blue ending
Şikâyet eden, sızlanan, halinden memnun olmayıp habire bir şeyleri değiştirmeye çalışan bu aptal şişko kızı gömelim buraya... Görmeyelim bir daha!
Madem “ne zaman geliyorsun” sorusuna bile bir cevabım yok benim, susayım artık…
Ama son bir kez sızlanayım istiyorum ağız tadıyla…
Sevgilime anlatmam gereken şeyler vardı ve ben daha konuyu oraya bile getiremeden, “sen beni Amerikan rüyasına sattın”, “ben artık çıkardım seni hayatımdan” lar başlamıştı. Öyle çok üşüyordum ki yorganın altından çıkmaya üşenmesen eldivenlerimi bile takacaktım. Sonra oda arkadaşımın bana seslendiğini duydum, sesi çok uzaktan geliyordu sanki. Yorganı açtığını hissettiğimde 'kapat şunu' diye bağırmak istemiştim ama sesim çıkmadı. Birkaç yıl önce de böyle ateşlenmiştim, onu da yazdım sanırım buralara, babamın elinde buzlarla çaresiz bana baktığını ve annemin, benim 'çok üşüyorum n’olur yapmayın'larıma aldırmadan o buzlarla benim ateşimi düşürmeye çalıştığını hatırlıyorum hayal meyal. Ama Cuma gecesi hastanede uyanana kadar neler olduğunu hayal meyal bile hatırlamıyorum. Volkan ağbi’nin beni kucakladığı bir sahne var. Sonra oda arkadaşımın arabanın içinde beni soymaya çalıştığı başka bir sahne var. Hastaneye girerken bir yere bacağımı çarptım onun acısı var ama nasıl olduğuna dair hiçbir fikrim yok. Ha bir de cevap veremediğim son bir soru var “sen ne zaman döneceksin?” Volkan ağbi’nin söylediğine göre hastaneye gelirken ve oradayken sürekli sayıklıyormuşum. Birkaç gün sonra “ne sayıkladım ben o akşam?” diye sorduğumda “bir ara bir şeylere cevap vermeye uğraşıyordun, erkek arkadaşındı herhalde ama anlamadım” diyor, “bir arada babanla konuşuyordun galiba” diyor. “Nerden anladın babamla sevgilim olduğunu” diyorum. “Ya o değilde senin insuarance card amma iş açacaktı başımıza ha” diye gülerek konuyu değiştiriyor. O ruh haliyle kim bilir neler sayıkladım adamın yanında… O beni utandıracak hiçbir şey söylemeden konuyu değiştiriyor…
Birkaç saat sonra üzerimde aptal bir pijamayla uyandıp volkan agbi’yi ve bizim diğer evdeki kızlardan s. yi baş ucumda gördüğümde önce hastanede olduğumu idrak edemiyorum. Sonra yanımdaki perdeyi görünce bir an oradan Foreman ya da Chase çıkacakmış gibi geliyor, kendi kendime gülüyorum… uyandığım halde hiçbir şey söylemeden güldüğümü gören herkesin yüzüne rahatlamayla karışık bir merak oturuyor. “Kaç saattir buradayız?” diye sormaya çalışırken benim olmayan bir sesle homurduyorum. Ve nihayet o rahatlamış ifadeyi görüyorum . "Ateşim vardı sadece niye getirdiniz ki beni buraya" diyorum. "Sirkeli su yapsaydınız geçerdi" diyorum. Onlarda habire beni nasıl hastaneye neredeyse zorla soktuklarını anlatıyorlar. Burada sağlık sigortası her şeyden önemliymiş bir kez daha anlıyoruz böylece. Mümkünse sağlık sigortası kartlarını vucudumuza dövme yaptırıyormuşuz, falan-mış filan-mış…
Eve gelip telefonumu açınca son bir mesaj görüyorum. Ağlamaya mecalim kalmamış. Bir de annem mesaj atmış bana, kızım seni özledik seni kamera aç görelim demiş. Aptal aptal sırıtıyorum telefona…
2 gün evden çıkmıyorum. Kimseyle konuşmuyorum. “Ne zaman geleceksin?”in cevabını düşünüyorum yatıp kalkıp. Martta döneceğim eylüle kadar evlenir beraber döneriz desem bir anlamı olacak mı O’nun için acaba. Bilmiyorum.
Burada okul mu seçeceğim, yaşamak için eyalet mi seçeceğim, bilmiyorum… zaten buradaki okulların beni alacağına dair zerre kadar umudum da yok ya… niye buradayım onu bile bilmiyorum. Basit bir hayatım olsaydı diye düşünüyorum. Bankada 5. yılım olsaydı bu sene ve 20.10.2010da evleniyor olsaydım mesela… ya da çoktan evlenmiş.
