Asansördeki kadında avaz avaz bağırıyordu. Kırk yılın başı, sağlıklı yaşam nanesini bi’kenara bırakıp asansöre bindim. Kırk yılın başı, “aman be” dedim “yediğim son çikolatada erimeyiversin, kalsın göbeğimde”. Kendi kendime sırıtarak girdim küçük kabine. O, asansörün köşesinde, bir eli karnında, diğer eliyle yanındaki hemşireden destek alıyor ve etrafındaki yabancılara aldırmadan acı çekiyordu. Doğum sancıları gelmiş, ama daha 30 haftalıkmış, acilen doğumhane hazırlanacak, doktor hanımda doğuma çağrılacakmış. Elimi kolumu nereye koyacağımı şaşırdım bir anda. Zaten 2 kişiyiz durumdan habersiz asansöre binen. Doğumhane -2 de, biz +4 de, asansör her katta duruyor. Elinde telefon olan görevli bizim bile inmemize izin vermeden hızla kapatıyor kapıları, “acil doğum acil doğum” diyor şaşkın bakışlara. Yaşı benden büyük olamaz, muhtemelen küçük, gözlerinin altı morarmış, elleri ayakları davul gibi şişmiş, mavi bir gecelik var üzerinde, saçında mavi bir bant varmış karman çorman olmadan önce, erkek mi acaba bebeği, kan mı o eteğine bulaşan, kanıyor mu sahiden. “Şey” diyebiliyorum sadece, benim baktığım yöne bakınca herkes, müstakbel anne bir çığlık daha atıyor. “Sakin olmalısın” diyor elini sıkı sıkı tutan hemşire. “Her şey yolunda gidecek hiç merak etme”. Eli telefonlu görevli bi’kez daha arıyor, “Hazır mı doktor hanım, hastamızın kanaması var” Bu kez tüm gücüyle bir kez daha inliyor müstakbel anne; “Ben hasta değilim, çocuğumda hasta doğmayacak” İçimden bir şey kopuyor, gözlerim doluveriyor tuzlu yaşlarla. Öyle iyi biliyorum ki “ben hasta değilim” çığlığını.
Asansör duruyor, kocaman bir ekip açıyor kapıyı, sedyeye alıyorlar müstakbel anneyi hemen. “Bize bi’şey olursa önce kızımı kurtarın.” Asansörde elini kanatırcasına destek aldığı hemşirenin gözlerinden bulutlu bir bakış geçiyor sanki. “İkinize de bir şey olmayacak, kötü düşünme!” diyor. Asansörün kapıları yüzümüze kapanıyor. “Allah kurtarsın” diyor yanımdaki genç adam. Yüzüne bakmaya mecalim yok, sol elinde ki yüzükten evli olduğunu ve empati kurarak bu kadar üzülebildiğini tespit ediyorum. Zihnim neden hep çalışıyor? Zihnimin hem tespitler yapacak kadar çalışmasına, hem tespit yaptığını fark edip bunu eleştirmesine, hem müstakbel anne için dua edip, hem de acaba eşi neredeki diye düşünmesine, üstelik yerdeki kan izlerine bakıp acaba kan vermek gerekir mi diye düşünürken aynı anda kendisinin kan veremeyecek olduğunu ve zaten bunun için hastanede olduğunu hatırlamasına ve “ben hasta değilim” diye çığlık atmak istemesine sinir oluyorum. Aklımdan tüm bunlar geçerken “hayır şimdi ağlamamalısın ve şu genç adamın temennisine eşlik edecek bi’kaç cümle söylemelisin” diyerek dürtüyor diğerlerimden biri beni. Yüzüne bakmak üzere başımı kaldırırken, “Siz iyi misiniz, çok etkilendiniz sanırım, kafede bir su içmek ister misiniz?” diye soruyor. “İyiyim” diyecekken başım dönüyor, yine zihnim çalışmaya başlıyor; ‘Hayatında hiç bayılmadın kızım sen, şimdi hiç sırası değil, daha laboratuara gidip kan vereceksin, çıkınca evrakları teslim etmen lazım müşteriye, sonra T.ye uğrayacaksın, yapılacak işlerin var bi’sürü, burada bayılıp vakit kaybetmemelisin’.
“Yoo, iyiyim. Yani pek değilim, biraz etkilendim sanırım evet, Allah acil şifalar versin” “Ben bile fena oldum, etkilenmeniz normal tabi ama renginiz değişti, bence bi’şeyler atıştırmalıyız kafede” diyor ısrarla. Asansör duruyor, giriş kat direk kafeye açılıyor, daha fazla o asansörde kalmam mümkün değil, atıyorum kendimi dışarı. Başım dönüyor hızlı hareketimden, dengemi kaybedecek gibi oluyorum, nazikçe kolumu tutuyor, ilk gördüğü görevliye “Hanım efendinin tansiyonunu ölçebilir miyiz lütfen, pek iyi hissetmiyor kendini” diyor. Böyle bi’adamın evli olduğuna şaşmamak lazım diye bir tespit daha yapıyorum. Zihnim hala çalışıyor. Tansiyonum düşmüş. İlaç verecek oluyorlar, saçmalamayın diyorum, geçer şimdi. Geçiyor nitekim. Benim için olanlar “Bi’ara tansiyonum düştü hastanede, ondan uzadı işlerim”den ibaret günün diğer yarısında. Şu saat olup pc başına gelene kadar unutmuşum bile.
Telefona uzanıyorum. “İyi geceler iyi nöbetler. Bugün bir erkek çocuğu dünyaya geldi mi acaba kontrol etmemiz mümkün mü?” diyorum. Doğum servisine bağlanırken fark ediyorum ki bir sürü doğum yapılmış olabilir bugün. Nasıl öğrenebilirim ki başka. Uykulu bir ses ‘ne var’ dercesine “Efendim” diyor anlatıyorum derdimi; saat 14.00 sularında 30 haftalık prematüre bir erkek bebek doğuma gidiyordu apar topar hani. Şaşırıyor, “eee-vet” diyor tereddütle. “İyi mi bebek ve annesinin sağlığı peki” diyorum, “Bebek kuvözde, dahi iyi olacak inşaallah, anne de biraz kan kaybetti ama iyi” diyor. "Ohh" diye derin bir iç çekiyorum. "Affedersiniz" diyor, “Siz kimsiniz?”. “Bugün anne doğuma giderken, aynı asansöre binmiştik de, merak ettim durumunu sadece” diyorum. Gülümsüyor telefonda ki, anlıyorum. “ben de asansördeydim” diyor. “Yüzünüz sapsarı olmuştu kanamayı görünce”. Bu kez ben gülümsüyorum. “Bu saat oldu aklıma takıldılar işte.” Teşekkür edip kapatmak üzereyken, tutamıyorum dilimi. “Babası yanlarında mı peki?”, gülüyor yine, “sadece yarım saatliğine yanlarından ayrılmıştı baba zaten, asansörde yoktu ama doğumda eşinin yanındaydı, bir an bile ayrılmadı.”
Mutlu ailelere doğan, mutlu bebekleri düşünüp seviniyorum, oturup bunları yazıyorum, biraz ağlıyorum, duruma uygun bir şarkı-türkü dinlemek istiyorum bulamıyorum, zihnim yine çalışıyor, yarın yine zor bir gün olacak biliyorum, şimdi yatıyorum...
0 akıllı çıkaramadı:
Yorum Gönder