Pazar, Ekim 26, 2008

oRtaya mavi, saRı, yeşil,moR kaRışık bi'şileR


Blogger kapalı hala. Digiturk "maçları beleşe izletiyorlar" demiş, hakim amcada "tiz kesin kablosunu bu münafıkın" diye karar vermiş anlaşılan. yok o kadı mıydı yoksa? güya bende bu konuda yapılabilcekleri yapacak, yazacak, tartışacaktım. Ama sanırım bugün bütün gün telefonla konuştum. Ve kafamın içinde olmasından şüphelenilen hasarları cep telefonun süpersonik radyasyon etkisiyle daha da arttırdım. Aferin bana!
Sinirliyim. Aptalım. (ama bunu daha önce uzun uzun yazdığım için ne yazık ki bu sözcüğün üstüne oynayamayacağım bu gece, çok yazık)
O günden beri başımın ağrısı hiç geçmiyor. Dinlenemiyorum. Yorgunum. Dağınım. Yalnızım. Hah bu güzel: yalnızım. Yanlız da olabilirim. Bozmaz yani, aynı kapıya çıkıyor diğ mi?

Hiç arkadaşım kalmamış benim. Belki de hiç olmamış aslında 'kalmamış' deyip kendimi kandırıyorum. Liseyi hiç sevmedim ben, oradaki hiç kimseyle görüşmüyorum ama yokluklarını da hissetmiyorum zaten. Ortaokul desen. O tayfayı seviyorum, facebook sayesinde hazır da buluşmuştuk ama. Ama… Bu cümlenin aması hayatımın amına koyan “ama” ve ben onu atsam atamıyorum satsam satamıyorum.
Üniversiteyi evinden başka şehirde okumanın sanırım en kötü tarafı bu. Hayatının en güzel yıllarını geçirdiğin adamlarla en yakın iletişim şekli konferans görüşme ya da webcam oluyor en sonunda. S.cim, A.cım, Ö.cüm hepsi başka başka şehirlerde şimdi. Aaa sahi J.cim burada burnumun dibinde ama evli ve bir çocuk annesi genç bir kadının hafta sonu planlarıyla benimkiler pek uyuşmuyor takdir edersin ki.
İşyeri… İşyerinde 1 haftadır beni kimse yemeğe çağırmıyor. “E onlar çağırmıyorsa sen çağır” deme işte. Ben çağırdığımda sorun yok zaten. Cümbür-cemaat pek keyifli bir yemek yiyebiliyoruz. Ama ben çağırmayınca kimse bana yemek yiyip yemediğimi sormuyor. Son 1 haftadır test ediyorum, cık. Hatta arada bir iki gün onlar yemekten döndükten sonra gittim ‘hadi yemeğe’ dedim. ‘Aa biz şimdi geldik’ dediler. ‘Eee’ dedim ‘bana niye kimse haber vermiyor?’ ‘Tüh unutmuşuz’lar, ‘aa sen çıkmamış mıydın bu saate kadar’lar falan. Çok garip bir şekilde kötü niyetli olmadıklarını gayet iyi biliyorum. Biliyorum, anlıyorum ve akabinde affediyorum. (special thanks to gregor)
Yani kısacası işyerindekilerden de bir cacık olmaz. E sevgilim yok zaten. Bunu niye belirtiyorsam özellikle. Yalnızım sözcüğünün tam karşılığı bu değil mi zaten?


Off aslında ben bunların hiç birini yazmayacaktım… zehir zemberekti ne güzel dilimin ucundakiler. Niye kalemi alınca sakız gibi uzadılar.

Dedi ki bugün:
“sen ‘in a reletionshipte’kilerin gece yarısı telefonlarını açmadığında değil, o adamların relationship durumunu bizzat kendilerinden öğrendiğinde adam olacaksın”

Dedi ki bugün:
“samimiyetle söylüyorum, işine bu kadar özene gösteren birisi gerçekten …. ışıltısı taşıyor demektir. Senin o ışıltıyı taşıdığından hiç şüphem olmamıştı zaten.”

Dedi ki bugün:
“burada fazlasıyla kafam karışık, keşke o gün daha uzun konuşabilseydik”

Dedi ki bugün:
“senin gibi birinin bu kadar uzun zamandır yalnız olduğuna inanmamı beklemiyorsun değil mi”

Dedi ki bugün;
“aslında bitmişti her şey ama dün onunla bir kez daha görüşünce… ”


Oysa ki ben onun diğerlerinden farklı olduğunu sanmıştım. Oysa ki ben ondan hoşlanıyorum bile diyemeden daha onun için;

“seni seviyorum”u 2 durumda çok kolay söylüyorum. İlki karşımdaki samimiyetle ve acımasızca beni eleştirirken ve ben o eleştiriye artık katlanmaz olmuşken karşımdakini susturmak için. “sağol be. Bunları söylediğin iyi oldu ben de seni çok seviyorum gerçekten” şeklinde.

İkincisi karşımdaki çok zekice bir fikir söylediğinde ya da benim bilmediğim ve gerçekten öğrenmek istediğim, ilgilendiğim bir şey anlattığında “Seni seviyorum S.cim ya gerçekten” şeklinde.

“Gerçekten” önemli, çünkü gerçekten sevmediğim hiç kimseye tutup bu 2 koşuldan birini sağladı diye “seni seviyorum” demiyorum. Örneğin cumartesileri bizi çalışmaktan kurtaracak olan raporlama fikrini ortaya attığında Ş.nin boynuna sarılmak geçiyordu içimden ama tutup da “seni seviyorum Ş ya, süpersin” demedim adama. Demem. Niye yazdım bunları. Çünkü bu gece dilimin ucuna kadar geldi “seni seviyorum”un. Ucunda kalmayacak, çıkıverecek sandım. Bir an kalbim yerinden fırladı. Yutkundum. Neyse ki telefonun öbür ucundaydın ve adımla başladığın cümledeki o zekice ışıltının beni nasıl etkilediğini hiç fark etmedin. Belki de sadece adımla başladığın içindi. Adım sesine çok yakıştığı için.


Demiştim. Daha dün demiştim. Taslak olarak kalmasının sebebi son paragarafın “çünkü”sünden sonraki her harfi, her sözcüğü tek tek yutacak olmammış meğer. Yayınlamadığım için bu tükürükleri yalamam gerekmez artık değil mi?
I-ıh gerekmez. Oysaki ben ondan “hoşlanıyorum” bile diyemem i daha….

bugün dedi ki:
“çok toysun daha. Öyle basit oyunlar ki bunlar… biraz daha büyüsen hepsini öğreneceksin. ”

.
.
.
.
.
.
.
.
.
.Küçüğüm, küçüğün olmaya razıyım yeter ki GEL!
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.



Yalnızım evet ama bu yazılmış sayılmaz… Daha çok su kaldırır bu hamur.
Çünkü bugün dedi ki:

ve her şeyi unutup uyumak istiyorsan
sığınmak için seçtiğin yer rüyalarınsa
her aynaya baktığında karşındaki sen değil başkasıysa
ağlamak aldanmak kadar kolay
kendine bile bakacak yüzün kalmadıysa.






Niye en çok ihtiyacın olan zamanda bir damla bile içki bulamazsın?
Niye marttaki bir günüm 23 saatken ekimdeki bir günüm 25 saat sürüyor? Niye uzun ve kısa sürecek günlerimi ben seçemiyorum?


Gidelim buralardan Sabrina.
Gidelim…

0 akıllı çıkaramadı:

doradoraa [at] gmail [nokta] com

ne güzel demişleR

deli saçması

  © Free Blogger Templates Blogger Theme II by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP