1 cümle, 1 cevap
Gelelim bugünlerde ev yemekleri yemekte olduğunu tahmin ettiğim Tuğçe’nin mimine. Severim ben böyle bir kelime bir işlem oyunlarını. Hatta itiraf edeyim bu günlerde sadece böyle bir kelime oyunuyla aklımı çeldiği için “noluyoruz yahuu” dedirten bir arkadaş var etrafımda. Neyse biz mim diyorduk aslında.
Ben küçükken; mutluydum. Kırmızı bir bisikletim vardı. Nasıl sevinmiştim ilk alındığında. Yıllarca bana dünyanın en büyük bahçesi gibi gelen bir bahçede bindim 3 tekerlekli bisikletime. Yıllar sonra “bak bizim ilk oturduğumuz ev burasıydı” diye gösterdiklerinde çok üzülmüştüm. Altı üstü 15-20 adımlık bir kapı önüymüş benim kırmızı bisikletimle dünya turu yaptığım yer. Sonra biraz daha büyüdüm iki tekerlekli bir bisikletim oldu. Siteye en yakın boş arsada babam öğretti dengede kalmayı, düşsem de yeniden kalkmayı. Bir gün o beni selemden tutmasa da iki tekerin üstünde rüzgâra karşı yol alabilmeyi. Yıllar sonra o boş arsaya benim 1.sınıfını okuduğum lise inşa edildi. Sahi arada bi’de Sindy bebeğim oldu. Gelin Sindy! Bir yılbaşında kocaman bir oyuncakçıda beğenmiştim. Annem “daha sonra alırız” diye kandırıp dışarı çıkarmıştı beni. Kalbimin yarısını orada bırakıp çıkmıştım. Yılbaşı gecesi bütün paketleri açıp bitirdikten sonra “aaa bunu unutmuşsun” dediklerinde ve paketi yırtıp açtığımda dünyalar benim olmuştu. Velhasıl ben küçükken; mutluydum
Aslında ben; fazla sıradan biriyim. Hiçbir zaman kalabalıkta fark edilen, sokakta dönüp bir daha bakılan, ilk görüşte etkilenilen, tanışılmak konuşulmak istenen birisi olmadım. Fakat benimle biraz vakit geçiren (hemen hemen) herkes için ya vazgeçilmez ya da kesinlikle uzak durulması gereken biri oldum. Biraz ılımlı olmak gerekiyor sanırım hayatta. Biraz orta yolcu olmak, ortamlara ayak uydurmak gerekiyor bazen, bunu da yeni yeni öğreniyorum.
En saçma huyum; bazı insanlar benden nasıl davranmamı bekliyorsa öyle davranıyorum. Bunu bilerek ve isteyerek yapıp o bazı insanları mutlu ediyorum. Sonra başıma iş alıyorum tabi, “sen böyle yapmazdın eskiden”le başlayan kavgalara tutuşuyorum onlarla. Bi’kaç kez anlatmayı denedim, “demek ki kendinden taviz veriyorsun” dediler, kesinlikle öyle olmadığını anlatamamıştım o zaman. Burada da uzun uzun yazabileceğimi sanmıyorum. Garip bir huy işte.
Cep telefonum; 3210 yok pardon o ilk çıkan nokia’lardandı di mi, 3120 o zaman. Bataryayı çıkarıp bakmam lazım. Neyse işte renkli ekran, mms alıyor, maillerimi okuyor, toplama çıkarma yapabiliyorum. Uyuyacağım zaman sadece 3-5 kişinin aradığını duyup diğerlerini sessize alacak şekilde grup yapabiliyorum, doğum günü ve yapılacak işler için takvimi ayarlayabiliyorum. Bence yeterde artar bile. Cep telefonu yerine caka satın alanlardan değilim çok şükür. Ama PDA konusunda ciddi bir bütçe planlaması yapmıyor değilim =) o tamamen ihtiyaç.
Aşk dediğin şey; unuttuğumdur. Nasıldı, ne işe yarardı, adama neler yaptırırdı tez zamanda hatırlamak istediğimdir.
En sevdiğim blog; derseniz size şıp diye bir isim söylemem elbette. Ama şöyle diyebilirim readerım da 5 farklı blog klasörü var sırasıyla 1–2–3–4–5 isimleri. 1 ve 2. klasördekilerin hiçbir yazısını okundu olarak işaretlemem mesela. Okudum beğendim yazılarının çoğu onlar arasından çıkar zaten. Bir de tabi her fırsatta “canım, ciğerim, sevgili” vb hitaplarla seslendiğim blogdaşlarım var. Okuyan biliyor hepsini zaten. Tek tek isim vermeye yok hacet.
Efenim bu konuda da paslarımı Maybe’ye, Hüseyin’e, Gregor Samsa’ya ve ne zamandır sesi soluğu çıkmayan Elif’ciğime atıyorum.
Ben şimdi Sevgili Dünürüm seyredeyim, yarın da işe gideceğim. Haydi size iyi bayramlar, iyi tatiller.
2 akıllı çıkaramadı:
Cidden çok pis gömdüm kendimi ev yemeklerine ki, sorma :)
Bir de bilgisayarın bulunduğu oda çok soğuk, sıcak olduğunda da kardeşim ders çalışıyor oluyor. ben bu saatlerde ya uyuyor oluyorum yada değişik diğer tembellikler :) Haber vereyim dedim.
@tuğçe; haber vermekle ne iyi etmişsin kuzum. tembellikler, ev yemekleri falan derken keyfin yerinde anlaşılan ;)
negzel =D
Yorum Gönder