md:7 "Söylenmeyen söz ağıRlaşıR"
Yağmurlu bir sonbahar çarşambasıydı, alt katta bi’kaç görevli memur çay içiyordu üst katsa tamamen boştu. “iyi ki herkes o gürültülü kantinde” diye düşünmüştüm. Kötü bir gündü ve herkesten kaçmak için cep telefonumu kapatıp kütüphaneye gitmem yeterliydi. İçerisi sıcacıktı. Acele etmeden birkaç dergi seçtim raflardan, önce camkenarı bir masaya oturdum sonra vazgeçtim ortadaki koltuklara yayıldım. Ayaklarımı sehpanın köşesine uzattım. Ve en sevdiklerimden birini karıştırmaya başladım. Cogito'nun "Aşk" temasına rastlamamıştım daha önce. Nasılda kaçmış gözümden derken "Bir İlişki Nasıl Olmalıdır – Birinci Manifesto", Madde 8: Herkesin kendine ait bir karanlığı olması gerektiği, tartışılmaz bir gerçektir." cümlesinde durdum. Gerisini de bir solukta okudum. Son cümlelere gelirken, gözlerimi yazıdan ayırmadan not defterimi çıkarmaya çalışıyordum çantamdan. Defteri çıkardım, aynı anda yazı bitti ve “seni başka yerde arayan da kabahat” diyen tanıdık sesi duydum.
Sadece başımı çevirip baktım, yanıt vermedim. Sesin sahibine kızgındım ve yazının fotokopisini almanın, not almaktan daha iyi bir fikir olduğunu düşünüyordum o sırada. “Vay cogito aşk özel sayısı mı hazırlamış yoksa?” diye ilgisini belli etti.
“Hıııı” dedim,“ "Aşk = karanlık mı diyor, ilginç”. “Hayır, aşk = f(karanlık) diyor!!!" Yanıma oturdu, dergiyi elimden aldı ve okumaya başladı. Bitirince etkilendiğini ama eleştirdiği yerler olduğunu söyledi. “Şu manifestoyu bulalım mutlaka akşama, o zaman konuşuruz hakkında” dedi. Ters ters yüzüne baktım, okuduğum diğer dergiye gömdüm kendimi. Benim o saatlerde başlayacak olan dersi almak için dönem başında 88 takla attığımı ve ona olan sinirimin bu derse engel olmaması gerektiğini hatırlattı. Haksız olduğu durumlarda haklı olduğu başka bir nokta bulup, konuyu değiştiriyor olması beni daha da sinir etti.
Ders çıkışı elinde bir iki bilgisayar çıktısıyla bekliyordu. “Ne bunlar?” dedi, “Manifestooo!” diye sevindim. “Ne manifestosu o?” diyen 3–4 kişiyi de yanımıza kattık, yemeğe gittik. Yemek boyunca kâğıtlar elden ele gezdi. Üstüne kahve içmek üzere bana gelenler en son saatlerine baktıklarında gecenin yarısı çoktan geçmişti. 20’li yaşlarımızın başıydı, bütün ilişkileri kurtarmıştık, artık huzurla uyuyabilirdik.
Saatim yine geceyi ortasından yarmışken tesadüfen buldum Cem Akaş’ın 7 romanında geçen bu manifestoyu. Pazar sabahı, günü, akşamı yapacak daha iyi bir işiniz yoksa buyurun efenim, okuması ve üstüne düşünmesi oldukça keyifli iki metin:
Bir İlişki Nasıl Olmalıdır Birinci Manifesto
Cogito Sayı:4 AŞK Cem Akaş - Aşk = f (karanlık)
6 akıllı çıkaramadı:
Gerçekten çok keyifli yazılardı MD.
7. Söylenmeyen söz ağırlaşır.
Çok doğru, taşıyamıyosun bi süre sonra ve söylüyosun. Fakat olan iki kişiye de oluyor. İçinden geçenleri söylemek en doğrusu. Ben hep öyle yapıyorum, genelde olan bana oluyor ama olsun ;)
25. İlişki, il-İŞ-ki değildir. Fazla mesai ücrete tabi değildir. Görev bilincinizi götünüze sokunuz.
kesinlikle, hehe :))
"7. Söylenmeyen söz ağırlaşır."
peki ya söylenemeyen sözler?
illaki söylenemiyorsa n'olcak?
@ruki
Blog sahibi MD ama ben gene de cevap yazmak istiyorum sorunla ilgili.
Söylen(e)miyor dediğin şeyler başka başka şekillerde kendini gösteriyor, o daha kötü oluyor inan bana.
@ümit; haklısın söylenmeyen söz hem taşınmaz bir ağırlık yapıyor hem de bence söylenmediği her geçen gün (mecaz anlamıyla da)ağırlaşıyor. yani söylendiği anda, beklenenden çok daha büyük tepkiler alıyor insan. zamanında söylense "öyle değil böyle" diye açıklanacak şeyler "yaaa demek öyle.." diye başlayan ağır taşlar oluveriyor.
ayrıca md.17 ve md.23e de dikkat çekmek istiyorum =D
@ruki; söylenmeyen sözlerin, söylenEmeyenlerden çok farklı olduğunu düşünmüyorum ben. illaki ağırlaşacak, illaki içini acıtacak ve illaki işleri karıştıracaktır onlarda...
hımm burdan bana ciddi dersler çıktı :)
@ruki; kayda değer bir iki kelam edebildiysem ne mutlu bana =)
Yorum Gönder