Pazartesi, Nisan 16, 2007

yeşil

Efenim üstünüze afiyet ben ve diğerleriM cümbür cemaat hasta olmuşuz. 1 haftadır yatak döşek yatmaktayız. Herkes ayrı hasta. Bendeniz geçtiğimiz pazartesi farenjit teşhidi ile ilaçlarımı aldım geldim. Bilen bilir bu farenjit denen nane, boğazınızda yüzlerce iğne varmış hissi veren bi’nane. Değil konuşmak ya da yemek yemek yutkunmak bile işkence. Bu sebepten ötürü sadece sıvılardan ve ilaçlardan oluşan bir yemek düzeni hazırlamışken, bir diğeriMin aylık tatlı krizi başladı. Yahu ben suyu zor içiyorum, bu tutturdu "şöyle bol şerbetli bi’tatlı olsada yesek" diye. Hadi bi’şekilde bir iki lokma yiyiyoruz bu sefer tutturuyor "dondurmalı profitrol isterim" diye. "E insaf yahu farenjitim diyorum, dondurma diyorsun, yemek yiyemiyorum diyorum, profitrol diyorsun, ayıp yahu!" diye kavgaya tutuşacak oluyorum, tatlı krizi akabinde gelişen alınganlık ve de asabiyet krizi başlıyor. Ota böceğe sinirleniyor, iğne deliğinden nem kapıyor. "aman ne halin varsa gör" diyeceğim sağ kulağımda bir ağrı, bir ağrı, bu kez de sesimi kontrol edemiyorum. Parasetamol türevi hiç bir ağrı kesici bu ağrıya kafi gelmeyince durumdan işkillenen annemin kolumdan çekiştire çekiştire götürdüğü KBB doktoru amca koyuyor teşhisi "orta kulak iltihabı olmuşsunuz". Bi'sen eksiktin canııımmm hoşgeldin...

Herbirimizin hastalığı için farklı bir bitki çayı, yağı, karışımı alarak dönüyoruz evimize. Tam "efenim üstünüze afiyet ben ve diğerlerim cümbür cemaat hasta olmuşuz, bi'kaç gün ortadan kaybolursam bilin ki bu sebeptendir" mealinde bir şeyler yazmaya niyetlenirken ne göreyim; ADSL kesik, hat yok! Nasıl olur, neden olur derken borçtan ötürü kapandığını öğreniyorum. YKB'ye toslayan KOÇ'un yeni çalışanları benim varlığını bile unuttuğum bir hesaba bağlamışlar meğer ADSLnin otomatik ödeme talimatını. Ve de yılbaşından bu yana tek bir ödeme dahi yapılmamış. (aklınızda olsun 3 aydan önce adsl hattını kesmiyorlar :D)

Yani bendeniz son bir haftadır hem hasta, hem iletişimsiz kalmış bulunuyorum. Önümüzde ki yeni hafta içinde tüm aksaklıklardan kurtulup, rutin hayatıma geri dönmek en büyük hedefim.


Bu arada ortadan kaybolduğum şu bir kaç günde "nerelerdesin yahu" deyip smslerini, içten sıcacık "merhaba" larını benden esirgemeyen
mektuplar'cıma ve turuncu'ya çok teşekkür ediyorum. İyi ki tanımışım sizi, eksik olmayın emi!
Ve yine bu arada, kızım sana söylüyorum damat bey sen anla, beni hasta döşeğimde bırakıp çarşamba akşamı maça, cuma akşamıda Gripin izlemeye giden "sevgili" arkadaşlarım, intikamım çok acı olacak, aklınızda bulunsun.

En kısa sürede sanal aleme dönecek muhabiriniz el-hasta, son gelişmeleri kırmızı burnuyla bildirdi efenim.

Sağlık ve afiyetle kalın,

Read more...

Salı, Nisan 10, 2007

moR

Herkes gibi yazdan kalma bir hafta sonunun tadını çıkardım ben de. Hatta öyle eğlenceli notlarım vardı ki yazmak üzere aldığım, kafamda neşeyle önce bunu sonra bunu mu yazsam yoksa önce şundan bahsedip sonra şuraya mı bağlasam diye planlar yapıyordum. Ta ki...

