tuRuncu
aslında yapmak istediğim tam da oydu, sahilde dolanmak. Ama bana öğretilen, dayatılan sosyal ve toplumsal kodlar gereği bunu yapmam mümkün değildi gecenin 2’sinde. Oysa kimselere söyleyemediğimiz, anlatamadığımız bir sürü şeyle doluydu geçmiş sohbetlerimiz/sohbet geçmişlerimiz. Yine de böyle bir teklifi kabul etmek, benim için (belki onun için bile) “OLMAZ”dı. Ben kötü kız olurdum gidersem, o da edepsiz adamın teki, bu saatte cüretkar bi’şekilde davet ettiği için. O sırada fark ettim ki, bana öğretilen tüm toplumsal “olmazları” bi’yana bırakıp, işi deliliğe vurup “haydi gel o zaman 10 dakika sonra şuradan al beni” dememi engelleyen başka bir şey daha vardı. Neydi diye, bir süre kurcaladım zihnimi. Evet, yapmak istediğim şeyi önermişti bana, üstelik bu daveti özellikle beklediğim herhangi birisi ya da illa yalnız olmalıyım gibi bir tercihim yoktu o anda, yani bir deliliği meşru kılacak tüm sebeplere sahiptim. Neydi beni engelleyen derken buldum sandım; gözlerinin içine hiç bakmadığım biriyle paylaşmak istemiyordum gecemin 2’sini, toprağın kokusunu.

“böyle bir şey varmış stumble gösterdi” dedi. Hah dedim cuk oturdu şimdi =)
Gözler kalbin aynası mıdır, neden bu kadar önemli bir insanla yüz yüze olmak? Sadece gözlerine bakarak, tek kelime etmeden tek bir mimik bile kullanmayarak anlaşabildiğim insanlar olmasa nasıl olurdu hayat? Taktığımız o tüm sosyal maskelerden tek görünen gözlerimizi de ifadesizleştirmeyi, anlamsızlaştırmayı başaramıyoruz değil mi? Yoksa sabah yapılan o süslü makyajlarda gözlerimizi de maskelemeyi öğrendik mi, yalancı günaydınlarla girerken plazalara gözlerimizde yalandan ışıldıyor mu sahiden? Sırf bunlardan kaçmak için almadım mı ben o dönülmez kararları, şimdi niye düşünüyorum ki üstüne bu kadar. Hayır, ne olursa olsun, gözleri yalan söylemiyor karşımdaki insanın, ben hala buna inanmak istiyorum. Ben buna inanıyorum! Nasıl yalan söylerken herkesin eli yüzüne gidiyorsa, mutlu bir haberi verirken de aynı ışıkla parlıyor insanoğlunun gözleri, bir ton koyu ya da açık değil aynı ışıkla. Üstelik biraz çalışmayla yalan söylerken beden dili kontrolü sağlanabiliyor ama hoşa giden bir şey görüldüğünde ya da âşık olunduğunda büyüyen gözbebeklerini kontrol etmek mümkün değil!
Tanımanıza tanışmanıza hiç gerek yok, otobüsteki yorgun amcaya yer verirken göz göze geldiyseniz eğer bir şey söylemese de biliyorsunuz içtenlikle teşekkür ettiğini, sabahın köründe keyifle bisiklete binerken bucaksız mavinin kıyısında, ağlayan o genç kıza kağıt mendil uzattığınızda biliyorsunuz ki, yarasına merhem olmadı belki ama bir an için ağrısını kesti o küçücük kağıt parçası, Mayısın 26sında ada'da amaçsızca

Bir de Elif Şafak demiş ya Mahrem romanında "biliyor musun, belki de en derin yaralarımızı gözlerden alıyoruz." öyle bir şey işte...
İşte bu yüzden ben her şeye rağmen gözlerine hiç bakmadığım biriyle günümü, gecemi paylaşmayı reddediyorum. Gözlerini görmeden tam olarak güvendiğimi söyleyemem hiç kimseye. Bu karşımdakinin kötü ya da güvenilmez olmasıyla alakalı değil kuşkusuz. Olsa olsa benim takıntılı kişiliğimin yeni bir yansıması.
Koşulsuz güven bir kez daha yara alıyor böylece, anlıyorum ki en azından bir ön koşulu var güvenin, “benim saçlarım mavi” diyorsan “hiçte bile aynaya baksana, siyah” demeden, sorgulamadan sana inanabilirim ama gözlerinin de buna inanması gerekiyor!Gecenin bir köründe birbirinden habersiz 2 kişinin söyledikleri/yazdıkları sürükledi bu düşüncelere beni. Birisi çıkıp “neden?” diye sorduğunda verebileceğim yeni cevaplarım var artık sayelerinde. O yüzden tüm bunları bana düşündürten “turuncu” anında mesajlaşma balonlarına ithaf ediyorum bu yazıyı =)
(Turuncu, sen bir de isimden kazanıyorsun, ne deniyor bu duruma ballı kaymak tatlısı falan mı =))
2 akıllı çıkaramadı:
:)
mesrur ettiniz beni, müteşekkirim bu sebeple.
rica ederim efenim, ben teşekkür ederim bu yazılanlara vesile olduğunuz için.
Yorum Gönder