Şimdi eğer buradaysam bu hayalden tamamen vazgeçmem gerekiyor sanırım. Amerika’ya gelmekle, gelmeyi istemekle, basitçe yaşayıp giden biri olmayacağımı ilan etmiştim aslında. Bunun arkasında durmalıyım belkide. Ama bu arkasında durduğum/duracağım şeyin beni köksüz bırakmasını hazmedemiyorum hala.
Biz O’nunla birlikte bu topraklara kök salabilirdik biliyorum…
Pazartesi kontrole gittiğimde “evli misiniz?” diyor doktor. "Olmalı mıyım?" diyesim geliyor ama “No I'm not” çok daha kontrol edilebilir bir cevap. Cümlelerimi kontrol edemediğim bu dili sevmiyorum ben…
Sarılmayı özlüyorum. O’na, babama, kardeşime…
Orada olmayı diyemem ama O’nunla olmayı özlüyorum…
“Moralim bozuk, cerayan kesik hele bir de sen yoksun ya çok yazık...”
Şimdi gülümseyen bir fotoğrafa bakıyorum. Bir kadeh şarabım bile yok 1.yılımızda. Ne zaman döneceğimi söyleyemediğim bir adama nasıl derim “beni bekle gelip seni alacağım” diye.
Şimdi gülümseyen bir fotoğrafa bakıyorum. “Evet” dediğim gece çekilmiş. “Keşke ‘hayır’ deseydin, ‘gitmem gerek’ deseydin” diyor diğerlerimden biri ama biliyorum ki bugün sorsa yine evet derim ben O’na.
Şimdi gülümseyen bir fotoğrafa bakıyorum. 1. yılımızın şerefine bir antibiyotik daha içiyorum. Son kez birlikte uyuduğumuz akşam, ay ışığında izlediğim uyuyan yüzü geliyor gözümün önüne… Dokunamıyorum… O tatili bile zehir etmiştim O’na inanamıyorum!
Şimdi gülümseyen bir fotoğrafa bakıyorum. 1. yılımızın şerefine dinliyorum “sensiz olmazları”… O klibi izlerken ki yüzü geliyor gözümün önüne… Dokunamıyorum…
Şimdi gülümseyen bir fotoğrafa bakıyorum. 1. yılımızın şerefine ağlıyorum. “Yok iyiyim ben, ateş yaptı yine herhalde” diyorum yanımdaki meraklı surata. Bu ateş beni öldürmez ama içimde ki bu yangın çürütür biliyorum. O’na mutluluk dahil hiçbir şey veremediğim geliyor aklıma. Huzur vermedim. Rahat vermedim. Cevap vermedim. Umut vermedim. Eline alıp tutabileceğim bir hediye bile vermedim.
Şimdi gülümseyen bir fotoğrafa bakıyorum. “Evet” dediğim gece çekilmiş. O geceyi hatırlıyorum. Ve sabahını, içtiğimiz adaçayını. Ve İstanbul’a dönüşünü. Minibüsten inerken bana bakan ışıl pırıl gözlerini. Çektiği mesajı: “yuppy ben evleniyorum!” ve ertesi gün olan o aptal kazayı…
Şimdi gülümseyen bir fotoğrafa bakıyorum. Sarhoşuz belli. O’nunla ilk rakı içişimizi hatırlıyorum. İlk “seni seviyorum”u. Beni taksiye bırakıp dönüşünü. Çektiği mesajı: “bundan sonra sana rakı seek”
Şimdi gülümseyen bir fotoğrafa bakıyorum. Mutluyuz. Ama yalan yok, içimde bir “şey” eksik o gece. Ne olduğunu bilmediğim ve “nedir acaba bu” diye kurcalamadığım. Aslında bana evlenme teklif edeceğini ilk hissettiğim anda düşünmem gereken ama hiç düşünmediğim… haklıydı belki de. Belki de değildi. O kaza olmasaydı olmazdı belki de bunlar… o “eksik” şey neyse batmazdı içime bu kadar…
Şimdi gülümseyen bir fotoğrafa bakıyorum. Doğru adamla yanlış zamanda çekilmiş bir fotoğrafa. Gülüşünü özlüyorum en çok. Ellerini, konuşurken nasıl da güzel kullanır onları... Nasıl da yumuşacık dokunur yüzüme…
Şimdi gülümseyen bir fotoğrafa bakıyorum. …