Yer: Bostancı’da bir lokantası
Başrolde: 4 yaşında ki kuzen Umay
Yardımcı kadın oyuncu: Umay’ın annesi teyze
Yardımcı erkek oyuncu: Umay’ın babası enişte
Bir adet figüran: eniştenin iş arkadaşı
Şamaroğlanı: Ben
Yemekler yenmiş, sohbet koyulaşmış, mevzuu nerden nasıl dolandıysa “aşk”a gelmiş. Bendeniz; her şeye rağmen, acıtsa da yaralasa da insanın içini çekip çıkarsa da her şeye rağmen, ayaklar yerden kesilmeli, olup biten ne varsa toz pembe gözüklerle bakılmalı, sonunda eşekten düşmüş karpuza dönmek pahasına her şeyden vazgeçip bulutlarda yaşanmalı, aşık olunmalı, mealinde ki tiradımı yeni bitirmiş, soluklanmak üzere kahveme uzanmışım.
Umay:
-Eeeııı... Karay verdim ben de aşık olucam.
(yahu bu çocuk havuzdaki balıklarla oynamıyor muydu ne vakit geldi dahil oldu konuşmaya)
Ben:
-ah çok güzel bir karaR vermişsin şekerim ama öyle sen istediğinde olmuyor ki aşk, bak ben de çok istiyorum ama yok yani.
Umay:
- sen istesen bile olamazsın, uğraşma hiç!
Ben:
-?!
Teyze: (gülmemek için dudaklarını sıka sıka)
- aa niye öyle diyorsun annecim, neden aşık olmazmış?
Umay:
-çünkü sadece süpey kahramanlay aşık olabiliy, o da süpey kahraman diiiiiiil.
Ben:
-?!!???!!??!!???!! (masadaki herkes çoktan kahkayı basmış tabi, sesini duyurmaya çalışarak)
-iyi de güzelim diyelim ki ben süpeR kahraman değilim, sen süpeR kahraman mısın, senin süper güçlerin var mı, sen nasıl aşık olacaksın?
Umay:
- vay tabi, ben süpey kahramanım!
Figuran kişisi gülmekten ağzını zar zor toplayarak:
-neymiş bakalım senin süper gücün?
Umay:
-zamanı durdurabiliyorum.
Anne baba, ayar üstüne ayar veren kızlarını gülmekten ziyade büyük bir gururla izlerken, baba:
-Göster şunlara kızım nasıl yapıyorsun?
(ani sessizlik, herkes umay’a bakıyor, o da şu eski trt dizisindeki evie gibi parmaklarını birleştiriyor –ki bu hikayeyi de ona ben anlatmıştım-)
bi’kaç saniye sonra dayanamayan ben:
- ee n’oldu şimdi?
- durdurdum sonra tekray başlattım!
(Esas kız, "bu konuşma bitmiştir" bakışıyla olay yerinden uzaklaşırken, masada ki herkese "lan, yoksa, cidden?!" bakışlarından ötürü, 2007 en iyi dumur oskarı layık görülmüştür)
Efenim ben şahsen bizzat kendim süper kahraman olamadığıma mı yanayım, aşk olayını 4 yaşında çözmüş hatun kadar olamadığıma mı yanayım, haftasonu neşe içerisinde topladığım enerjimin kuş olup uçtuğuna mı yanayım, varın sizin söyleyin.

Read more...

Cumartesi, Nisan 07, 2007

saRı

bir sahne var aklımda, oyuncusu sanki benim...

Uzun bir araba yolculuğu. Hiç ışık yok etrafta, sadece arabanın gösterge lambaları, açık yeşil. Uzun upuzun bir yol, dümdüz. “Dance of bad angels” çalıyor. Yanında uyuklayan sevgilisi. Ya da sevdiği. Sevdiği birisi. “gidiyoruz” deyince “nereye?” diye sormadan kalkıp peşine takılabileceği, telefonun öbür ucundan “bırak saçınla oynamayı da, neler oldu anlat bana” diyebilecek biri. Ya da yalnız, yek başına. Yol upuzun.
Sabah güneşin doğuşunu izlemek için kalkıyor, güneş doğarken yüzüyor nefes nefese. Evrende bir tek o sanki, koca denizde tek başınayken gün doğuyor üstüne.
İnce, tiril bir elbiseyle sokaklarda yürümeye başlıyor. Güneş hafifçe ısıtıyor, yakmadan. Saçları uçuşuyor sabah meltemiyle, hafif tuzlu. Batıda ay, doğuda güneş görünüyor. Göğün bir tarafı lacivert, akşamdan kalma, bir tarafı turuncu. Sıcak ekmek, taze poğaça kokusu geliyor burnuna dalga dalga, çizgi filmlerdeki gibi. Sokak kedileri yalanıyor balıkçıya. Yaşlı balıkçı ağır ağır indiriyor kasaları takasından. Acele nedir bilmiyor sanki. yavaş, dingin, huzurlu. Bir de sönmek üzere olan bir sigara ağzında. Genç sevgililer ya da sevgili olamayacak kadar saf çocuklar geçiyor bisikletle. Bu karede ki en hızlı şeyler o bisikletler...

Fanatik bir kış çocuğu olan ben yazı mı özledim yoksa? (“kış güzeli” dese biri bana, çok sevinirim, çok severim bana bunu diyeni. Güzel dediği için değil, kışı ne çok sevdiğimi bildiği, beni böyle sevdiği için.)
Yaz değil de galiba yapamadıklarıma duyduğum özlem bu. Özlediğim her şey bu karede sanki. Özlediğim tek şey bu karede. Neden kediler onu bilmiyorum. Ne severim ne de özlerim kedileri...

Read more...

Cuma, Nisan 06, 2007

gece mavisi

budur efenim!
günün, gecenin, yılın şarkısıdır!
yarın ilk iş cdsi alıncak, (bugüne kadar aklım nerede acaba ah mp3, ah youtube ah) hemen ilk fırsatta kadeh masaya vurularak bağıra bağıra canlı performansa eşlik edilecektir. tüm gruba helal olsundur; o nasıl vokaldir, o bas nasıl çarpar tokatlar adamı, o nasıl vurmaktır davula öyle...



GRİPİN/BÖYLE KAHPEDİR DÜNYA

söyle kaç yaşındasın
dertlerin başındasın
istisnasız her an
geçmişi özlüyorsan

bilmem kaç yaşındasın
gözleri yaşlardasın
istisnasız her an
yarını düşlüyorsan

yolculuk nereye
neler uğruna ölmeye
dört yalnızlıkla bir doğruyu götürmeye

hadi durma ağla,ağla
yaşlar kurur zamanla,ağla
böyle kahpedir dünya
son bulur kollarında

(burası Ü.K için)
söyle kaç yaşındasın (13)
herkes kadar yalnız mısın ?
ince ince titremen
soğuktan mı sanırsın ?


bilmem kaç yaşındasın
herşeyin farkındasın
acılar biriktirip
damla damla harcarsın

yolculuk nereye
kimler uğruna ölmeye
dört yalnızlıkla bir doğruyu götürmeye


hadi durma ağla,ağla
yaşlar kurur zamanla,ağla
böyle kahpedir dünya
son bulur kollarında


söz : birol namoğlu - haluk kurosman
müzik : murat başdoğan - birol namoğlu

Read more...

Perşembe, Nisan 05, 2007

kapkaRa

Hangi kadının siyasete girmesinden bahsediyoruz biz?
Hangi siyasetten bahsediyoruz? Hangi seçimden, hangi gündemden, hangi duyarlılıktan?!
Neler oluyor hayattaya bir göz atmanızı rica ediyorum sizden yine. Şu haber için. Aslında kimseyle paylaşmak istemiyordum. Sanki kimseye söylemezsem kimse bilmezse ben de hiç olmadığına inandıracaktım kendimi. Tek bir sitede görseydim, görmezden gelecektim görmezden gelmeye çalışacaktım, uydurmuşlar canım, abartıyorlardır, çocuk amca oğlundan olmuştur diye kendimi inandırmak için söylenip duracaktım.

Midem bulanıyor, 2 oldu kusmak için atıyorum kendimi banyoya, içim dışıma çıktı. Annem odaya girip şaşkınlıkla "sapsarı olmuşsun neyin var" diye yanıma yaklaşınca sol elimle alt+F4 ü bulacağım, sağ elimle sağ üst köşedeki kırmızı çarpıya ulaşacağım derken beyin fonksiyonlarımı da sekteye uğrattım. Ben bile dayanamıyorsam bir anne nasıl katlanabilir bu habere.

Özbaba! Özanne! Bekaret kontrolü! 13 yaşında bir çocuk! Cinsel ilişki! Bir cinayet! (sadece bir tane mi?) Annenin gözü önünde! Kendi kızına!

Amca oğluna kaçtı diye bekaret kontrolü yapmak isteyen bir baba, özbaba! Önce parmaklarını sokuyor, annenin gözü önünde! Anne: "yapma deyince tartıştık" diye ifade veriyor tutuksuz yargılanıyor! Parmaklarıyla anlayamıyor adam, cinsel ilişkiye giriyor! Bir kere de değil defalarca. 44 yaşında ki baba, 13 yaşındaki öz kızını... özkızıyla... özkızına... tecavüz ediyor! (bu mu doğru yüklem, tecavüz!) önce parmaklarını sokuyor! Anlayamıyor.

Yahu kanamamış işte, öldürseydin kızı oracıkta be adam! Bakire değil bu diye bıçaklasaydın 1648 yerinden o kızı! Nesini anlamadın bunun. Annesi yapma diye tartışmış kocasıyla. Yapma deyince tartışmışlar. Tartışmak! İnsan böyle bir anda katil olmazsa ne zaman olur. Bir daha eline böyle bir fırsat geçer mi katil olmak için? Bundan katil olmazsa bir anne, neden katil olur?! Parmaklarıyla anlamayınca başka yeriyle kontrol etmiş adam! Yine anlamamış, defalarca yapmış aynı şeyi. Öz kızına/ kızıyla/ kızını şey yapmış. Benim bildiğim Türkçe'de bu cümleye uygun bir yüklem yok! Bundan zevk almış! Kızı hamile bırakmış! Özkızını döllemiş! Döllerini kızına bırakmış! Ve o bebeği öldürmeseler, anne baba kendi nüfuslarına kaydedip gül gibi yaşamaya devam etseler, işin içine cinayet karışmasa, kimsenin bundan haberi olmayacak... Hiç kimse bilmeyecek.

Şimdi öğrendikte ne oldu! Üzüldük! 3 aylık bebeğe de tecavüz etmişti birileri değil mi? Yargılanma süreci devam ediyordur herhalde. 13 yaşında bir kız, babasının çocuğunu doğurdu, babası çocuğu öldürdü, şimdi sosyal hizmetlerde koruma altında. Kimden koruyor devlet o kızı. O kızın korunacak nesi var? Onur-şeref-namus-devlet ne demek sahi bunlar?

Read more...

bıyıklı kadınlaR


“Bıyıklı kadınlar”ı duydunuz mu? Böyle söyleyince/okuyunca sizinde aklınıza ilk gelen bakımsız hatta pis ve şişko bıyıklı kadınlar mı yoksa? Hani şu eteğinin altından ağdasız bacakları görünenler :) Kampanya basına tanıtlığından beri takip ediyorum ancak bu isimle medyada yer bulmasına şaşırdım açıkçası. Bence “bıyıklı olmak şart mı” “kravat takmak şart mı”, “erkek olmak şart mı” daha amaca uygun sloganlar. Gerçi reklam panolarında (billboard sözcüğünün başka bi'karşılığı var mı?) ilk görüldüğünde ne reklâmı olduğu anlaşılmıyor ya...


Beni düşündürende işte bu aslında. Bu kampanya hangi amaca hizmet ediyor? Ülkemizde ciddi bir demokrasi aslolarak temsil sorunu söz konusuyken kadınların/gençlerin/Kürtlerin/Ermenilerin mecliste sandalye sahibi olması-olmaması-az olması/çok olması neyi değiştiriyor ki? Askeri darbe mahsulü bir anayasayla idare edilmeye çalışılan bir ülkede, ülkemde, ülke barajlı d‘hondt sistemi (bilinen adıyla %10 barajı) uygulanıyorken kadınlara, gençlere, engellilere, azınlıklara, eşcinsellere ya da kedilere-güvercinlere kota uygulaması ile mecliste yer bulmaya çalışmak ne kadar rasyonel?! Hem “mal mı bunlar canım, kota koymaya kalkıyorsunuz!” Esasen bize hizmet sunmak, toplumsal yaşayışı düzenleyici kuralları hazırlamak ve yürütmek hususunda yetkimizi devrettiğimiz topluluğun baş-nazırının kullandığı uslup ise başlı başına bir değerlendirme konusu.

Ne diyordum? Mevcut temsil sorunu çözülmeden, bu tarz bir kampanyanın işlevsel, amaca yönelik bir kampanya olduğunu söylemem mümkün değil diyordum.

  • Evet iyi niyetli bir girişim, bi’yerlerden başlamak, birilerini harekete geçirmek lazım.
  • Evet 72 yıl önce parlamentomuz, kadın temsilinde % 4.6'lık oranla(1935 seçimleri 396 milletvekilinin18i kadın) dünya ikincisiydi. Şimdi 167 ülke arasında 163'üncü sırada.
  • Evet 72 yıllık cumhuriyet tarihinde millet meclisine toplam 8291 erkek vekile karşılık, 186 kadın vekil girdi.
    Evet daha pek çok istatistiki bilgi verilebilir. Ama bu veriler bile "bıyıklı kadınlar"ın işlevsel bir kampanya olmadığı gerçeğini değiştirmez.
Bir kere somut bir eylem planı yok. Yani daha birkaç gün önce düzenledikleri (ki yanılmıyorsam mart ortasında basına tanılmıştı kampanya, daha yeni güncellediler internet sitesini) internet sitelerinden ulaşabildiğim yegane somut öneri şu: Ka-Der, 2007 seçimlerinden önce yapılması gerekli yasal değişikliklere ilişkin bir de paket hazırladı. Bu pakette, Anayasa (md:8), Siyasi Partiler Yasası (md:6), ve Seçim Yasası (md: 1)’nda değişiklik öneriliyor. Tüm partilere en az yüzde 30 kadın kotası uygulama zorunluluğu” talep ediliyor.

Yani zorunlu kota. Parti içi demokrasinin genel başkana ve/veya il başkanlarına yakın(!) olmakla eş anlamlı olduğu bir görünmez siyasal partiler kanunu varken, kadınlara özel kota uygulaması.

Öte yandan yukarıda sözünü etmeye çalıştığım temsil sorunu bi’yana, kadınların sadece kadın oldukları için meclise girmelerini desteklediğimizde örneğin daha adil bir bütçe planlaması mı yapılacak ya da işsizlik azalacak mı hemen ilk yasama yılında, yoksa kadınları salt kadın oldukları için meclise gönderdiğimizde, ülkemiz kadının yarısından fazlasının kullandığı türbana/başörtüsüne yönelik tartışmalar çözüme mi kavuşacak?

Tam bu noktada pozitif ayrımcılığa dayanan siyasetin, sistem eşitsizliklerini örtbas etmek üzere geliştirilmiş bir mekanizma olup olmadığı tartışmalarını da hatırlatmakta fayda görüyorum.

Bir de henüz tasarı aşamasında olan kadınların bağımsız aday olarak meclise girmesi planı var ki, gülen surat ifadesi tam da buraya uygun düşüyor sanırım :D Bağımsız aday olarak seçilebilmek için gerekli finansal olanaklar ve sosyal çevrenin çapı (hemşehrilik ya da tarikat bağları yerine sosyal çevre dememin tek sebebi genellemelerden hazzetmiyor olmamdır) gibi somut gerçekleri bi’yana koyuyorum, mevcut oy verme alışkanlıklarını yıkmak ne derece mümkün sizce! Oy verdiği(miz) partinin vekil adaylarından bile bi’haber olan (biz) seçmen, kalkıp tek bir kişinin planını beğeniyor diye mi kullanacak oyunu?



Benim baktığım pencereden görünenler bunlar. Bu açıdan baktığımda "Bıyıklı Kadınlar" iyimser bir “reklam” olmaktan öteye gidemiyor. Reklam sözcüğünü özellikle tercih etme sebebi ise bu linkte yer alan iddialardır. İddia diyorum çünkü Ka-der’in resmi web sitesinde projelerin nasıl finanse edildiğine ilişkin bir açıklama göremedim. Öte yandan sadece google aramalarım sırasında karşıma çıkmış imzasız bir internet metninden ötürü hocam diyebileceğim (ki kendileri Ka-Der'in kurucu üyelerindendir) sayın Şirin Tekeli’yi, Meryem Koray’ı, Çiğdem Kağıtçıbaşı’nı zan altında bırakmayı kesinlikle istemem.

Konuyla ilgili olarak neler oluyor hayatta penceresine eklediğim Nuray Mert yazılarını şiddetle (ve tarih sırasıyla) , Perihan Mağden ve Meral Tamer yazılarınıda ivedilikle okumanız tarafımdan tavsiye olunur.

Read more...

Salı, Nisan 03, 2007

şeffaf

Yıllardır duyarım halbuki, “hanım” sözcüğü niye bu gece kulağımı tırmaladı bilmiyorum. Hatta öyle kanıksanmış bi’sözcük ki “hanım” benim için, bizim evde babam anneme sadece ismiyle hitap ediyorsa bi’sorun var demektir. Genelde sadece “hanım” der. Ne garip aslında annem için tam tersi geçerli, o babama ismiyle değil başka şekilde sesleniyorsa ters giden bi’şeyler olduğu anlaşılır.

Başlarken, "kulağımı tırmaladı" dedim ama buna denk düşen olumlu ifadeyi bulamadım. "Kulağımı okşadı" diye başlayan bir metin görsem, 'bu daha Türkçe bilmiyor' der kaparım herhalde sayfayı. Aslında tırmaladı demekte de bi’sakınca görmüyorum, bi’anda elimdeki işi bırakıp düşünmeye başladım. Ne demek bu “hanım”, nerden çıkmış? İlk aklıma gelen fikri gülerek çöpe yolladım, canım gibi, "hanım" da han kelimesinin 1.tekil şahsa zimmetlenmiş hali olamazdı herhalde. Bunu düşünürken zihnimde han kelimesinin tek karşılığı yolcuların konakladıkları eski usul otellerdi. Babam “hanım niye gülüyor bu deli yine kendi kendine” deyince ona sordum hemen “yahu” dedim “bu hanım ne demek?” gazetesini okuduğu gözlüklerini çıkardı ve açıkladı;

“Cengiz han tüm hanlarının bir arada olduğu bir toplantı sırasında, sağ yanında oturan eşini göstererek ; ben hanlar han-ı Cengiz Han’ım, hepinizin hanıyım. Bu da benim ''hân-ım''dır.” demiş. Bu arada babamında sol yanında oturan annemi göstermesi ve çocuklara masal anlatırken taklit edilen kötü adam sesiyle konuşması görülmeyi değerdi doğrusu :D (bi’de bu anekdot daha bi’kaç gün evvel gazetelerin birinde yer almış-mış, bu bahaneyle eve giren gazeteleri bile doğru dürüst okumadığım için bi’güzel iğnelendim.) Neyse efenim beylerin eşlerine söyledikleri "hanım" hitabı buradan geliyormuş. Ayrıca biz aile meclisi olarak bu hikayeden hareketle bir erkeğin tanımadığı bir kadına "ayşe hanım","fatma hanım" değilde, "hanımefendi" demesinin daha doğru olacağı sonucuna ulaştık. Hani merak edersiniz belki, biz ailecenek bu şekilde düşünüyoruz.

Benim gülerek çöpe attığım eksik bilgimin aksine, meğer gerçekten aidiyet göstergesiymiş “hanım” sözcüğü. Benim ''hân-ım'' demekmiş.
Bir de oldum olası söylemekten ve duymaktan büyük keyif aldığım “sevgilim” var tabi...
Ne güzel bir Türkçemiz var, her bir sözcüğü ayrı anlamlı. Buna rağmen darling'ten honey’den geçilmiyor ortalık. Yazık.

Read more...

Pazartesi, Nisan 02, 2007

boğaz mavisi

Evde bilgisayar başında geçen yağmurlu bir cumartesinin ardından, özlenen bir arkadaşla geçen sıcacık bir pazar... Bu şehrin her iki yakasında da ansızın çalabileceğim kapıların olduğunu bilmek, tüm dünyada ansızın gidebileceğim yerler olduğunu bilmekle eş anlamlı benim için.Nasıl demeyin, açıklayamam bunu.

Aynı ülkede aynı şehirde ama farklı kıtalarda yaşayan birilerini özlüyorum mütemadiyen. Ama hep biliyorum oralarda bi’yerlerde, bıraktığım yerde bulacağım insanların olduğunu. Vapurdan indiğimde gördüğüm gülen yüzden bi’kez daha anlıyorum bunu. Sıkı sımsıkı sarılıyoruz.
-“Seni özledim” diyorum gözlerinin içine bakarken. Bıraktığım gibi ışıl ışıl pırıl pırıl gözleri. Kocaman bi’kahkaha patlıyor;
-“Sevgilin zaten sevmiyor beni, böyle söylediğini duyarsa iyice gıcık olur bana. Ayrıca bunu da duymasın sakın; ben de seni çok özledim”


Ne çok olmuş görüşmeyeli, haberi bile yok.

-“O da sevdiği insanlarla görüşür bundan böyle, ben seni seviyorum ve seni özledim var mı bi’sakıncası”
-“Heyt be! işte benim arkadaşım, 10 dakika sonra arayınca sorar ama 'kiminlesin' diye”
-“Aramaz, arayamaz, aramayacak, dolayısıyla soramaz”

Işıl ışıl gözlerine gri bir perde iniyor sanki oysa ben gülüyorum hala.

-“Üzülmemekle en iyisini yapıyorsun, hiç bi’ilişki 800 km.ye karşı gelemezdi.”
-“Ya anneyle çocuğunun ilişkisi?”
-“Anne ile çocuğunun arasında ki bir ilişki türü değil, kutsal bir bağ, ama çocuklar annelerinden vazgeçebilir 800km sonra.”

Bunu seviyorum işte, O’nu da bu yüzden seviyorum. Bıraktığım yerde bulabildiğim için, diyolaglarımız “ee daha neler yaptın bakalım”la tıkanmadığı için, ilişkimizi sıraya koymak zorunda kalmadığım için, 'en son o beni yemeğe davet etmişti şimdi benim onu çağırmam lazım' ya da 'en son ben mesaj atmıştım şimdi onun araması lazım' dedirtmediği için.

Dünyada görülebilecek en güzel manzaralara karşı oturuyor, kahvaltı ediyor, kahve içiyor, sohbet ediyoruz. Akan suyu kocaman bir nehir sanan turistlere inat, iki kıtayı birleştiren köprünün hikayesini anlatıyoruz birbirimize, bilmediğimiz ne çok şey var yeryüzünde.

“Bi’gün piramitleride göreceğim” deyince “biliyorum” diyor “kart atacaksın oradan bana.”

Yıllar sonrasına verilmiş ne çok sözüm var, 10. evlilik yıldönümlerinde sürpriz yapacağım mesela çocukluk arkadaşıma, 40. yaşını kutlayan bir sms için sözüm var bir değerine, o bile unutmuştur ısmarladığı mesajı, 10 yıl sonra bir telefon konuşması yapacağım, Newyork’ta sosisli yiyecek, Soho’da jazz dinleyeceğim ve Mısır’dan atılacak bir kartım var... Ama sonunda yine bu iki yakası biraraya gelmeyen şehre döneceğim. Kızkulesinde bir kadah şarap içecek ve “iyi ki...” diyeceğim “iyi ki...”

Haydi bakalım,

işim çok yolum uzun, müsadenizle =)

Read more...
doradoraa [at] gmail [nokta] com

ne güzel demişleR

deli saçması

  © Free Blogger Templates Blogger Theme II by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP