilmiş bir kitapla oturmuşken ve yazarken ve “benim için seçilmiş” bir film izlenmek üzere hazır beklerken bu soruya yanıt verebilirim artık. Derim ki: “bana önerdiği filmi izlerken, aldığı kitabı okurken, seçtiği melodiyi dinlerken aldığım hazla böbürlenen ve böylesi hazlar yaşatabileceğim bir adamla.” Eğer bir gün evlenirsem, evleneceksem (ki bu konuda hiç hayali olmayan garip bir bünyeyim ben) ancak böyle bir adamla evlenirim herhalde. Yoksa bütün bir ömür nasıl geçer ki?

0 akıllı çıkaramadı:

doradoraa [at] gmail [nokta] com

ne güzel demişleR

deli saçması

  © Free Blogger Templates Blogger Theme II by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP