Pazar, Mayıs 25, 2008

geçmiş mavi olur ki

Mor ve Ötesi 7. oldu 2008 Eurovision’da. Sahneye çıktıklarında uyukluyordum kanepede.

Aklımda 2003 Eurovision. Yok yok Sertap’ın birinciliğinden değil, gerçi birinci olmasa bu kadar net hatırlayamazdım o tarihi ya, neyse.

Bodrum’dayız.
Finaller daha başlamamış herhalde, kim organize etmiş hatırlamıyorum, bizim fakülteden büyükçe bir grup gitmişiz. 3 gün. Bizim ekip; 2 kız 3 erkek. Kimse kimsenin sevgilisi değil. Flörtöz bir durumda yok ortada. B.nin zaten askerde nişanlısı var, o Y’ye emanet. Zaten beni de gitmeye Y ikna etmiş. Sürekli bir pazarlık halindeyim onunla. “O’lum bak uygunsuz bi’durum olursa ben size haber ederim, ama sakın her yan bakana ‘ne bakıyon lan’ diye dalmayın, kısmetimi kapamayın, bozuşuruz.” deyip duruyorum. Ne mümkün anlatmak, adam 30 saniye yalnız bırakmıyor, şöyle bir İtalyan yakışıklısı bulup kadeh kaldırayım.

Bodrum’dayız ama yıl 2003, aylardan Mayıs. Yani tikkycanların istilasını uğramamış henüz beachler. Gündüz tekne turuna çıkmışız. Şansımız ki hava bulutlu. Güneşleneceğiz diye yağları sürdüğümüzle kalmışız koca gün. Tabi tatile geldik illa denize gireceğiz diye atlayıp 3-5 kulaç savurmuşuz ama sonra herkes havlularla, polar montlarla oturmuş teknede. Erken dönüyoruz otele. Yok yok pansiyon gibi bi’yerde kalıyoruz aslında.
Çıkaramadım şimdi. Ben tutturuyorum “kaleyi fethetmeden gitmem” diye. Söylene söylene peşime takılıyorlar. Kalenin kapanmasına 1 saat var. Koşa koşa geziyoruz surlar arasında. Ebelemece oynayan çocuklar gibiyiz. Bir turist amca fotoğrafımızı çekiyor. Çıkınca süper bir akşam yemeği yiyoruz bütçemizce. Ve tabi, ver elini barlar sokağı… Adamik’e girip girmemek konusunda biraz tartışıyoruz. Ama girip sandozları yuvarlıyoruz. Bir iki derken Y. sıkılmaya başlıyor, çıkıyoruz. Gece daha başlamamış aslında. Saat kaç bilemiyorum. Katamaran’a gitmeye karar veriyoruz. Ama gitmeden önce iyice içmek lazım, öğrenci harçlığıyla sarhoş olunmaz orada biliyoruz. Gülüşerek dolanırken bir başka barın girişinde dev ekranda TRT açık, 2003 Eurovision şarkı yarışması. Tam da Sertap anons ediliyor. B.yle ben avaz avaz geri çağırıyoruz yürüyüp giden bizimkileri. Sertap’ı gören barın önünde duruyor zaten. Şov başlıyor, Sertap detone olmuş o gece diyorlar, Bodrum’a hiç öyle gelmiyor sesi. Biz bütün kızlar hem hep bir ağızdan şarkıyı söylüyor, hem de dans ediyoruz. Keyifler çakır.

Arkadan aksanlı bir İngilizceyle “Göbek dansı Türk kızlarının ortak yeteneği herhalde” diyor birisi. Dönüp bakıyorum. Ve evet, nihayet bir İtalyan yakışıklısı!
Hayatımda gördüğüm en güzel gözler. Olduğum yerde kalakalıyorum. Cümle bile kuramıyorum. “sen Türksün değil mi?” diyor ben öyle kitlenip kalınca. “elbette türk’üm.” diyorum, Sertap’ın harika şovundan feci gururlanmışım.

“Dansından anlamıştım zaten” derken göz kırparak gülümsüyor. Aman Allahım o ne dudaklar, o nasıl bir çapkın gülüş. Eriyorum, bitiyorum…

Ne cevap verdim, nasıl bir cümle kurdum, kurduğum cümle İngilizce miydi, Türkçe miydi, sohbet nasıl gelişti hiç hatırlamıyorum…

Anımsadığım; kalabalıktan uzaklaşmışız (ya da biz yerimizdeyiz ama onlar dağılmışta olabilir, benim gördüğüm sadece O) Bodrum’a ikimizin de ilk gelişi olduğunu ve nereleri gezdiğimizi anlatıyoruz. O yarın İstanbul’a geçeceğini ve 3–4 gün orada kaldıktan sonra Floransa’ya döneceğini söylüyor. “Ben aslında İstanbul’d yaşıyorum” diye atlıyorum tabi. “Nereyi gezmeliyim İstanbul’a gidince?” diyor, Nedense aklıma ilk gelen Kız Kulesi. Bir türlü bulamıyorum İngilizcesini. Virgin tower diyesim geliyor ama değil biliyorum. “Kız kulesi” diyorum gayet Türkçe, anlamıyor elbette. Ben de bir türlü anlatamıyorum derdimi. Küçük bir not defteri çıkarıyor cebinden. “Buraya yaz ben gidince sorarım” diyor. Aklıma şaşayım oraya telefonumu yazmıyorum. İsmimi bile yazmıyorum. Bir anda onun arkadaşları ve benim arkadaşlarım çıkıyor ortaya. Muhtemelen hep civardalar ama ben farkında değilim. Büyü bozuluyor. Onunkiler onu, benimkiler beni tutuyor kolumdan, “İyi eğlenceler, see you’lar, buona notte’ler”le iki farklı yöne doğru ilerliyoruz.
Birkaç adım sonra arkama bakıyorum, arkasını dönüp bakıyor o da, göz göze geliyoruz... Son kez.

Yıl 2008 sadece 5 yıl geçmiş aradan. Yine bir cumartesi gecesi, yine bir Eurovision finali. 22.30 sularında kanepeye kıvrılmış uyukluyorum.

50 yıl değil sadece 5 yıl geçmiş aradan. Ben İstanbul’da bir kanepede uyukluyorum.

Kendime bir küfür savuruyorum akıllara zarar.
Ben kanepede uyukluyorum!


Posted by Picasa

4 akıllı çıkaramadı:

Berrin 27 Mayıs 2008 00:50  

olur oyle uyuklamalar,
yazini keyifle okudum :)
kagida telefonunu yazmayi unutman da normal bende de oluyor oyle gerekli yerde gerekli manevralari yapamiyorum sonradan dank ediyor hehe
ah ahh benimde eurovision maceram var ama burayi mesgul etmeyim :)sadece sunu yazayim gecen yil kenan dogulu ve ekibinin helsinkiye gelen ucagindaydim ve super bir seyehatti//sonrasida dolu dolu gecti//mor ve otesi olsa onemsemem ama kenan benim ilk askim oldugu icin hayatimin unutulmaz anisidir:)

mahallenin delisi 27 Mayıs 2008 23:03  

aa anlatsana bir ara berrin'cim yaa. bak merak ederim ben şimdi neler oldu o uçakta acaba?

ah bir de o sonradan dank eden aptallıklar olmasa hayatta. hayır yaptım beceriksizce bir hareket madem, sonradan niye aklım başıma geliyor, kalsın öylece. hiç farketmiyim ben aptallığımı. ama nerdeee... hem yapıyorum, hem bi'de sonradan fark ediyorum. ah ah.. benden adam olacak da görücem =)

ABİ 29 Mayıs 2008 16:13  

ben bu yazıyı çok sevdim..

mahallenin delisi 30 Mayıs 2008 00:03  

abi; ben de o yılları çok özledim be abi...

doradoraa [at] gmail [nokta] com

ne güzel demişleR

deli saçması

  © Free Blogger Templates Blogger Theme II by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP