Pazar, Temmuz 06, 2008

kızgın siyah

Bunları yazmalı mı, yazıp unutulmaz kılmalı mı emin değilim. Ama böyle şeyler unutuldukça daha kötü oluyor sanırım. En azından bu yaşımda neler düşündüğümü unutmayayım ki, yarın öbür gün benim başıma gelirse bunlar (Allah korusun) sineye çekmemem gerektiğini kendim kendime hatırlatmış olayım. Çünkü dayak yemek sineye çekilecek bir olay değil. Koşullar ne olursa olsun çekilmemeli.

Bu ülkede neredeyse içselleştirilmiş aile içi şiddet. İnsanların gıkı çıkmıyor. Öyle ki benim ilk tepkim “o kadar bağırış çağırış esnasında bir allah’ın kulu polis çağırmamış mı” olurken, annemin ki “salak kız kocan madem sinirli neden eve geri çağırıyorsun, bırak dışarıda sinirini atsın gelsin sonra oturup konuşursunuz” oluyor. Anneme dönüp “gel oturalım konuşalım diye eve geri çağırmış olması dayak yemesini mi gerektirir” kavgasına girecek halim yok. Zaten bütün apartman nefesini tutup bağırışları dinlediğine göre böyle bir laf etmem de çok anlamsız kalacak. Herkes ‘neden olmuş’, ‘M. kocasına ne demişte sinirlendirmiş’, ‘hayret aslında Y. aklı başında bir adammış’ derdinde. Ben göremedim, görmeye de takatim yetmezdi zaten söylediklerine göre M. Ablanın gözü mosmormuş, dudağı patlamış. Artık nereye vurduysaymış. Nereye vurdusu var mı, adam Allah ne verdiyse dalmış demek ki kadına, hastaneye gitmiş mi diyorum, rapor alıp karakola bildirmiş mi diyorum, birazdan kız kardeşi gelecekmiş onunla gidermiş belki diyorlar. Birazdanı var mı bu işin, evde olsa ben tutup götüreceğim kolundan. Neredeyse sinirden ağlayacağım. “Çocuklar nerede?” diyorum. 2 tane canavar gibi erkek evlatları var. “Onları getirin bari buraya” diyorum. Hiçbir çocuğun o halde görmemesi gerek annesini çünkü. Ben çok küçükken bir kez babamın annemin üstüne yürüdüğünü gördüm de, kavgalarını unutup aylarca benimle uğraştılar, çocuk bizim yüzümüzden travma geçiriyor diye. Kaldı ki tekme tokat dayak yemiş bir annenin kan revan içindeki dağılmış suratı ve bunu rol model bildikleri babanın yapması. Ve annenin bunu sineye çekmesi. “40 yılın başı oluyor zaten alkollüydü” deyip aynı adamla yaşamaya devam etmesi. Çocuklarda normal sanıyorlar bu durumu, yıllar sonra kendileri de yapmaktan çekinmiyorlar.

Neyse ki M. Ablanın kardeşleri geliyor, hastaneye gidip rapor alıyorlar, kadını görmeye gerçekten cesaret edemiyorum. Bütün apartman evlerine toplanmış zaten. Öğreniyorum ki, dayak yediği sırada evde M ablanın arkadaşları da varmış. “Bir kişi bile aramamış mı polisi?” diyorum. Arkadaşlarının gözü önünde yüzü gözü darmadağın olmuş kadının. Nasıl bir olay bu böyle? Onlar nasıl arkadaş, o adam nasıl bir koca? Bir adam niye döver bir kadını? Nasıl bir iğrençlik bu kendinden zayıf birinin yüzünü gözünü dağıtana kadar dövmek? Hayır tokadı anlayabilirim belki, yani şöyle anlarım, bir an sinirle refleks gibi savurursun, kendimi kontrol edemedim dersin belki… Ama yerlere düşmüş çığlık çığlığa bağıran bir kadına tekmeler savurmak nedir?

Ben bugüne dek bir tokat bile yemedim. Hiç kimseden, ailem, öğretmenlerim, sevgilim, hiç kimse. Şahit de olmadım. İnsanlar durmuş izlerken sokağın ortasında gördüğüm kadınların bile yanına koştum kurtarmak için, başıma bir iş gelecek bir gün biliyorum. Ama benim anlayabileceğim, tolare edebileceğim bi’şey değil tokat-dayak!
Bugüne kadar büyük konuştuğum her şey başıma geldi. Neyi hayatta yapmam dediysem yaptım, nereye mümkün değil gitmem dediysem gittim, üstüne para verseler panasonic telefon kullanmam dedim, ilk telefonum panasonic’ti. Öyle saçma sapan şeylerde bile tükürdüğümü yaladım. O yüzden bunları düşünürken bile korkuyorum aslında. Bir tokat yediğimi düşünemiyorum bile. Bi’kere insan önce kendisini, sonra sevgilisini-kocasını tanımalı, söylenen sözlerin kontrolden çıktığını fark ettiği anda susmalı, susturmalı. “kavgada söylenmez” diye bir laf vardır, sarhoşluk hali gibidir öfke hali bence. Kavgada söylediyse, fenadır, ohadır! Kırar, acıtır, incitir, “demek ki aslında böyle düşünüyormuş” dedirtir, ağlatır kavgada söylenenler. Ama eğer cümlelerine akıtamadıysa bir insan öfkesini… Yok arkadaş, duvara iki vazo fırlatırsın, en sevdiği porselen takımını Ziynet Sali edasıyla parçalarsın, yüz milyonlar yatırdığı kremlerini-makyaj malzemelerini-kıyafetleri camdan dışarı fırlatırsın, arabasının üstüne kocaman bir kaya fırlatırsın…
Komik mi? Barışırsan gülerek hatırlarsın, barışmazsan “hakim bey, şerefsiz 133 taksitle aldığım lancome kremlerimi 5 kat aşağı fırlattı” der tek celsede boşanırsın.

Ama bu ülkede bu tip boşanmalar ütopik tabi. Ben “ilk tokatta bırakır giderim” dedikçe, ‘kazın ayağı öyle değil’ diyorlar hep bir ağızdan. “Benim için öyle” diyorum en savaşçı sesimle. “kimse omzumdan geri iteklemedi bugüne kadar, tokat neymiş” diyorum. Dahasını yazmaya bile korkuyorum açıkçası. Çocuk faktörü, aşk faktörü, para faktörü bu fikirlerimi değiştirir bir gün diye çok korkuyorum hem de.

M. abladan geliyor annem soruyorum nasıl diye? Erkek kardeşi evde, Y. eve gelmeye kalkarsa haddini bildirecekmiş güya diyor. Üzülmüş belli. Anneannem de bizde bugünlerde o da soruyor “ne olmuş?” diye. “Y. büyük oğlanı alıp annesinin evine gitmiş Pazar sabahı, M.yle ufaklık gitmemiş. Y.nin annesi orada M. hakkında oğlunu doldurmuş(?) Y. bir hışım eve gelmiş, çocukları bahçeye yollamış, kavga etmeye başlamışlar. Y. basıp gitmiş. Sonra M. onu eve geri çağırmış, ‘bak annenin anlattığı olay sırasında benim bu arkadaşlarımda yanımdaydı onlardan dinle neler olduğunu’ demiş.” Hikâyenin aslını öğrendikçe midem bulanıyor daha çok. Sonuna kadar dinlemiyorum bile, birleştirdiğim parçalar bana yeterde artar.
Cep telefonumdan 155i arayıp çalmadan kapatıyorum. Tuş kilidini kaldırıyorum. Sadece kendimi gerçekten güvende hissetmediğim zamanlarda yaparım zannediyordum bunu. Son aranana 155i ve o esnada bana ulaşabilecek en yakın kişiyi ayarlayıp (baba-sevgili-ev arkadaşı) telefonu sıkı sıkı tutarak ilerlerdim hep. Bu gecede aynısını yapıyorum. 155ten başka yedek numara yok son aranan listesinde üstelik. En ufak gürültüde önce polisi arayıp, sonra aşağı fırlayacağımı biliyorum bu gece. Gecelik yerine pijama giyip yatağa gidiyorum…


9 akıllı çıkaramadı:

Goddess Artemis 6 Temmuz 2008 23:56  

Bloğuma şöyle bir bakıyorum da "abuse", "violence" ve "woman" tag'leri hep birarada kullanılmış. Bu konuya dair, bir sürü yazı yazdım. Yazmaya da devam edeceğim. Sen de etmelisin. Unutulmamalı bu olaylar, hafife alınmamalı, geçiştirilmemeli. Eline sağlık!



N.B. 155'i son arama olarak cep telefonunda bırakmak iyi fikirmiş.

Adsız,  7 Temmuz 2008 00:57  

183 ya da 155. Sen de arayabilir, adresi verebilirsin ayrıca. Detaylı bilgi ver, adreslerini ver.

mahallenin delisi 7 Temmuz 2008 20:36  

goddess artemis; gerçekten de öyle. ne zaman "kadın"lar hakkında bir mevzuu bahis olsa ucu bucağı tatsız mevzulara dokunuyor...

maybe; 183'te iyi fikir sahiden! şimdilik kimsenin sesi çıkmıyor, ilk çıtırtıda bütün mercileri ayaklandıracağım!

Hakan Yenilmez 7 Temmuz 2008 21:18  

Mevzuya çözüm için pek çok kanun mevcut; fakat hiçbir zaman sadece kural koymak çözüm olmaz, bunun yanısıra konulan kuralların uygulamaya geçirilmesi gerekir. yasayla yasak getirmekten ziyade vicdanları eğitmek daha önemli.

mahallenin delisi 9 Temmuz 2008 11:38  

hakan yenilmez; tam da dediğiniz gibi vicdanların eğitilmesi asıl önemli olan. yoksa yasaklar koydukça bunlar sınırlamadan çok teşvik edici unsurlarmış gibi algılanıyor. ve pek çok istenmeyen sonucu beraberinde getiriyor...

gwen 10 Temmuz 2008 17:42  

dedikleri gibi: "kazın ayağı öyle değil" maalesef.
alt kat komşum durmadan dayak yiyor. ev ahalisi olarak o kadar kanıksadık ki durumu ne kadar acıdır ki o malum gürültüler her yükseldiğinde birbirimize baygın baygın bakarak "seçkin yine sopa yiyor" diyoruz. öte yandan polisi arama konusunda elimiz kolumuz da bağlı çünkü kadının annesi karşı dairede oturuyor. :o
kazın ayağının "öyle" olmadığı durum şu: polis aranmalı diyorsunuz. öte yandan polis işi yokuşa sürmekten başka birşey yapmıyor. seçkin hanım, ağzının burnunun kırıldığı ve canına tak dediği bir gün polise başvurdu ve polis evine gönderdi kadıncağızı. açıkçası bu konuda fazla iyimsersiniz.
bir diğer bir konuda kadnın toplumdaki yeri, türk kadınlarının ekomomik özgürlükleri ortada. maalesef hemcinslerimin genelinin cahil ve sinmiş olduğunu söyleyebilirim. böye bir kadının elinde büyüyen ve dolayısıyla bu tabloyu kanıksayan her erkek bireyin baskın ve şiddet yanlısı; kadın bireyin de ezilmiş, sinmiş ve dayağa ses çıkarmayan kişiler olması kaçınılmazdır.
benim için -kabullenmekte ve yazmakta çok zorlandığım- canımı acıtan bir tablo bu.

mahallenin delisi 11 Temmuz 2008 14:07  

gwen+cats; anlattığınız durumda annenin karşı dairede olması ve hiç tepki vermemesi bence akıl almaz bir davranış. bir insan böyle bir muameleyi hakedecek kadar çaresiz bir durumda nasıl olabilir ben gerçekten kestiremiyorum. hele bir anne böyle bir durumu nasıl sineye çekebilir gerçekten anlam veremiyorum. ekonomik özgürlük evet çok büyük bir etken ama insan istedikten sonra nelerin üstesinden gelmiyor ki, diye düşünemeden edemiyorum.

polislere gelince evet hala pek çoğu milattan öncesinde yaşadığı için, "kocandır, döverde severde" deyip geri yolluyor. kadınlarda sindirilmiş duygusu öyle baskın ki, tamamdır deyip geri dönüyor. sahip olduğu hakları bir bilseler kimse o halde geri dönmezdi herhalde.

yine aynı yere geliyor konu, önce vicdan, sonra mutlaka eğitim.

haddim değil belki ama keşke seçkin her dayak yediğinde siz polis çağırsanız. sizin karakolda 3-5 aramadan sonra bıksa ve seçkin'in kocasını en azından bir gece kolundan tutup götürse. belki her şey başka türlü olurdu kim bilir?

Adsız,  13 Temmuz 2008 21:32  

Zihnen sakat müsveddeler bunlar. Bunları yaşayan kadınlara huzur diliyorum, o hödük kocalara da akıl-fikir.

mahallenin delisi 14 Temmuz 2008 18:18  

buzcevheri; ben de amiin diyorum. akıl-fikir cümlesine...

doradoraa [at] gmail [nokta] com

ne güzel demişleR

deli saçması

  © Free Blogger Templates Blogger Theme II by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP