Salı, Ekim 21, 2008

tik-tak

Seanslar: 13.30 16.00 18.30 yazıyordu gazetede, saati 14.30’u gösterirken. 16.00ya yetişemezdi. Bütün gece gördüğü kabusların ve 40derecelik ateşinin etkisiyle terlemiş ve daha duşa bile girmemişti. Bu halde sokağa çıkmak da pekiyi bir fikir değildi ya, evde biraz daha yalnız kalırsa duvarların arasında delirmekten korkuyordu. Bu soğukta sıcak bir sinemada, iyi bir filmle epey kafasını dağıtırdı.

Üstünden çıkardıklarını makineye tıkıştırıp sıcak suyun altına girdi. Dakikalarca aktı gitti su teninden. Suyun ne denli sıcak olduğunu buhardan boğulacak gibi olunca fark etti. Duşakabinin kapısını araladığında çalan cep telefonunu duydu. Koşarak fırladı dışarıya, çalan melodiden belliydi o olmadığı ama bir ümit baktı ekrana.

“of sen miydin”
“kızım nerdesin sen iki gündür, kapına dayanacaktım bugün valla, iyi misin?”
“hastayım, yatıyordum. Evde misin? Duş alıp sana geleyim.”
“gel tamam bekliyorum. Hatta bende kal bu akşam. İşe buradan gidersin”
“tamam bakarız”
“bakarız deme lens mi solüsyon mu ne zıkkım lazımsa al yanına işte”
“iyi, tamam”
“bak ne diyeceğim bizim caddenin başında yol çalışması var”
“eee”
“eesi normal yoldan giremezsin siteye”
“anormal yolu tarif et o zaman”
“o ilk ışıkları geçtikten sonra hemen sağa sapma, caddenin üstünde…”

Üşümüştü. Üşümek ne ki dişleri zangır zangır birbirine vuruyordu. Tekrar banyoya, sıcak suyun altına koştu. Saçlarını yıkayıp, çıktı.

Giyinirken içinden bir ses, çıkmamasını söylüyordu.
“Otur oturduğun yerde, ne işin var bu saatten sonra bi’de milletin evinde kalacaksın, yarın zaten iş var”
Aynada allığını sürerken susturdu içindeki sesi.
“günlerdir bekliyorum da n’oldu? Bugünde gelmeyecek. Gitti. Bitti işte.”

Salondaki meyve tabaklarını mutfağa götürürken masanın üstündeki dağınıklığı fark etti. Kaç gündür duruyordu o dağınıklık orada? Bir bütünün parçası olmayan kaç yüz parça vardı etrafta?
Kırık aynada yüzlerce kendini görüyordu sanki. Her bir parçası bir yanda. Ve resmin tam ortasında bir büyük boşluk…

Tabakları aldığı sehpanın üzerine bırakıp yerdeki kutuya yöneldi. Bütün parçaları bir hamlede kutuya doldurdu. Yatak odasından çantasını, kapının önündeki portmantodan anahtarlarını aldı, kapıyı çarpıp çıktı.

---


Rezervasyon yaptırmak için telefonu cebinden çıkardığında saati 14.30u gösteriyordu. “isterseniz 18.30’a 2 kişilik yerimiz var efenim.”
“hımm”
Festivalde izleyemediğine çok üzülmüştü. Tam da gösterime girmişken, kesinlikle kaçırmak istemezdi bi’kez daha.
“tamam, 18.30 iyidir.”

Aynada uzamış sakallarına baktı. Aslında hala sinirliydi ama gece kan ter içinde uyandığı rüyanın etkisi daha ağır basıyordu. Simsiyah elbiselerle, ateşler içinde dans ederken görmüştü sevgilisini. Yüzündeki acı, gözünün önüne gelince bir kez daha irkildi. Hala ayılmamıştı tam olarak. Soğuk bir duş kendine getirirdi.

Yatak odasına girer girmez telefonunu aldı tekrar. Aradı. Meşgul. Giyindi, en sevdiği mavi gömleğinin son düğmesini ilikledi, bir kez daha aradı. Meşgul.

“Uzun uzun telefonda lafladığına göre, keyfi yerinde demek”

Böyle düşününce sinirlendi tekrar. Mutfağa geçti, buzdolabından süt kutusunu çıkardı, ayaklarını sehpaya uzatmış içerken yarı aralık kitabı gördü. Kaldığı yeri işaretlemek için tokasını koymuştu kitabın arasına. Uzandı, nerede kaldığına bakmak için kitabı aldı. Son 2 bölüm kalmıştı. Finali nasılda merak ediyordu, sırf son bölümü bir an önce okumak için onu bile susturup kitaba gömüldüğünü hatırladı. Demek tam da son bölüme geldikleri sırada başlamışlardı kavga etmeye. Altını çizdiği cümlelerden birini okudu.

Onunla her yere gidebilir ve her yerden gidebilirdim, ötesini düşünmeden

Yeganeydi çünkü, değerdi ondan kopamamaya, yokluğuyla inatlaşmaya

Tokayı sehpanın üzerinde bıraktı, elinde kitapla fırladı yerinden. Yatak odasından cep telefonunu, girişteki ayakkabılığın üstünden ruhsatı aldı, kapıyı çarpıp çıktı.


---


Evinin anahtarlarını hiç istememişti. O bir anahtarlığa takıp verdiğinde de almamıştı. Ama “apartmanın anahtarına hayır demem, en azından seni evde bulamazsam alt kattaki öğrencilere sığınırım” deyip kızdırmıştı onu. İyi ki almıştı girişin anahtarlarını. Asansöre binmedi. Tam önünden geçerken alt katın kapısı açıldı.
“iyi günler”
“merhaba” (off nereden çıktı şimdi bu çocuk)
“doğan ağabey’i de çıkarken görmüştüm ama”
“yaa?” (üstünde ne vardı, nereye gider gibiydi, anlatsana be)
“pardon üstüme vazife değil tabi.”
“yok yok ben de sürpriz yapacaktım zaten” (amaan soru da sorulmaz ki buna şimdi)
“aaa ne tesadüf, o da size geliyordu muhtemelen, böyle giyinmiş, kokular sürünmüş falan”
“öyledir herhalde, sağol” (pislik kim bilir kimi buldu kendine hemen)

Elindeki puzzle kutusunu kapının önüne fırlatıp hızlı hızlı indi merdivenlerden. Hayır artık ağlamayacaktı. 2 günde hemen birini bulduysa onun için ağlamaya da değmezdi. Nasıl bu adar aptal olmuştu. Kendisini arayacak diye beklerken o çoktan yeni denizlere yelken açmıştı demek… Taksiciye titreyen sesiyle evinin adresini söyledi.


---


Kapısı bir türlü kapanmayan bir apartmanın giriş katında oturuyordu. Kapıcıya bile defalarca söylediği halde ne zaman gelse kapıyı paspas sıkıştırılmış şekilde açık buluyordu. Yine açık kapının önünden paspası ayağıyla iteklerken kapıcıyla karşılaştı.
“İyi günler Mehmet efendi. Yine açık bu kapı”
“Valla Doğan ağabey, Pazar ya bugün çoluk çocuk bahçeden girip çıkıyor, onlar sıkıştırmıştır gene.”
“ama hiç güvenli değil böyle, dikkat etseniz azıcık”
“ediyom ağabey etmez miyim, ama merak etme yenge evde yok zaten”
“yaa?” (e araba kapıda?)
“valla süslenmiş çıkıyordu ben öğle servisini yaparken. Kapıda burun buruna geldik. ‘Ekmek lazım mı abla?’ dedim, ‘bana bi’taksi söylesene duraktan’ dedi. Ben de hemen bizim Mahmut emmi’yi aradım. Hemen şu ileriki durak bilirsin… ”
“tamam, Mehmet Efendi sağolasın” (içmeye çıktı demek, taksi söylediğine göre…)
“elindeki çiçekleri sepete bırak istersen, ben göz kulak olurum bi’şey olmaz.”
“tabi tabi, haydi kolay gelsin sana”

Elindeki çiçekleri çöpe atmaktı niyeti ya, şu Mehmet efendi’nin ağzına laf vermektense, kapıya bırakmayı tercih ederdi. O çiçekleri bırakıp gidene kadar gözünü üstünden ayırmazdı zaten. Kapısına asılı sepete önce çiçekleri, çiçeklerin önüne de kitabı yerleştirdi. Neyse ki kitap yanındaydı. “Al bebeklerini ver misketlerimi” derdi arayıp sorarsa. O koşa koşa kapısına gelirken, hanfendi gece gezmelerine çıkıyordu demek ki. Arabayı bile almadığına göre eve de dönmezdi. Bütün gece eğlenip, ertesi sabah işe gitmek de yapmadığı şey değildi zaten. Hatta belki de ofisteki yeni çocukla bile çıkmış olabilirdi. Kontağı çevirirken “yokluğuyla inatlaşmaya değmezmiş” dedi.


---


Kapının önündeki çiçekleri görünce yüreği ağzına geldi. Kitabı da oradaydı. Ne demekti bu? “Al bebeklerini çek git” demek istiyorsa bu çiçekler neyin nesiydi? Anahtarlarını bulamadı bir türlü. Cebinden telefonunu çıkardı. 17.30du saati. Aradı. Meşgul.

Kapının önündeki puzzle kutusunu görünce yüreği ağzına geldi. Kapağını açıp baktı, herhalde tüm parçaları içindeydi. Nasılda zor birleştirmişlerdi oysaki. Ne demekti bu? “parçalandık” mı demek istiyordu, “gel yeniden birleştirelim parçalarımızı” mı? Anahtarlarını kapının dışında unutup kapıyı kapattı. Cebinden telefonunu çıkardı. Aradı. Meşgul. Kırmızı tuşa basınca ekranda saati gördü. 17.30.

Tam yeniden aramaya başlayacakken telefonu çalmaya başladı. Ekrandaki fotoğrafı görünce güldü.

“Sevgilimm”
“Pis serseri gelmeden önce niye aramadın? Günlerdir seni bekliyorum ben!”
“Sen niye aramadıysan ondan aramadım”

Güldüler.

“Festivalde kaçırdığın filme iki kişilik biletim var, 18.30a yetişir miyiz dersin?”


Filme yetişemediler...
Saatleri dünya saati değildi belki.
Belki de yetişmek istemediler.


5 akıllı çıkaramadı:

beenmaya 21 Ekim 2008 10:15  

filme yetişmek mi dedin. kimin umurunda. birbirlerine yetiştiler ya...:))

gülçin 21 Ekim 2008 11:17  

amaaan dünya zamanı dediğin nedir ki :)))

mahallenin delisi 21 Ekim 2008 20:36  

beenmaya; hiç niyetim yoktu aslında. son anda mutlu sona erdiler =P

gülçin; diğ mi ya? mühim olan aşkın zamanı/zamanlaması =))

egemavisi 2 Kasım 2008 09:39  

Mutlu sonlara bayılıyorum. :)

mahallenin delisi 2 Kasım 2008 10:33  

egemavisi; her masal mutlu sonla bitiyor da, hikayelerin ancak bir kaçı mutlu sona erebiliyor işte...

doradoraa [at] gmail [nokta] com

ne güzel demişleR

deli saçması

  © Free Blogger Templates Blogger Theme II by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP