Perşembe, Mart 29, 2007

siyah

Bir yalana ne kadar sıkı sarılabilir insan?
İnsanın hayatında artık kendisinin bile doğrusunu hatırlamadığı bir dönemi olabilir mi?
Bir yalan ne kadar yer kaplayabilir hayatın içinde?
Nereye kadar sürdürülebilir o yalan?
Bir ömür bir yalan üzerine kurulabilir mi yoksa hiçbir hafıza bunu sağlayacak kadar güçlü olamaz mı?

Read more...

Çarşamba, Mart 28, 2007

şizofRen mavisi


oysa ki daha bir kaç saat önce kendi kendimi yiyordum yine. "ne gerek var şimdi anlattın onunla ilgili anılarını" , " 'ben biliyorum bu hikâyenin sonunu' demeseydin n'olurdu sanki merak edeceğini biliyordun, tutuverseydin dilini" diye kızım kızım kızıyordum kendime. çok değil 3-4 saat önce hem de. sonra bambaşka bir sebeple açtığım word belgesine dökülen kelimeler, bittiğinde ki büyük rahatlık, arınmışlık ve beğeni "bunu bir başkasından okusaydım çok kıskanırdım aferin bana" kahvesi.

tam o anda açık olduğunu bile unuttuğum msnden gelen uyarı:
“... şimdi oturum açtı”


-sabahın 3ünde. bu saatte ne işi var burada.
-Çin’de mi acaba?
-evet kesin Çin’de, kaç gündür normal bi'saatte açmıyor zaten, şimdi burada sabahın 3ünde...
-kişisel iletimi değiştirsem mi acaba?
-ne gerek var çocuk gibi.
-yok yok sileceğim
-iyi sil, başka bi'şey yazma o zaman
-günaydın! yazayım sadece
-yazma bi'şey dedik işte gitme burnunun dikine
-günaydın!

amaaaaaan neyse ne; bu saatte uyanık insan nerede vardır, sözlükte! hemmen açalım, sol frame'de bir entry eski sevgilinin durduk yere araması (ve o entry'nin ardından sabaha kadar olanlar :)) "tam da bu geceye uygun söyleyecek 2 kelam lafım var aslında, keşke ben de..." aman neyse bir sözlük yazarlığım kusur, o da kalıversin. Ben en iyisi yazayım biraz daha, biraz daha, biraz daha...derken annemin çalar saati. vay be insanların işe gitme vakti gelmiş, ben de yatayım bari. tıkır tıkır açılıp kapanan, sonra tekrar açılan tekrar kapanan banyo kapısı, mutfak kapısı, musluk sesi, ocağın çakmağı, yeniden musluk sesi, açılıp kapanan dolap kapağı, çekmece, çatal bıçak sesi, bir anda harıl harıl çalışmayan başlayan bilgisayar belleği, yanıp sönen modem ışığı, "allah allah bi'tek e-mule açık değil miydi niye coştu bu alet şimdi" merakı, ayak sesleri yatak odasına doğru, sonra yeniden mutfağa doğru,

, ........ ,

bu kez kapanan kapı hangi odanın bilmiyorum, içim geçmiş, "hadi iyi günler canım" annemin sesi, kapanan dış kapı. babam çıktı, annem namazını kılar şimdi, banyo kapısı sesi bekliyorum ama kapanan yatak odası kapısı, kılmış herhalde. ezanı da duymadım oysa. ısrarla yanıp sönen modem ışıkları, "bu eşek ne yüklüyor böyle yahu", gözüm karanlığa alışmış bile ekrana bakamıyorum önce, ışıklar yanılttı gözümü sanıyorum ama değil aşağıda yanan turuncu ışık, konuşma penceresi açmış, herhalde hala uyuyorum, bakalım ne yazmış, sakinim, kıpır kıpır hoplamıyor yüreğim eskisi gibi,

-günaydın. Sabahın bu saatinde ne yapıyorsun? uyku mu tutmadı?

yarım saatten fazla olmuş yazalı, cevap yazmasam benimle ilgili hiç bi'şeyi bilmemeli kararım gereği,
-saçmalama kızım, niye silmedin o zaman bunca zamandır listenden, üstelik msn iletisini değiştiren de ben değilim hatırlatırım,
-salak sendin tabi, kendi kendime düşünüyorum ben, sen benim iç sesimsin.
-belki de sen benim dış sesimsin hiç düşündün mü bunu
-?!

-günaydın, bi'şeyler yazıyordum kaptırmışım öyle...
“... ileti yazıyor”

-iyi ne güzel ben Shang hai dayım burada saat 11:05
- :) ne güzel
-ya

konuşuyoruz, biz konuşuyoruz! aylar sonra ilk kez iletişim kuruyoruz, o dandik kutlama smslerinden sonra ilk kez karşılıklı konuşuyoruz.
-farkında mısın sıra sende bi'şey söylemen lazım iletişim kurabilmek için
-vay be, artık biz de sıralı ilişkiler insanı olduk değil mi? bunu bi'ara yazabilirim bak, sıralı ilişkiler...
-cevap vermeyeceksin anlaşılan
-ne demeli?

(zaten çok severim sabah ezanını bu kez daha da anlamlı)

-burada sabah ezanı okunuyor şimdi

oh be sıra yine O'na geçti. bilir ne kadar sevdiğimi sabah ezanını.

(annem kalkıyor, tıkırtılarımı duymasa bari kapı da aralık kalmış, tıkırtıları duymasa ekrandan vuran aydınlığı fark edip açar kapıyı, en iyisi monitörü kapamak) (abdest almadığına göre almış önceden, namazını kılıp yatar herhalde yine, dün de yorgunum diyordu zaten) (yatıyor yeniden)

ekranı açıyorum. 2 dakika olmuş yazalı. demek arada geçen aşağı yukarı 4 rekatlık zamanda O'da bilememiş ne diyeceğini, düşünmüş.
-kızım çocuk iş yapıyor orada, seninle muhabbet etmeye gitmedi herhalde, işi vardır ondan yazamamıştır
-bak bu da ilginç değil mi sence? bende, O'da indirdik kalkanlarımızı bunca ay sonra bu gece O merhaba dedi, ben de pat diye cevap verdim.
-seni takip edemiyorum
-şımarık şey, iyi ki ingilizce çalışmaya başladın bu ara, diyorum ki O kilometrelerce uzakta olduğu için selam verdi bana, ben de sabahın körü olduğu için.
-şimdi de cevap ver istersen çocuk gidiyorum diyor.

-kendine iyi bak. ben şimdi odadan çıkıyorum. aşağıya şirket gelmiş.daha sonra kaldığımız yerden devam ederiz. -hoşçakal
“... çevrimdışı görünüyor. gönderdiğiniz iletiler bir oturum açtığında teslim edilecektir.”

-e daha soğuk olamazdın yani bi'tek hoşçakal mı denir, sen de deseydin ya 'kendine iyi bak oralarda' diye. eline mi yapışırdı.
-herhalde otelde kalıyor, odadan çıkıyorum dediğine göre, aşağıya şirket gelmiş ne demek, lobiye inecek olmalı. evet evet otelde kalıyor tabi ki. o iş yaptıkları miss bilmem neyle evlenmeye gitmedi herhalde. oteldedir.
-ya nerdeyse nerde, ne fark eder senin için
-etmez di mi? hem 'sonra devam ederiz bıraktığımız yerden' dedi. ne demek bu. kayda değer bi’şey konuşmadık ki oysa, bi’daha çevrimiçi olduğunda nerden devam edeceğiz, sabah ezanından mı?
-of bazen sahiden aptallaşıyorsun sen!
-sensin sen!



kimsin sen?

Read more...

Salı, Mart 27, 2007

masmavi

ne gerek var bu kadar kısıtlamaya acaba. son bi'kaç aydır O'nunla ilgili yazmamak konuşmamak düşünmemek için her şeyi yapıyorum. ayık ya da değil fark etmez, sarhoşken bile bilinçaltımı, alt beynimi kontrol etmeye çalışıyorum. ne gerek var halbuki, daha fazla bastırıyorum böyle yaparak. O'nu geriye ite ite daha büyük bir patlamaya zemin hazırlıyorum sadece, başka bir işe yaramıyor yaptıklarım.

şimdi nereden çıktı bu? geçen geceden. nicedir yazamadığım roman(ımsı) tıkır tıkır dökülünce klavyeden -ki normalde bilgisayarda yazmam- ve ilham kaynağımın, tetikleyenimin O olduğunu fark edince/kendime itiraf edince anladım ki, gizlemeye çalışmanın kimseye bir faydası yok. hele bana hiç yok. sonuçta O da, çocukluğum gibi, okul yıllarım gibi bir parçası hayatımın. en az diğer parçalar kadar mühim yer kaplıyor beynimde ve yüreğimde. bugün büyüdüm diyorsam, payı o kadar büyük ki... evet bitmemeliydi en azından bu şekilde bitmemeliydi ama gidişi bile hiç yaşamadığım bir deneyim oldu. bir ilki daha onunla yaşamış oldum. giderken bile bir başka yaşanmışlık (ne biçim bi'kelime bu ya) bıraktı bana. terk edilmek böyle oluyormuş demek, bunu da sayesinde öğrendim.

bu kadar basit işte. niye abartıyorum ki? yorgunluğumun ve O'nun canını acıtmak için duyduğum hırsın asıl sebeplerini de bildiğime göre, neden bu kadar fazla kontrol ediyorum kendimi. rahatla, düşüneceksen düşün, yazacaksan yaz, ağlayacaksan ağla, her şey nasılsa olacağına varıyor hayatta.

en basit hayat kanunu değil mi bu (yoksa bu da mı murphy'nin marifeti): iş ararken bulamazsın, bir işe “evet” dersin 99 tane teklif gelir, aylarca “ben yalnızım çok yalnızım” diye gezersin, tam birine "galiba bu o" dersin, aynı günlerde 3 tane daha adam çıkar "yoksa bu o mu?" dedirten, günlerce beklersin telefonun çalmasını, alo dediğin anda sesinin nasıl çıkacağının bile denemelerini yaparsın defalarca, telefonla yatar telefonla kalkarsın, ne zaman ki unutursun öyle bir telefon beklediğini, kalabalık bi'yerde neşe içinde arayan numaraya bile bakmadan açarsın telefonu, beklediğin sestir alo diyen...

tam da bu yüzden beklentileri minimumda tutmak lazım, her türlü ilişkide. beklentisiz ilişkilerin insanı olmak lazım. en azından beklemek ama o beklentiyi arzın merkezine yerleştirmemek lazım. geçen gece işte, beklediğim en son şey bile değildi bana "merhaba" demesi, öyle olsa kasadan gelen o harıl hurul sesleri duyduğum an, "kesin bana selam verdi" der açardım ekranı, ve eğer heyecanla böyle yapsaydım kesin bambaşka birinin selamıyla ya da alakasız bir virüs uyarısıyla karşılaşırdım....diyeceğim o ki, bu kadar kontrol delisi olmamak lazım, akışına bırakmak lazım unutmak için ve de inanmak lazım masal olmak için...

diğerleriM size söylüyorum, zeynebim sen anla...

Read more...

Pazartesi, Mart 26, 2007

yosunlu deniz mavisi

Çok küçüktüm "aşktan meşkten en iyi ben anlıyorum bre ahali, savulun" diyecek kadar küçüktüm daha ya da belki de o zaman gerçekten güçlü, kocaman bir kadındım. Bilemedim şimdi...
O zamanlarda 40'lı yaşlarındaki bakkalımız Erol ağabey söylemişti bu sözü, şimdi şimdi galiba haklıymış diye anlıyorum onu zaman zaman. Demişti ki : "senin sevdiğin bi'adamla değil, seni seven bir adamla mutlu olabilirsin ancak ömür boyu."
Küçücük çocuğa söylenmeyecek kadar iddialı bi'laf bence. Ama iyi ki söylemiş anlamasam da tam olarak ne dediğini, anlamaya çalışmış düşünmüşüm üzerine ki bunca yıl sonra bile oturup yazıyorum hakkında.
Mesele tam olarak Selvi Boylum Al Yazmalım sendromu, Asya'nın ikilemi aslında. son bölümünde(17.bölüm/23 mart) Hatırla Sevgili'de de böyle bi'burukluk yaşandı ya ordan geldi tüm bunlar aklıma. (göz atmak isteyenler için şurada var o kısmı )
Neden acaba?
Neden hep aynı beklenti?
Bi'çeşit beklenti mi bu?
Yoksa hatunların efendi adam yerine piç tercih etmesi mi duruma denk düşen açıklama. Böyle olsa Asya, Cemşit'i bırakıp İlyas gitmez miydi? peki ya Yasemin ne yapacak şimdi? tüm bunlar soru işaretiyken kafalarımızda (sizlerin değil canım, ben ve diğerleriMin) nasıl evlenebiliriz biz?
Bu bulutlar dağılmadan, nasıl birlikte olunur hastalıkta sağlıkta, iyi günde...
Sevgi, emektir evet kabul ama her şeye rağmen yüreğimizi hoplatan ne o zaman?
Bilemedim işte,
Sayıklamışım yine.
Ayıldım şimdi, dağılın sizde.
Posted by Picasa

Read more...

Çarşamba, Mart 21, 2007

laciveRt


"kendini doğrulayan kehanet" misali ben de kendi doğrularımdan bazılarını doğruluyorum bu günlerde.(bu nasıl cümle yahu,peah!) hep de(R)dim ya ; "bir insanın yapacak ne kadar çok işi varsa, o insan o kadar çok iş yapar " diye. ya da insanı bırak, kendim için diyorum bunu zaten. bugünlerde bu önermenin daha doğrusu bu önermenin aksinin doğruluğunu ispatlıyorum kendi kendime. her gün yapıyorum bunu. mesela mutlaka yapmam gereken oldukça elzem 2 iş var, hatta bir tanesinin o kadar çok ihmal ettim ki, muhtemelen hukuki problemler bile çıkacak. ama inat ve ısrarla yapmıyorum o işleri. yapmamam için geçerli tek bir sebebim yok! bir tane bile. ama yapmıyorum. sürekli erteliyorum. "nasıl olsa yarın var". "amaaan bugün araba yok". "pazartesi olsun da x'le giderim, yalnız gitmiyim şimdi".

bahane arayana bahaneden bol bi'şey yok nasıl olsa. ben de istediğimde bahanenin ve akabinde yalanın 1001 çeşidini üretebildiğim için hiç sorun yaşamıyorum bu konuda. işin kötüsü bilerek ve isteyerek kendimi kandırıyorum. "zaman öldürmek intihar etmektir" sözcüğünü okuduğum an kalkmalıydım mesela bilgisayar başından, ama hala karşısındayım işte.

neyse işte, öyle bi'şey...

yazmıyorum, çünkü yazmak istediklerimin çoğunu zaten kağıt-kalem vasıtasıyla emektar günlüklerle paylaşıyorum. sıra buraya geldiğinde ya anlatacaklarımı çok içsel oluyor ya da fazla yüzeysel buluyorum. yüzeysel buluyorum çünkü bugünlerde yazmak konusunda beni besleyen şeylerin çok da besleyici olduğu söylenemez. hatta aslında bugünlerde beslenmiyorum desem daha doğru olur herhalde. eve giren gazetenin bile sadece bir kaç haberini ve birkaç köşesini okuyorum, nerede kaldı internetten tüm karşıt görüşleri,aynı fikirleri vb. didik didik irdelemek. her ay kapımıza kadar gelen derginin resimlerine bakıyorum çoğu zaman, orada ki güzel kızlara, yakışıklı çocuklara bakıyorum gözlerinde hep aynı ifade var, hepsi aynı şeyi söylüyorlar onlara bakana "beni al" diyorlar, çığlık çığlığa. "evet diyorum alacağım seni mutlaka". bazen de nefretle kapatıyorum sayfalarını, "seni almak için köle olmayacağım" diyorum. sonra vazgeçiyorum herşeyden bir pc oyunu açıyorum ne dert kalıyor ne gam. ve en kötüsü okunacak onlarca kitabım varken raflarda, okumuyorum. gerçi onlar artık okunacak kitaplar kategorisinden çıktılar, yarım bırakılan kitaplar, sıkılıp atılan kitaplar vb. kategorilere dahil oldular çoktan.

sözün özü beslenme = zayıf,
delilik alametleri = silik,
heves = bir geliyor-bir gidiyor,
sonuç= ayda bir yazı.

aa az kalsını unutuyordum. aylağız dediysek dibine de vurmadık yani (bakın mesela burda da kendimi kandırıyorum çünkü bahsedeceğim olay günde 3-5 dakikamı ya alıyor ya almıyor, o sırada da zaten bilincim yarı kapalı oluyor) bugünlerde nihayet düzenli olarak rüyalarımı yazmaya başladım! kim ne derse desin benim için oldukça önemliydi bunu yapmak. uzun yıllardır bölük pörçük hep yazıyordum ama şu yazıyı okuduktan sonra önemini bir kez daha kavradım. Ve artık düzenli olarak rüyalarımı yazıyorum, hemen her gün. bazen gerçekten hatırlayamıyorum bazen de gerçekten sadece alt beynim çalışırken yazıyorum ve sabah baktığımda ne yazı yazmış olduğumu ne de yazdıklarımı hiç mi hiç hatırlamıyor oluyorum. ama şimdiden ilginç şeyler oluşmaya başladı. bakalım neler çıkacak. bekleyip göreceğiz hep birlikte (siz değil canım ben ve diğerleriM)

haydi selametle,

Read more...
doradoraa [at] gmail [nokta] com

ne güzel demişleR

deli saçması

  © Free Blogger Templates Blogger Theme II by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP