Cumartesi, Ekim 24, 2009

nihayet, ama bu niye kıRmızı değil ?!

tarih: 24 ekim 2009

10 gündür yaşadıklarımı tek tek yazsaydım keşke. Keşke değil aslında yazabilseydim yazardım zaten. Daha neler yaşadığımı bile anlamamışken onları yazmak fikri şu an bile çok ütopik geliyor. Ama deneyeceğim. Çünkü bunlar yazılmalı, hatırlanmalı.

Dün beni azarlayan hukuk profesörünün söyledikleri bir işe yarasın bari. Sistematik bir şekilde ifade edeyim yaşadıklarımı. Bakalım neye benzeyecek:

Önce babam. Konuştuk tabi. Bir cumartesi sabahı kahvaltı sonrası:
-sen niye gitmeden annenlerle?
-yok baba ben öğleden sonra işe gideceğim yine.
-senin bu esnek çalışma saatleri iyice esnedi bakıyorum. benim bildiğim cumartesi öğlene kadar çalışılır, sen öğleden sonra gidiyorsun.
-e baba böyle olmasa okulu idare edemem.
-olsun çıksaydın annenlerle, kardeşin işe bırakırdı seni.
-gerek yok baba. hem ben seninle bi'şey konuşmak istiyorum.

bunu söylediğimde, gazetesini almış, gözlüğünü takmış, kanepeye henüz oturmuştu. nasıl bir tonla söylediysem artık önce yüzünden bir sarı yeşil dalga geçti. döndü baktı. suratımda nasıl bir ifade vardı kimbilir, gözlerinden bir acayip hüzün, heyecan, korku geçti... televizyonu kapatmak için kumandaya uzandı. kapattığı sadece uyduydu, tv.den cazur cuzur bir ses yükseldi. gayri ihtiyarı yeniden açtı uyduyu, ekrana çizgi film geri geldi. televizyonun kumandasına bakındı, göremedi. iyice rahatsız oldu. 'ee söyle bakalım' gibi bi'şeyler geveledi, tv.nin sesini kısmaya çalışırken.

o kadar hazırlanmama rağmen yine başlayamadım konuşmaya. babam iyice gerildi. bu gerginlik sayesinde babama evleneceğimi söyleyeceğim günün provasını da yapmış olduk.
sonrasında iki lafı bir araya getirip derdimi anlattım.

-ee ne istiyorsun peki benden?

bi'sürü şey söylemesini bekliyordum da, böyle bir soru beklemiyordum işte. apıştım.

-desteğini baba! derken sesim titriyordu.

uzandı, koynuna çekti beni. duymayı beklediğim her şeyi söyledi. gözleri doldu galiba, çaktırmadı. "dağıldık" dedi. "geç kaldın" dedi. dedi... dedi...

annemi çekiştirdik yine beraber. kızdı... kızdı... aklına geldikçe daha çok kızdı.

kızım ben hayatta olduğum sürece, ben hayatta olmasam bile senin her konuda desteğin olacağım diye başladı. "peki sen ne yapmak istiyorsun?" diye bitirdi. bu milli piyango gibi bi'şey dedim, çok büyük ve önemli bir fırsat dedim... daha diyecektim de, tamam ne gerekiyorsa yap dedi.

yapılacak öyle çok iş var ki. dün evraklarımı gönderdim Ankara'ya. 2 kasıma kadar evraklar incelenecek ve bize kesin sonuçlarla ilgili borçlanma senetleri gönderilmeye başlanacak. peki ben evrak gönderirken ne yaptım? eksik evrak gönderdim!

böyle bir konuda, nasıl böyle bir dikkatsizlik yaptım, aklım almıyor. neden aklım almıyor, çünkü aklım bir karış havada? neden aklım bir karış havada?
çünkü galiba bir ilişkim var bugünlerde.
çünkü galiba bir ilişkim var artık.

cık cümleyi nasıl evirirsem evireyim, duygularımdan bahsedemiyorum. ancak bir durum tespiti yapabiliyorum. ilişki yaşama durumu.

peki şimdi nereden çıktı bu adam? ne işi var aklımda, ne arar elleri saçlarımda, dudakları dudaklarımda? 2 yıldır canım gülümken, şimdi mi geldi aklına, aklıma, aklımıza sevgili olmak?

onunla olduğum anlar dışında, her şey bir garip. kimselere anlatamadım daha. yazayım diyorum, nerede başladığını ben bile bilmiyorum ki bir başlangıç bulayım. onu tanıdığım günden bugüne hakkında 6 yazı yazmışım, hepsi taslakta kalmış. hepsi de eğlenceli anlar...

2 yıldır tanışıyoruz, tanıştığımızda bir sevgilisi vardı, o yüzden kafadan kategori dışıydı kendisi. biraz birlikte çalıştık, biraz farklı birimlerde ama irtibatı hiç koparmadık. birlikte yedik, eğlendik, içtik, sevişircesine dans ettik, hep şirket partilerinin en eğlenceli grubunun en eğlenen 2 kişisi olduk. başbaşa da çok çıktık. daha birkaç ay önce beni aldatan adamların ortak özelliklerini sıralıyorduk, 1 ay öncesine kadar, eski sevgilisinin tekrar kendisiyle yatmak için yaptığı oyunları konuşuyorduk. 1 hafta bir gece yarısı kahkalar içinde evlenip amerikaya birlikte gitmeye karar verdik ve 4 gün önce istanbul'un en güzel manzaralarından birine karşı yine bir bira patates keyfinin ortasında, ben "ya ben nasıl bırakıp gidereceğim bu şehri" diye şapşal şapşal sızlanırken...

işten erkek kaçmıştık, derse gitmemiştim, boğaza karşı, vızır vızır vapurları ve koşturan insanları ve gün batımını izliyorduk, üçüncü biralara "her şey olacağına varır" diyerek başlamıştık. bir gitar, bir de yan flütle 90ların en güzel aşk şarkılarını çalıyordu 2 genç adam. birden "gittiğin yerler nasıl bilinmez güzelim" diye başladı solist. "aa" dedim "çok severim ben bu şarkıyı". güldü, benimle birlikte ezbere söyledi. "bu sabah yine her sabahki gibi sıkıldım istanbul'dan" deyince akıverdi gözüme dolan yaşlar. yan yana oturuyorduk. kolunu arkamdaki koltuğa uzatmıştı. peçeteyle gözlerimi temizleyince "ağlıyor musun?" dedi şaşkınca. döndüm, gülmeye çalıştım, beceremedim. "omzuna yaslanabilir miyim dedim?" (ki bu sorunun bir gün başıma iş açacağı belliydi) güldü. ne cevap verdi hatırlamıyorum, omzuna yaslandım. gün batıyordu, gökyüzü rengarenkti, birazdan köprünün ışıkları yanacaktı, kocaman gemiler, bisikletler gibi hızlı manevralar yapıyordu. şarkı bitmişti. serin bir rüzgar esti. saçlarım gözüme girdi. elleriyle saçlarımı düzeltti. hafifçe alnıma değdi parmakları. "hayır" dedim içimden "sakın yüzüme dokunmasın." rüzgar yeniden esti. yine dağıldı saçlarım. kapattım gözlerimi. sadece saçlarımı düzeltmedi bu kez, yanaklarımı okşadı, gözyaşlarımı yokladı, çenemden tutup hafifçe çekti başımı, burnumun üstüne küçücük bir öpücük kondurdu. daha önce de böyle öpmüştü, tehlikesiz olabilirdi eğer gözlerim hala kapalı olmasaydı. rüzgarın sesini duydum hafiften, bir melodi vardı ama çok uzaktı sanki, seçemedim. derin bir nefes alıp kalkacaktım omzundan. o derin nefeste, o'nun nefesi vardı. kalkamadım. kalkmadım.

sıcacık bir öpüştü dudağımdaki...
ansız, zamansız, plansız yepyeni bir başlangıçtı hayatımdaki...

tarih: 3 kasım 2009
to be continued

5 akıllı çıkaramadı:

S 3 Kasım 2009 12:38  

yaaaaaa..

icimi urpertti yazi. o kadar guclu yaziyorsun ki. bitmesin isteyerek okuyorum her seferinde.

!reDanDark! 4 Kasım 2009 23:07  

vaoovv...:)

Herşeyin bir zamanı olduğuna inandırdı hayat bani , yaşadığım herşeyin bi anlamı olduğuna..
şaşirma güzelim yaşadıklarına:)

mahallenin delisi 5 Kasım 2009 01:15  

fakeangel; hakkaten yarım bırakmışım yazıyı, okuyunca ben bile "ee?" dedim =))

!reDanDark!; her şeyin bir zamanı olduğuna ben de çok inanırım da bu "zamansız ilişki" fena korkutuyor beni :)

torkunc 22 Kasım 2009 00:14  

yorumunuzu bırakın dıye baskı yapıyor hemen ustumdekı gardıyan kılıklı emır kıpı cumle. ıcerı gırerken metal esyalarınızı, kapıya egonuzu, aha suracıga da yormunuzu bırakın.
yasanmadan yazılmıyor, yasananlar ıse yasandıgı gıbı yazılamıyor. Yazarken yasananlar, yasanırken yazılacagı hıssedılenler... bır de es dost okumasa su yazılanları... Ne de guzel olurdu. Yaptık bırhata; okuyacaklar artık ne gam...

mahallenin delisi 24 Kasım 2009 01:06  

torkunç; hiç fark etmemişim o emir cümlesini bugüne kadar. ilk fırsatta bakacağım ayarlarına. egomuzu bırakmaktan çok daha kolay aslında yorumumuzu bırakmak, gerçi bi'şeyleri "bırakmak" hep zor... toplayamadım şimdi...

yazdıklarımın yaşadıklarımdan olması normalde, nasıl oluyorda yazdıklarım bir süre sonra yaşadıklarım oluveriyor ona şaşırıyorum her seferinde. ve sevgilimin gözü önünde kendimi sansürlemeden yazmaya devam edebildiğime şaşırıyorum. ve merak ediyorum ne kadar sürer acaba bu?

doradoraa [at] gmail [nokta] com

ne güzel demişleR

deli saçması

  © Free Blogger Templates Blogger Theme II by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP