Perşembe, Mayıs 10, 2012

çilekli beyaz

Pazartesi gününden beri, bir ferahlık, bir hafiflik, bir beyazlık var üzerimde ve beraberinde garip bir ruhsuzluk. Hani bu ferahlık, beraberinde bir neşe de getirir ya insana, o yok içimde. Bakışlarım donuk hala. Arada anneme gülüyorum kahkahalarla. Normalde kahkaha atmayacağım şeyler ama ben öyle büyük gülüşler saçınca annem de gülümseyiveriyor bana, dünyalar benim oluyor. Bugün mesela "aklını başına al" dedi. Öyle çok hoşuma gitti ve öylesine güldüm ki. Normalde "Perdeyi çek", "sesini kıs" gibi günlük rutinde en çok söylediği cümleleri bile "şeyi kapat şeyi", "küçük yap onu, küçük" diye ifade ediyorken; "aklını başına al" diye 3 kelimelik bir cümleyi bir nefeste, hiç yardım almadan, tam da duruma uygun şekilde söyleyince zevkten dört köşe oldum tabi. Duruma uygun olması da bana kızması. Laf nereden geldi hatırlamıyorum, anneanneme "kuşkonmaz alalım, hiç yemiyoruz" falan diyordum. Organik beslenmeyle kafayı bozduğum için, annem böyle soya filizi, maş fasülyesi, avakado, zerdeçal gibi abidik, gubidik sebze meyveleri duydukça önce bir "amaaaan zeynep" çekiyor, sonra da "yapma onu yapma yapma" diye tepkisini dile getiriyor. Ben kuşkonmazdan bahsedince de aynı şey oldu, önce yine uzun bir "aman kızııım" patlattı, ben de dönüp, "kuşkonmaz alıcam sana anne, ben amerika'da çok yiyiyordum ondan lezzetli bi'şey" deyince "aklını başına al ya, o ne öyle, yapma bana yapma" diye söylenmeye başladı. Canım benim ya.

Kemoterapinin 2. kürü başladı salı günü. Şu hastalığın en kötü tarafı, bizim için aynı zamanda tek iyi tarafı oldu. GBM kötü huylu bir tümör türü. Yani kanser. Hadi adını koyalım işte basbayağı "beyin kanseri" bu. Ama "beyin tümörü" lafı bile tek başına o kadar korkunç ki, hiçbir yerde, (literatürde bile) "beyin kanseri" dahası "kanser" sözcüğü geçmiyor. O yüzden annem ve anneannem dahil kimseye böyle bir açıklama yapmadık. Kemoterapi ilaçlarını alması da yaygın olarak bilinen serum yönteminden ziyade, küçük beyaz hapları yutması şeklinde olduğu için, ne kanser ne de kemoterapi sözcüğü literatürümüze hiç girmedi. Ve bu kelimelerin beraberinde getirdiği o pis, acıklı "negatif enerji" de evimize hiç uğramadı. Annemin, sadece "güç kaybı" olan sağ tarafı için bile "felç inmiş, felçli kalmış" diye birbirini dolduran komşuların ağzına "kanser olmuş, beyin kanseri ayyyy o nasıl şey kimbilir" laflarını vermediğim, komşuları siktir et; zaten kelimeleri hatırlayamadığı, kendini ifade edemediği için umudu kırılan ve  hareketleri kısıtlandığı için "ben yapamıyorum" diye üzülüp ağlayan anneme bir de "sen kansersin" hissiyatı yaşatmadığım için çok huzurluyum.

Yarın annemin doğum günü. Yani bugün. Büyük bir hediyem yok ona. Çünkü değil dışarı çıkmak, başka odaya geçip biraz ortadan kaybolsam, "nerede bu kız" diye söylenmeye başlıyor. Yarın ona yapacağım pasta dışında bir şeyim yok. Bir de "ben annemi sevmiyorum aslında" laflarıyla ortada dolaştığım günlerime inat, içime sığmayan, nasıl göstereceğimi bilemediğim kocaman SEVGİm.

Pasta ve sevgi...Bunların ikisinin bir araya geldiği bir başka doğum günü daha vardı-dı. -di 'li geçmiş zamanın hikayesi'ydi diğ mi bu? var-dı... Geçmiş bütün o zamanlar, hikaye mi değil mi, meçhul.

Olsun, bir tek ANNEM olsun, Bana bi'şey olmaz;



2 akıllı çıkaramadı:

Alexis 10 Mayıs 2012 01:35  

Çok geçmiş olsun, üzüldüm annen için..

Annelerimizi ne kadar çok sevdiğimizi geç anlıyoruz bence, olsun onlar bizi biliyor...

S 12 Haziran 2012 10:54  

hiç kaybetme umudunu ve pozitifliğini. gerçekten de en çok o etkili oluyor çünkü.

doradoraa [at] gmail [nokta] com

ne güzel demişleR

deli saçması

  © Free Blogger Templates Blogger Theme II by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP