Pazar, Haziran 03, 2007

topRak Rengi

Hafta sonlarını sevmiyorum. Yazı sevmediğimi söylemiştim değil mi, artık hafta sonlarını da sevmiyorum.

Herkes tüm hafta boyu müthiş bir beklenti ve umutla hafta sonu planları yapıyor. Pazartesi sendrom var, zorla 1-2 rapor hazırlanıyor, Salı pazartesinden yarım yamalak bırakılmış işler yoluna konuyor ancak, Çarşamba ‘artık biraz çalışmak lazım hem haftanın ortasına geldik yupie’ nidaları ve perşembeden itibaren hafta sonu planları. "Cuma yemeği şurada yesek, oradan bilmem kimin konseri varmış oraya geçeriz, cumartesi kahvaltıyı Moda’da mı yapsak, karşıya mı geçsek şöyle Ortaköy’e doğru, sonra biraz sahilde geziniriz, akşamda bilmem kimin filmi varmış onu izleriz sinemada..." Bunlar genellikle şehir insanlarının planları tabi. Tam olarak böyle olmasa da 3 aşağı 5 yukarı herkes benzer bir koşturmaca içinde haftayı bitirip hafta sonunun gelmesini bekliyor. Tabi bütün büyük beklentiler gibi hafta sonları beklentilerinde de çuvallıyorlar. (bunlar çok genel geçer yargılarmış gibi kurdum cümlelerimi idare edin, elbette istisnaları vardır)

Ben de bu çuvallayan beklentiler yüzünden sevmiyorum hafta sonlarını. Alış-veriş merkezleri, şık lokantalar, sahil kenarı çay bahçeleri, otoparklar, İstiklal, Nişantaşı, Cadde, bütün şehir “bugün hafta sonu haydi eğlenelim” bakışlı insanlarla dolu sanki! “Bi’durun yahu ruhlarınız geride kaldı onları bekleyin iki dakika” diyesim geliyor her birine. O yüzden bugün karar verdim hafta sonlarını sevmediğime. Aslında zamanı parçalara ayıran ve sonrasında hep mutlu olmak için daha ileriki zaman parçalarını bekleyen insanoğlundan farklı bir tutum beklemek hata belki de. Şimdi sorsam bi’sürü insan yaz tatilinin hayaliyle yanıp tutuşuyor, oysa yazı hiç aratmayan bir kış geçirdi yaşlı dünya. Neden yaza bu özlem anlamam mümkün değil (evet evet ben yaz mevsimine gıcığım ondan oluyor tüm bunlar =))


Bir de Haliç’teki Redbull hava yarışlarına gidemeyecek olmama sıkıldım galiba o yüzden miskin bir gün geçirmeye karar verdim. Geç kalktım, kahvaltı sonrası gazete keyfini uzatımda uzattım, gazeteler bitti dergilere gömüldüm. Sonra baktım güzel bir esinti beni davet ediyor sokağa, rüzgarın kokusuna kapılıp, 7 tepeden birine attım kendimi, taze demlenmiş birkaç bardak çayla elimdeki romanın akışına bıraktım tüm zihnimi. Serinde bastıran uykuya dayanamayıp geri döndüm eve ve şurada tasvir edildiği gibi bir derin uykuya düştüm gündüz vakti. Kalktığımda kimseler yoktu. “Bizimkiler de beklentilerinin peşinden şehre atmışlar kendilerini anlaşılan, bi'de şu televizyonu kumandadan kapatmasalar” diye söylenirken yattığım yerden, kumandanın başucumda olduğunu fark edip bu seferlik unuttum küresel ısınmayı, israf ettiğimiz tonlarca enerjiyi. Minicik bir kırmızı düğme beni en sevdiğim Türk filmlerinden birinin en sevdiğim sahnesine ışınlamıştı çünkü. Azize, Türkan Şoray, palyaço kostümleri içinde, “gökyüzünde yalnız gezen yıldızlar yeryüzünde sizin kadar yalnızım” diye şakımaktaydı. (Belkıs Özener farkıyla elbette) Huzurla ağladım! Var mı literatürde böyle bi’şey bilemiyorum ama ben huzur içinde ağladım şarkıyı dinlerken, filmi izlerken.
Herhalde dün Hatırla Sevgiliyi izlerken boğazıma düğümlenen yumruk da bu gözyaşlarıyla akmış gitmiş oldu. Sahi o nasıl harika bir bölümdü yine öyle. Necdet’in “sevilmek bu kadar güzel bi’şeyse, Yasemin’in beni sevmesi...” deyişi. Var mı Necdet gibi birileri yeryüzünde hala, varsa ben talibim! Tam bunlar geçerken aklımdan telefonuma gelen mesaj güldürdü beni, “kızım bu Necdet kesin yengeç burcu bak söylemedi deme” kedileri hiç sevmediğimden kelli “kedi burcu olsa kabulüm” yazıp yolladım ben de.


Çoktan yatmış olmalıydım bu saatte, uyuyamayacağımı bildiğimden yazıyorum bu lakırtıları aslında. Bir ılık süt getirir mi uykumu dersiniz, yoksa zuladaki birkaç şişe yakuttan mı medet ummalı? Ama hayır yarın dedemi ziyareti gideceğim. Hayatı boyunca bize içkinin ve sigaranın zararlarını öğretmiş dedeciğimin yanına alkollü gitmemeliyim. Karşısında el pençe divan duracağım üstü yazılı bir beyaz mermer taş da olsa, bu ona saygısızlık yapmamı gerektirmez değil mi?
Aldırmayın hiç, sayıklıyorum ben yine ve bir de şarkı mırıldanıyorum beceriksiz ıslığımla...

bir gün daha yaşandı ve bitti,
bütün hüzünleri ve bütün kederleriyle
herhangi bir gündü, çok önemli değildi....

dibine not: bir kez okudum ama muhtemelen vardır yine yazım hataları, anlam kaymaları, özne-yüklem çekişmeleri. ben onları salim bir kafayla düzeltene kadar siz çoktan okumuş olabilirsiniz, readerlar 3 vakte kalmaz haber verir zaten. şimdiden affola!


1 akıllı çıkaramadı:

turuncu 3 Haziran 2007 13:05  
Bu yorum bir blog yöneticisi tarafından silindi.
doradoraa [at] gmail [nokta] com

ne güzel demişleR

deli saçması

  © Free Blogger Templates Blogger Theme II by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP