Çarşamba, Ocak 27, 2010

nicediR laci


Şu hayat dedikleri kesinlikle özetlenebilir bir şey değil. Ya da bana öyle geliyor. 'Hayatım film olur' derler ya benim hayatım olsa olsa kısa film. Başrolde şu üstünde oturduğum sandalye, şu içine bakıp durduğum siyah çerçeveli ekran. Başrolüne kendimi koyabildiğim bir hayatım bile yok demek ki benim.

O yüzden yazıyorum herhalde. Bir gün;

Vuruldu, kırıldı, duruldu birkaç kere
Yazılıdır hepsi hikâyede diyebilmek için.

Aynı şarkıyı dinliyorum hala hala hala. En mutlu olmam gereken günlerimde, bu sandalyeye oturmuş, ağlak hikâyeler yazıyorum hala.

Çünkü hayat özetlenebilir bir şey değil. Ya da ben o kadar kabiliyetli değilim.

Aslında kabiliyet meselesi de değil bu. Ankara’daki toplantıdan sonra, İstanbul’a Büyükada’ya döndüğümü. Orada sevgilimle 4 günlük bir tatil yaptığımızı ve evlenme teklifi aldığımı ve kabul ettiğimi ve O’na, üstelik O’nun en sarhoş haline bir kere daha âşık olduğumu anlatabilirdim belki. Eğer sevgilim döndükten bir gün sonra, lastiği patlayıp 2 takla atan bir servis aracından yola fırlamasaydı.



Hatta belki bunu bile anlatıp bir hikâye haline getirebilirdim. Bariyerin dibindeyken arayıp, “sakın merak etme beni, iyiyim ben ama araç kaza yaptı, ağabeyimle, orhan geliyor beni almaya şimdi” deyişini, O’nun “ben iyiyim” diyen sesi hayatımda duyduğum en acı içindeki seslerden biriyken ve arkadan birileri “lan olum bu haline iyi mi diyorsun sen” derken, içimden geçenleri, gece boyu hiç uyumadan O’ndan bir haber almayı çaresizce nasıl beklediğimi, nihayet tetkikleri bittikten sonra konuştuğumuzda “bu gece de ölmedim ya, seni almadan ölmem, merak etme” deyişini ve benim bunun üzerine dualarla ve şükürlerle nasıl saatlerce ağladığımı bile yazabilirdim belki. Hasta yatağında “bak kızım ben seni seviyorum, hayatımı seninle geçirmek istiyorum ve bunu herkese ilan ettim ama sen hala ailene bile söylemedin, nikâhın özü ilan etmektir” diye beni azarlayışını da anlatabilirdim, bir cumartesi sabahı yatağımın üzerinde oturmuş “sen hala iyileşmedin mi?” diyen babama “baba beni istemeye gelmek istiyorlar” deyişimi de yazabilirdim. Eğer Sevgilimin omurgasındaki L1 kemiğinin kırık olduğunu ve yaklaşık 1,5 - 2 ay çelik korse takması gerektiğini kazadan 10 gün sonra fark etmemiş olsaydık

Tüm bunları anlatsaydım o zaman, bu hikâyede bir eksik olduğunu da sezerdim mutlaka. Benim parmağımdaki tek taş göstere göstere kimseye ama hiç kimseye çığlık çığlığa “ben evleniyorum” demediği, diyemediğimi hatta telefonda bile söylemediğimi bugünden önce fark etmiş olurdum belki...

Aslında her şeye rağmen yazabilirdim, hani aylardan sonra defterime yazdığım gibi. “Yeni yıla yepyeni bir kararla girdim. Ve yepyeni ve musmutlu bir hayatım olacak artık. İnanıyorum ve biliyorum bunu” diyebilirdim. Eğer babam ve annem beni karşılarını alıp : “ biz bu evliliği onaylamıyoruz, çok istiyorsanız nişanlanın sen git gel Amerika’ya sonra evlenip yaşayacağınız şehre yerleşirsiniz ama gitmeden evlenmeyin, bunu otur iyice düşün” dememiş olsalardı... Onlar karşıma geçip yaşadıklarımı eski türk filmlerindeki “zengin kız-fakir oğlan” kıvamına getirmeselerdi eğer yaşadığım bütün mutlu anları, korkulu anları, heyecanları her şeyi yazabilirdim...

Devam ettiğim kursla ilgili aksilikler dizimin boyunu aşmışken, 2011 için beni alacak tek bir üniversite bile bulamamışken, başvuru süreçlerini nikah, evlilik ve soyadı değişikliği gibi bürokratik angaryalar nasıl etkileyecek hiçbir fikrim yokken, yol alabilmemiz tamamen benim okul takvimime bağlıyken ve ben tek bir adım bile ilerleyemezken ve sevdiğim adam ağrılar içinde hasta yatağında yatarken bile yazabilirdim olan biteni. Eğer babam karşıma geçip o söylediklerini söylememiş olsaydı...

Şimdiyse böyle boş boş ekrana bakıyorum. Tek istediğim bana objektif sorular sorulması iken karşımdaki hala “peki bu durum sana tam olarak ne hissettiriyor” diyor. Bana sorulan doğru bir soru değilken, doğru bir cevap buluyorum içimde. Üzülerek itiraf ediyorum kendime, “aslında gitmek istememdeki asıl amacın, gitmek olmadığını” sadece “burada kalmak istemediğimi”. Ve burada kalmak istemeyişimin asıl sebebini ararken bir başka gereksiz soru geliyor. Duymuyorum, dinlemiyorum. Eve doğru yürürken “vazgeçebileceğimi” fark ediyorum şaşkınla. Çünkü gerçekten istediğim şeyin aslında “bu” değil “o” olduğunu anlıyorum. Yine de hala doğru sorulara ihtiyacım var benim. Kafamdaki soru işaretlerinin doğru yanıtları içimde biliyorum. Birilerinin kafamdakileri yanıtlayacak doğru sorular sorması gerekiyor sadece. S. cim arıyorum teli kapalı. Ö. yü arıyorum en son yılbaşında görüşmüştük, ona da ulaşılamıyor. Kızlar hala evleneceğimi bilmiyor. Babam hala düşündüğümü sanıyor. Ve ben sevgilime nerede olduğum konusunda doğruyu söylemiyorum. Bugün de yalnız bırakıyorum O’nu. Bana iyi gelen, en iyi gelen tek kişi o’yken üstelik. O’nu yormamak, O’nu üzmemek ve dahası O’nu şüphelendirmemek için... Bana “doğru yerdesin” demişti belki kendi bile hatırlamaz. Doğru yerde olduğumu biliyorum. Bunu birilerine, bunu babama ispat edecek zorunda kalmak üzüyor beni.


“Bu yalnızlığı hak edecek ne yaptım ben?” diye sormuştum aynaya, Pazar gecesi ağlarken. Yazmak yeni bir cevabı bulmamı sağladı şimdi, tam da şu anda. Daha önce de sormuştum bu soruyu hatırlıyorum, eski ajandaları çıkarıp bakıyorum.

İlk soruşum, sobası yanmayan soğuk bir odada, yalnız başıma bir çizgi filme bakarak, karşı komşunun getirdiği tek tas çorbayla oruç açtığım yağmurlu bir gündü. Bunu takip eden dönem çift anadala başlamıştım. İkinci soruşum şirketteki terfiyi alamadığımı öğrendiğim yani mezuniyetimden bu yana hiçbir baltaya sap olamadığımın tescillendiği gündü. Hemen ardından canımı dişime takıp ales’e çalıştığımı, bursa başvurduğumu ve yüksek lisansa kabul edildiğimi ve bursu kazandığımı fark ediyorum bugün.
Pazar gecesi bu soruyu kendime sorduğumda, daha önce de sormuş olduğumu bile hatırlamıyordum. Şimdi bu sorunun bana yepyeni bir kapı açacağını, beni yepyeni bir başlangıca götüreceğini biliyorum. Üstelik bu kez yalnız değilim!

Bir adam var artık; En az kendim kadar inandığım, en az babama güvendiğim kadar güvendiğim... Bir adam var artık; “İyi ki” dedirten. “İyi ki geldin” “İyi ki sen geldin” “Hoşgeldin” dedirten...

Hayat özetlenebilir bir şey değil...
Akışına bıraktım yaşıyorum O'nu.


10 akıllı çıkaramadı:

Öz 27 Ocak 2010 21:23  

hotmailine bak:)

ABİ 28 Ocak 2010 13:17  

hayat bu işte.
Hayatın özetlenebilir bir şey olmaması hayatın ta kendisi.

benim sevgi ve sempatim seninle beraber.

herşey iyi olacak.

cesur kedi 28 Ocak 2010 18:36  

Neler olmuş böyle M.D?
Şaşkınlıkla okudum ama neden bu karamsar mavidesin ki anlamadım. İstediklerin netken zor değil hiçbir şey.

hipokampus,  28 Ocak 2010 21:17  

Hoşgeldin.
Bu karmaşanın içinde hâlâ ayaktaysan ve hayatını sorgulayabiliyorsan ; üzülmene hiç gerek yok, doğru yoldasın ve sonunda bir şekilde mutluluğu yakalayacaksın. Ama - bunun söylemek için müneccim olmaya gerek yok- hayatın gelgitleri, iniş çıkışları herkes gibi senin için de geçerli maalesef ve onu yaşanır kılan da budur belki. "Mutlu pembe" , "neşeli turuncu" lu günlerde gelecek, emin ol! Yazmaya ve yaşamaya devam...

hep 2 Şubat 2010 18:46  

:( Çok geçmiş olsun sevdiceğine. Aileler hep böyledir, kim olursa olsun aday, çocuklarına layık bulamazlar. Canını sıkma, sen sevgiyi bulmuşsun,gerisi hallolur. Bol iyi şans.

mahallenin delisi 7 Şubat 2010 16:03  

Öz; ne iyi geldi seninle konuşmak =))

Abi; sevgiler karşılıklı güzel abim. hürmetler.

cesur kedi; hey nerelerdeydin sen kedi =)) şaşırdım görünce. biraz dağılsa şu bulutlar açılacak mavilerim de ton ton, az kaldı =))

Hipokampus; arada bir durulsam da ben hep buralarda olcağım sanırım. rengarenk hislerde olacak evet. nasıldı slogan "yola devam" :P

hep; umarım onları ikna etmek sandığımdan daha kolay olur yoksa... neyse yoksası yok. teşekkürler iyi dilekler için :)

cesur kedi 8 Şubat 2010 12:43  

M.D. hayatın derdi çilesi bitmiyor sürekli değişim kimi zaman duraklama hatta duraklamanın ne zaman biteceğini bilememe ve artık ne olacağım diye merak bile etmeme sonra aniden aynada kendine bakış ve kendine acıyış sonra tekrar toparlanmaya çalışıp bekleyiş. Bunları yaşadım bu devrede:)
Bakalım şubat ayı bizim ayımız ve astrologlara ilk kez bu yıl inanmak istiyorum zira bu sene 4-5 yıldır hayattan çekmekte olan kovaların kurtuluş yılıymış :P :))
Öpüyorum seni çok çok.

Berrin 9 Şubat 2010 15:14  

neler olmus boyle cok gecmıs olsun.
hadı bakalım bu sene bari kova yılı olsun:)

Namso Neglo 24 Şubat 2010 17:39  

Sevgili deli, çok güzel bir anlatım tarzın var. Tebrik ederim.

mahallenin delisi 27 Şubat 2010 10:59  

cesur kedi; 2010da kurtardık kurtardık diyosun, yoksa yine dibe çöküş =D
şubatta bitti bitiyor, var mı sende bir gelişme ;))

berrin; geçti artık çok şükür...sağolasın.
olacak olacak 2010da her şey bambaşka olacak =)

osman ölgen; buralarda yeni birileriyle tanışmayalı epey olmuştu. teşekkür ederim ilginize.

doradoraa [at] gmail [nokta] com

ne güzel demişleR

deli saçması

  © Free Blogger Templates Blogger Theme II by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP