Cumartesi, Eylül 12, 2009

biR ölüm, saRı siyah


Bu bir hikayeMsi olsun yine. Ne kadarını benim yaşadığımı, ne kadarını diğerlerimin uydurduğunu kimse bilmesin. Ben bile hatırlamayayım artık. Uykularım kaçmasın. Ne bir youtube karesi olsun, ne de tek bir link olsun gerçeğe uzanan. İsmini bile hatırlamayalım hatta “o kadın” olsun yine sadece. Yok bu kez “Genç bayan” olsun. Yağmurlu bir Salı sabahı olsun.

Ama yok bu bir hikayeMsi olsun demiştik değil mi, öyle olsun.

“19 yaşındaydı ve hayallerine diğerlerinden bir adım daha yakındı” diyordu televizyondaki ses onun için. Diğer 6sı zaten senelerdir işçiydi de, o hem 19 yaşındaydı, hem de stajyer modelistti. Konfeksiyoncu olmayacaktı yani büyüyünce, hayalleri vardı. Ama 19 yaşındaki her genç bayan gibi biraz kıskanç biraz dedikoducuydu o da.
O, işe 2 mahalle ötedeki evinden yürüyerek gelirken, her sabah klimalı, siyah camlı servis minibüslerinden inen diğerlerini görürdü. Servislerin siyah camından bakardı aynadaki aksine. “Benim neyim eksik” derdi muhtemelen içinden. Arkadaşlarıyla yan yana olunca laf bile atardı “mahallenin sosyeteleri geldi” diye.

Siyah camlı klimalı minibüslerle gelenler, onların fabrikanın önündeki simitçiden simit almak için servisi durdururdu. Tıkır tıkır topuklarının üzerinde 4-5 adım atar, ‘2 simit lütfen’ derlerdi. Simitçi Fatma abla 2 simidi poşede koyarken, iphone’undan iş arkadaşını arar “canım simit alıyorum aşağıdan, aa onlarda mı erken gelmiş, e terasta masa tutun o zaman geliyorum” deyip telefonu kapatırken, “Ay şey 5 olsun simitler” der, 20 lira verir paranın üstünü saymadan alır, yine servise binerdi. Fabrikayla kendi iş yerinin arasında 300 m. yoktu ama güvenlik şefinin talimatı vardı, bütün servisler kapıdan giriş yaptıktan sonra personeli bırakacaktı. Klimalı servisin şoförleri talimata harfiyen uyar, simit alanların servise binmesini bekler, 300 m. sonra yine indirirdi.

O, topukları tıkır tıkır giden kızın arkasında bakar, “1 simitte bana versene Fatma abla” der ve “75 kuruştu di mi?”, diye her sabah sorardı. Kim bilir belki de bir sabah indirim yapacağını düşünürdü Fatma ablanın, elindeki 2 yirmibeş, 2 on, 1 de beş kuruşu tek tek sayarken. Simitin ucundan ısırırken kızın elindeki telefonu akşamki dizi de Bihter’in elinde gördüğünü hatırlar, iç çekerdi. O daha 19 yaşındaydı ve hayalleri vardı.

O sabah 19 yaşındaki genç bayan evden çıkarken çok yağmur vardı. Fabrikadan aradılar. ‘Bugün yürüme çok yağmur var, servisle aldıracağız seni’ dediler. Annesinin televizyonda söylediğine göre kırık bir şemsiyeyle çıktı yola. Servisten sağ çıkan arkadaşının söylediğine göre “bahçeye geldiğimizde yerlerde 1 karış su vardı, terlikle çıkmışlardı, ayakları ıslanmasın diye yağmur dindikten sonra ineriz dediler ve kapıları kapadılar.”

Klimalı servistekiler her sabah şirket kavşağında radyonun sesini sonuna kadar açan şoförün bulduğu bir türküyle gözlerini açtılar. Evden çıkarken hiç birinin oralarda damla yağmur yoktu. “Göl olmuş buralar yaa” diye gözlerindeki çapakları silerken, arka koltuktan bir zeynep seslendi “aman İsmail ağbi, bizi arka kapıdan bırak beyaz converse’lerle çıktık evden, madara olmayalım” diğer Zeynep başını çevirip ters ters baktı. İsmail ağbi “bu işte bir bokluk var” deyip şirket yoluna girmeden sokağın başındaki benziciye çekti arabayı. Birkaç saat sonra zeynep’lerin yerinde özlem o benzcide olacaktı.

Şoför İsmail ağabey, servis sorumlularını aradı. Ulaşamadı. Biraz oyalandı. Bir sigara yaktı. 30 saniye dışarı çıktı. Bütün gömleği sırılsıklam geri geldi. Çalan telefonunu açtı. “Yok ağmirim çok şükür canımız sağ, personel sağlıklı, araçta sorun yok.” Neler oluyordu, anlayamadan bir dalga geldi. Klimalı servis savruldu.

Sonrası... Sonrası bütün değil. Çamurlu kareler, ıslak elbiseler, titreyen çeneler, ağlayan gözler, sürüklenen arabalar, çöp kutuları, suda savrulan ölü koyunlar, ‘hayır hayır fare değil onlar’ çığlıkları, akıntı, dalgalı güçlü bir akıntı. Ve soğuk. Ve baltalı bir adam ve beyaz bir servis ve kalabalık. Aa kameralar. N’olmuş. Serviste birileri mi boğulmuş. İstanbul’un orta yerinde adam mı boğulurmuş?

Özlem o benzincide beyaz bir örtünün altında yatıyordu. İstanbul’un orta yerinde bir servisin içinde boğulmuştu. Servisle gidip gelmezdi işe Özlem. En fazla klimalı servislerdeki diğer kızlara özenir, ben de bir gün derdi. Klimalı servistekiler beyaz converse’lerini düşünürken o canıyla boğuşuyordu. Ölümünün kalabalığı kendisini eve götürecek taksiyi bekleyen zeynep’in iphone’una bir fotoğraf karesi oldu. Bir başka Zeynep’in kabusu. Serviste ölen Zeynep’te olabilirdi. Değildi. Verilmiş sadakası mı vardı? Peki Özlem’in ne suçu vardı?

Bunu hikayeMsi yapan... bir video olsaydı keşke.
Keşke “bluetootunu açta şu kalabalığın fotoğrafını atayım sana” demeseydi hiç zeynep.
Keşke ben ertesi gün bir gazete manşetinde aynı karenin az biraz zoomlanmışını görmeseydim hiç.

Keşke ölmeseydi Özlem.
Keşke klimalı servislerde çizimlerinin son rötuşlarını yapıp sunuma/toplantıya yetişeceği sabahlara uyansaydı Özlem.

Keşke...

doradoraa [at] gmail [nokta] com

ne güzel demişleR

deli saçması

  © Free Blogger Templates Blogger Theme II by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP