fiRuze
—Hiç geçmez mi gözlerinden bu sonbahar?
—Ben kupa kızı değilim, belki karo kızı olabilirim, keskin ve köşeli. Bana bilmediğim bir şeyler anlatsana
—Sıkıldın mı sorulardan?
—Sadece seni dinlemek istiyorum şu anda...
—Özgür irade dedik ya, aslında hayatta bi’sürü şey irademiz dışında gelişiyor, hayatımız bile. Kimse bize sormadı oyuna başlarken “dünyaya gitmek ister misin diye?” yeryüzünde ki hiç kimsenin kendi hayatı yok aslında. İlk başlarda yani dünya daha yokken, Tanrı Âdem’e ödünç bir hayat vermiş, biliyor muydun? Bu hayatı verirken de bazı şartlar koşmuş. Âdem’in yapması gerekense bu kurallara uymakmış sadece. Ama kuralları kolay olan bir oyun, kimsenin zevk alabileceği bir oyun olmaz hiçbir zaman değil mi, sen de sevmezsin böyle ilişkileri mesela. Tanrı da böyle düşünmüş olacak oyunu zorlaştırmak için şeytanı karıştırmış işe. Oyun yeni bir şekil almaya başlamış şeytanın gelişiyle.
—Bunun sonunu tahmin edebiliyorum, önce şeytan sonra kadın. Kim kimi yoldan çıkardı ne fark eder...
En son bunları söylediğini hatırlıyordu kadın, hikâyeyi tamamlamış mıydı adam yoksa başka bir şeyler mi anlatmaya başlamıştı acaba. Sınırlarını bilmediği bir şehirde, düzenine alışkın olmadığı bir odada uyandığında kimse yoktu yanında. Yavaşça gözlerini gezdirdi dağınıklıkta. Kapağı duvara dayanmış bir valiz, aceleyle değiştirilmiş pabuçlar, küllükte iki izmarit, yerde yarısı hala dolu bir şarap kadehi. Yattığı yerden çok kalkmadan camı araladı, güneşten önce kokusu girdi içeriye. Koku; insan vücudunu en son terk eden. Kollarını başının üzerinden uzatıp gerindi. Kendi kokusunu çekti içine bu kez. Yabancı bir tenin kokusu yoktu teninde. Ne olmuştu dün gece, neden yalnız uyanmıştı?
—Sahi ne kadar oldu, tenime başka kokular karışmayalı?
Belki bi’kaç gün önce, belki de yıllar önceydi hatırlayamadı. Vazgeçti, hatırlamak istemedi.
Peki ne olmuştu dün gece? Başını omzuna yaslamak istemişti önce. Başı omzundayken tokasını çıkarsın, saçlarını açıversin istemişti. Saatlerce konuşsa dinlerdi onu bıkmadan. Sesini, nefesini boynunda hissetsin istemişti. Hepsi olmuştu da nereye kaybolmuştu, niye şimdi yalnızdı?
Bir rüya olamazdı ya hepsi. Dinlediği hikâyeyi duymamıştı daha önce, tanıdık bir omza gömülmenin, tanıdık huzurunu hissetmişti, rüyada bile olsa yaşayamazdı bunu.
Yataktan kalktı, giyindi, çıktı odadan, üstü açık yazlık otomobile bindi, asla sonuna kadar görmeyi beceremediği düşünün peşinden yola koyuldu...
dibine not: dalya yüz!
2 akıllı çıkaramadı:
meraklandım şimdi, yakaladı mı peki düşünü? gördü mü sonunu?
hani merakım: hep kendi düşlerimi kovalayıp, bir türlü sonlarını görememekten..
@ruki; kim bilir belki hala kovalıyor, belki de çoktan başka bir düşe düşmüştür gönlü.
belki de sonları olmayan düşlerdir bizi hayata/hayallere bağlayan...
Yorum Gönder