Cuma, Haziran 15, 2007

fıstık yeşili


Çocuğun söylediklerini duymasaydım farkında bile olmayacaktım orada oturduklarının.

—Ben en çok arabaları severim dedi
Karşısındaki kıza bunu neden söylemiş olabilir diye düşünmeme fırsat kalmadan, cevap verdi kız
—Ben modayı ve magazini seviyorum, anlaşılan pek ortak noktamız yok.


Daha devam edecekti ama benim fazlasıyla yavaş hareketlerim dikkatini çekti. Biraz daha ilerlememi bekledi. Bi’kaç adım ötede, bahçe kapısının kenarına tünemiş elindeki cep telefonuyla oyun oynayan bir başka kız çarptı gözüme. Muhtemelen onların konuşmalarının bitmesini bekliyordu. Duyamayacak kadar uzağa oturmuş olması, sadece çocuğun gözünü korkutmamak içindi. Çünkü eminim ki modayı ve magazini seven genç kızımız, arabaları seven genç oğlumuzdan ayrılır ayrılmaz, en ince detaylara kadar noktasına virgülüne dokunmadan anlatacaktı tüm konuştuklarını.
“Sonra o öyle deyince ben de modayı severim, anlaşılan ortak noktamız hiç yok dedim, nasıl iyi demiş miyim yoksa sert mi çıkışmışım?”
“Yok yok iyi demişsin anlasın artık, araba severim ne demek ya, insan gezmeyi severim gibi bi’şeyler der, çok kaba bence bu çocuk...”

13, 15, 25 ya da 45, yaş çok mühim değil, hatun milleti için çok büyük bir zevk bu. Fikrine değer verdiğiniz az-öz bi’kaç dosta, yârene olan biteni tüm ayrıntılarıyla anlatmak. "Ay hiç sevmiyorum, yapanı da sevmem" falan diyene ben rastlamadım henüz. Hayır dedikodu değil bu! Bize bi’şeyler hissettiren, kafamızı karıştıran adamla ne konuştuğumuzu, nereye gidip neler yaptığımızı anlatmakla bir kez daha baştan sona yaşıyoruz o anı. Karşımızda ki dostun, hayatımızda bulunduğu çembere göre de biraz sansürlüyoruz bazen olan biteni. Bazen de bizi bizden iyi bildiğinden hiç şüphemiz olmuyor koyverip anlatıyoruz neler olduysa. Diyorum ya bi’kez daha bi’kez daha yaşıyoruz o anı, keyifle. Bu çok büyük bir keyif bizler için! Ama bunu bir erkeğin anlaması mümkün olamaz herhalde.

Bi'de bugünlerde canım arkadaşlarımdan biri şöyle dedi, "onlar kimseye anlatmazlar hatunları kolay kolay ama biriyle geçirdikleri zamanı, bi'başka arkadaşlarına anlattılarsa vardır bu işte bir hayır". Haksız değil ama bi'şeyler eksik sanki. Sahi onlar neden hiç konuşmazlar hislerini hakkında, yok mudur hiç gerçekten güvenerek fikir alacakları arkadaşları etrafta. Neden içlerine kapatırlar hislerini de, arkadaşım dedikleriyle bir araya gelince yarısı hayal yarısı gerçek fantezilerini anlatırlar?

Neyse anlaşılan pek ortak noktamız yok onlarla, ben de magazin ve modadan hoşlanıyorum, hem bir arabanın nesi sevilir ki, hıh!

Bir de şöyle bir yazısı var Reha Muhtar’ın konuyla ilgili. Bir erkek daha iyi gözlemleyip çözümleyemezdi bu olayı. (Son 20-30 dakikadır bu yazıyı arıyorum nette, bulamasaydım “bu şarkı neydi” diye uykusu kaçan tiplere dönecektim, huzurluyum mutluyum=))

5 akıllı çıkaramadı:

ns 15 Haziran 2007 20:49  

“Canım” olmak güzel bir duygudur. Tarafımıza bu sıfatı bahşetmiş zat-i âlileriniz, ne saadet!

E madem rengimiz belli oldu, şöyle bir iki fırça darbesi ile rengin tonunu koyulaştıralım:
Evet, bu "cins-i latif"e has bir huydur. Çok düşündüm bunun üstüne ben. Niye? "Kendimize yetemiyor muyuz?","Tek başımıza düşünemiyor muyuz?" O mu, bu mu? Düşünürüm:“Deli miyiz divane miyiz?” diyerek... Bunları kabul edemezdim. Bunları konuştuğum öyle çok kız arkadaşlarım oldu ki… Hiç birisi de hayatta kendi ayakları üstüne duramayan insanlar değildi. Zekâları almış yürümüş, hayata alamet-i farikaları olan renkler katmış cici insanlar hepsi de… Cevabin soruları bunlar değildi demek! Kendime baktım yolu görmek için… “Yakın çemberde oluşuna” göre hayatımızdaki “adam” anlatılır diğer kız arkadaşa. Önce dinleyen taraf “Bütün ayrıntıları istiyorum” diyerek karşıdaki rahatlatır. (Duyulmak istenen de budur zaten!) Gerisi gelir tabii… “Nasıl tanışıldı?”, “Nereye gidildi?”, “Kim ne giymişti?”, “Ne dedi?”, “Bunu derken hali tavrı nasıldı?” (“Çatalı nasıl tutuyordu” ya kadar gider o tarif!) “Sence niye öyle dedi?” diye satır araları düşünür sonra. “Adam” ile ilgili yanlış anlamalara şiddetle karşı durur anlatan kadın: “Aaa yok bak, ama şöyle bir durum da var…” denir açıklma yapılır. (Dinleyen için bu hal, “adam”ın çoktan gönül telini titrettiğine işarettir.) Bayağı bayağı bir beyin fırtınasıdır bu! Ancak yanılmayın! Bunu hiçbir bilgisayar yapamaz! Tamamen insana ait duygu ve deneyimlere dayalıdır bu fırtına.

“Sadece bir his ya da güdü bu belki de" diyorum. Bize özgü, hayata kadınlık kattıran bir his ya da bir kuşun yuva yapması kadar güçlü bir güdüdür. Ayrıntısıyla düşünmek, tartmak, aklın akıldan üstün olduğunu bilmek, sormak, araştırmak... Rahatlıyoruz. Endişelerimizi dindiriyoruz. Öyle doğal ki bir kadın için bu! Sanılanın aksine ilişkinin mahremiyeti değildir konuşulan. Bize göre dünya duygular üzerine de döner! Daha derinlemesine anlama ve değer verme göstergesidir bu safça*. Çünkü “Aşka gelince enikonu safız” işte! Çocuk gibi hem de... Coşuyor, anlatmak, tekrarlarca yaşamak istiyoruz. “Bir kadın yakın arkadaşlarına o “adamı” anlatmıyorsa, öyle coşkuyla, vardır yolunda gitmeyen bir şey” derim.

Erkek tarafının bunu yapmayışını ben de çözemem hiç! Enderdir bir arkadaşa anlatıldığına şahit oluşumuz. Anlatılmış olması bize önemli bir göstergedir, oysa. Umalım da bu yazıları okuyan erkekleri de (tercihleri bu yönde ise tabii) bir cins- i latif, yakın bir "cins-i latif"e coşkuyla anlatıyordur. Eğer öyle ise seviliyorsunuzdur;)

Valla ben arkadaşlarımı “o halde” görmekten-işitmekten mutlu oluyorum! (Paylaşmaya değer görülmek de güzel tabii.)

Ya hu zaten ne diyor bizim ağzımızdan Göksel şarkısında
“konuştukça azalıyor insanın derdi korkusu
ben de senden bahsettim
anlatırken fark ettim
senle başlar biterim
ben senden ibaretim
aşkından esaretim
bana seni hatırlatır bir şey bulurum
sağımı solumu şaşırıp unuturum
uzaklara dalıp dalıp senin olurum
sus olur, pus olur
bi' seni konuşurum.
hep seni konuşurum”

*Saflık burada temiz kalplilik anlamında kullanılmaktadır.

turuncu 16 Haziran 2007 00:02  

dumanlı solistimiz kaan efendi soyluyor ya;

seni kendime sakladım...

sevdicegin o içine işleyen gülüşü, bakışları, çatalı tutarken elinin titreyişi, sevginin çağladığı anlarda ne diyeceğini bilemeyişi..

hepsini kendime sakladım.

bilemem, bunu mahrem bulmayabilirsiniz ama bence mahremdir, özeldir, her seferinde başka şekilde tezahür eden gayet nadide bir haldir.

bir de tüketmektir bu, nazan bekiroğlu söylemişti sanırım: aşkımı söylemesem o beni öldürüyor, söylersem ben onu

tüketmemek lazım, aşk zat'a mahsustur, Mevla'ya giden yoldur, sindirmek lazım, yanmak lazım, pişmek lazım..

ve son sözü musa rami'ye verelim:
kesin konuşmak, öldürmektir.

mahallenin delisi 16 Haziran 2007 12:05  

sevgili arkadaşlarım; ellerinize kolunuza fikrinize sağlık. (Yazar'cım sana üzerinde düşünülmüş bu uzzuuun beyan için special thanks=))

işte madalyonun 2 yüzü! tam da böyle, ikinizde haklısınız. ikinizin söyledikleride doğru. ne mahremin tanımı üzerinde tartışmaya gerek var ne de bu davranışın "Bize özgü, hayata kadınlık kattıran bir his" oluduğu üzerinde tartışmaya.

Goddess Artemis 17 Haziran 2007 02:24  

@ mahallenin delisi:

Sevgili Çatlağım,

İkili ilişkilerden bahsetmişsin ya, al sana bu işlerin pîrî sayılan yazar bey amcamız hakkında birkaç güzel link:

Ahmet Altan'a Mektup

Lümpenleşme - Ahmet Altan'ın Yazısı Üstüne

Ahmet Altan, Kadınoloji ve Yaş Pasta

mahallenin delisi 18 Haziran 2007 01:43  

@Goddess Artemis: vallahi ben Ahmet Altan'ın ilişki yorumlarına bayılırım! lakin bu yazısında gerçekten tutarsız. tutarsız da değil doğru kelime, fikirlerinde ki o "toptan genellemeler" bütün tezi çürütmeye yetiyor.
bence sadece roman yazsa, ilişkileri irdelese kafi. her şey birarada olmuyor sonuçta.

doradoraa [at] gmail [nokta] com

ne güzel demişleR

deli saçması

  © Free Blogger Templates Blogger Theme II by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP