bulutlu mavi
Geçen hafta bugündü. Pazar sabahıydı. Uykusuzdum. Biraz hızlı hareket etsem 8.45’e yetişirdim. Ama “mutlaka 9.15’le gel bak.” demişti. Bir planı vardı belliydi. Kurcalamadım. İskelenin yanındaki banklara oturdum. Pazar sabahının sakinliğini izledim önce. İstanbul günün her saati yaşıyordu, akıyordu, durmuyordu, otomobiller vapurlar insanlar sürekli yer değiştiriyordu. Ben de değişiyor muydum, akıyor muydum hayata, değiştiriyor muydum mekânlarımı, zamanlarımı, anlarımı. Bunları düşünürken şöyle yazmışım:
“Uçabilsem, uçuversem uzaklara. İçindeyken yapamadıklarıma hayıflanmasam da dışındayken eremediklerimi özlesem. Ben gitmeyi beklerken sen gelsen, uzatsan elini… Kimsin, neredesin, nedensin hiç sormasam.
Uçsam, uçuversem uzaklara. Hiç arkama bakmasam. Arkamda sen bile olmasan.”
Kime yazmışım belirsiz. O’na mı o’na mı ben bile bilememişim. Vazgeçmişim herkesten, uçup gitmişim.
Güneş gözlüğünü gözüme indirip İstanbul turisti 4 kıza baktım. Fonda Haydarpaşa’lı fotoğraflar çekiliyorlardı. Biri hep objektifin arkasında. Bir an “isterseniz hepinizi ben çekeyim” diyecektim. Kızlardan biri kötü kötü baktı bana. “ne var çok mu komik fotoğraf çekilmek sanki güneş gözlüğünün arkasına saklanmış ne gülüyorsun öyle” dedi bakışlarıyla. Fotoğraf makinesi hırsızı olduğumu düşünmesinler diye kafamı başka yöne çevirdim. Bunca yıllık Denizatı, Deniz yıldızı olmuş üzüldüm. Adalar vapurunu anons etti nazik ama duygusuz ses. 2–3 kişi indi vapurdan sadece. “çıkış kapısıdır, girilmez”den çıktılar.
İstanbul’a ilk gelişiydi. Askerden sonra mıydı? Bu oturduğum bankın tam arkasında ayakta duruyordum. Arkamı dönünce orada bekleyen bankacı beni gördüm. 2006 mayısıydı. İşten çıkmıştım. Pembeli bi’şeyler vardı üzerimde ama neydi, seçemedim. Evet, askerden sonraki ilk ve henüz bilmediğim son gelişiydi. Vapurdan indi. Sarıldım. Sarıldı. Sarıldık. Ne gözlerinin içindekileri, ne kalbimden geçenleri hatırlamıyordum. İçimde tek bir dal kımıldamıyordu. Oysa rüzgâr saçlarımı dağıtıyordu. El ele tutuştuk. Sımsıkı tutmuş muydu elimi? Tutardı. Ama o gün? Taksiye bindik. Moda teras’tı planım. Çin lokantasını görünce durdurdu arabayı. Çin yemeğini özlemişti. Boştu restoran. Hemen sipariş verdi. Yediği ördeğin menşeini öğrenmek için baş aşçıyı çağırttı. Elbette ki Pekin’den gelmiyordu ördekler ama aynı cinsti Antalya’da özel yetiştiriliyordu.
Bir vapur düdüğü çaldı. Ada vapuruydu herhalde kalkan. İnsan zihni ne kadar gereksiz ayrıntılarla doluydu. Aşçının o gece söylediklerini nasıl ve neden hatırlıyordum ben bu Pazar sabahı? Epey aksanlı olsa da aşçının konuşması anlaşmalarına engel değildi. Restoranda sevdiği (!) (sevgi? zaman? görece?) adamın aşçıyla muhabbetini dinleyen bana baktım uzaktan. Mekân karanlıktı. Masada mum ya da kandil gibi bi’şey yanıyordu sadece. Gözlerimi göremedim ama içimi gördüm, griydi. Aylardan sonra birlikteydik ve ilk işimiz ördeklerin memleketini öğrenmek olmuştu. Özlediği; çin yemeğiydi… Bunu o zaman fark etmemiştim belli ki. Ben o kendinden emin, kararlı, ukala hallerini seviyordum(!) Tipik aslandı. İçim buruktu. Hayır, o gün elimi sıkmamıştı. Taa o zaman bitmiş meğersem, ne kadar fazla süründürmüşüm. Tek damla bile süzülmedi. İçime bile akmadı yaşlar. Buharlaşıp uçmuştu çoktan.Yoktu artık. Çoktan bitmişti. Acaba o çin’li kızla da çin yemeği yemişler miydi? Bu kadar anlamsız sorulara alayla gülünürdü ancak. Dudağımın tek tarafı kıvrıldı. Ayağıma dolanan yavru kediyi gördüm. Kedi de olsa yavruydu, küçük ve savunmasızdı. Hangimiz daha küçük ve daha savunmasızdık?
“Alışır her insan alışır zamanla, kırılıp, incinmeye” dedi Sezen Aksu kulağıma. Bağıra bağıra hem de. Güzel güneşli bir Pazar sabahı, insan görmeyi hevesle beklediği birini beklerken ipod shuffleda yalnızlık senfonisi’ni seçmemeliydi, biri bunu apple’a söylemeliydi. Saat 9 olmuştu, rüzgâr giderek hızlanıyordu, biraz daha bu bankta oturursam korkunç cadılar gibi kabaracaktı saçlarım. Ve bir cadı gibi görünmeyi kesinlikle istemiyordum. İçerde 3lü koltukların birine oturdum. Boş boş bakındım bi’süre. Herkes bi’şeyler yapıyordu. Yandaki sırt çantalı kız kalınca bir kitap okuyordu. Karşımdaki anne-oğul yaşlarındaki ikili gazetenin Pazar ekine göz atıyordu. Çocuk kim olduğunu görmediğim bir kadının güzelliğini övdü. Kadının ne dedi anlayamadım. O sırada yanıma oturan iki zıpır kesinlikle anlamadığım bir Türkçeyle bir bilgisayar oyununun hilelerinden bahsediyorlardı bağıra çağıra.
Birden irkildim. Üzerimde bir çift yabancı göz varmış gibi. Bariz bir şekilde yerimde kıpırdanarak etrafa bakındım. Burada olabilir miydi? Hadi canım daha neler? Arkadaşları burada olabilir miydi? Kızım saçmalıyorsun kendi kendine. Dön önüne. Olsun yine de çantadan kitabı çıkarıp okumak lazım. Herkes bi’şeyler yaparken ben boş boş bakınmak istemem. 2 sayfa okudum. Kitabı kapatırken ayracı 2 sayfa geriye koydum. Hiç bi’şey anlamamıştım okuduklarımdan. Kitabı yerine koyarken mesaj sesi geldi. Sahi ya, banktan kalkmadan mesaj atmıştım. “hazırlanorum”. Typo sıfır, sırıttım kocaman. Tam cevap yazacakken vapur yanaştı. Telefonu cebime koyup kapıya doğru ilerledim. İskele verilmeden inenleri görünce, tabi ya neden olmasın? Neden illa 9.15ki? Kes saçmalamayı, vapurun ön tarafına geç bari poyraz çarpsın da suratına ayıl ve kendine gel. Uyanamadın hala belli! Off tamam, orası büfeye yakındır hem. Sıcak bi’çay içerim iyi gelir.
Rüzgâr hakkaten çarpıyordu. Mesaja tekrar yanıt yazana kadar ayılmakla kalmamış, üşümüştüm bile. İçeri geçtim. Ipod bu sefer tanımadığım bir sesle fısıldıyordu kulağıma. Ekrana baktım. Aa sahi tanıyor muydu acaba bu kadını? İnince sormalıydım mutlaka. Rüzgar aklımı başıma getirmişti getirmesine ama... Çok fazla kıpırdanmadan gözlerimle etrafı süzdüm yine. Kimse benim farkımda bile değildi. O da vapurda değildi, olamazdı zaten saçmaydı. Müziğin sesini açtım.
“avucumda buruşmuş hayaller, kuma döner
ki dökülsün binbir giz kucağına o koyu siyahtan”
Bi’zamanlar 'Kadıköy- Beşiktaş vapuruna anı bulaştıramam' demiştim. Vapuruma anı bulaşmış değil hala. Kadıköy iskelesine ait anılarım bunlar. İspatlanamaz, yanlışlanamaz veya doğrulanamaz ama ben bunları yaşadım. Bunlar benim anılarım. Bunlar benim kayda geçsin istediğim anlarım. Unutulmasın, mutlaka hatırlansınlarım…
Yayınlamak için gereksizce dürüst, bir sürü yanlış anlamaya, bir dolu doğru anlaşılıp “aaa yok yanlış anlamışsın sen”e fazlaca müsait bir yazı. Pazardan beri taslaktı. Taslak olmak için fazla gerçekti. Benden çıktı artık. Fiber optik kablolar arasında o da bir yer bulur kendine elbet…
11 akıllı çıkaramadı:
uzun zamandır ilk defa arka arkaya iki post yazdığım bir gecede... sularken klavyeyi yavaştan yavaştan.. sezen aksudan hoşlanmadığımı bir kez daha anlar ve kırılıp incinmeye alışılmayacağını iddia ederim ancak
Elim yazıya gitmiyor ne zamandır, yazsam böyle içim kırık anıları yazmak istiyorum ne zamandır. Debelenip duruyorum anılarımın lezzetiyle. Sağol sen yazmışsın tarif oldun.
"bomboş unutabilsek, unutmadan yanayım ben...ama unuttukça insanın anıları çoğalıyor..." diyor latife tekin unutma bahçesi'nde...onu okuyorum şimdi ve okudukça çok fena :((
nedir bu aslanların bilgi takıntısı yav?
"ördeğin menşei neresi?"
:)))))))))
aynı ben..:)))
evet o an kondruamiyorsun ama aradan zaman gecip olaylari te tek dusundugunde bir yapboz gibi oturuyor parcalar. o gun elini sikica tutmadi, aslinda artizliginden degil seninle ne konusacagini nasil konusacagini bilmedigi icin ordege nereli oldugunu sordu, gozumun onunde bir aslan degil, aslan kiliginda ezik bir adam var Zeynep, goruyor musun? umarim goruyorsundur, iyi geceler...
Yazıdaki flashback geçişleri pek de başarılı yahu.
enteldantel; ya hatun hakkaten naptın sen öyle? okudum kaldım öylece gık diyemedim...
sezen'i sevmiyorsun anladık. sıradaki şarkıya geçiyorum, adam önce bir şişenin kapağını açıyor, sonra bardağa buzları atıp içkiyi dolduruyor, sonra gitar solo, bir de sigara yakıyor üstüne ve "gülümseyecek şey kalmadı dönüp bakınca maziye" diyor "çok yürüdük yol almadık" diyor. yazık değil mi onca yola, bunca maziye?
kaptanzade; çok şükür içim buruk, kırık değil "artık". ama birden doluşuveriyorlar zihnime işte. uzaktan bakınca görüyorum büyük resmi. o yüzden bu gel-gitler...
beenmaya; bi'de son bakışla ilgili bir tespiti vardı. kitap bende yok şöyle bi'şeydi sanırım: "son bakış ayrılan insanın ruhunu tek bir kereliğine bir şimşek gibi en derin köşelerine kadar aydınlatır"
çok şükür unutuyor insan.unutuluyor.
abi; gül sen gül! tipik bir aslan tepkisi işte. size ne ördeğin anavatanından yahu! altı üstü ördek, tadı güzel, sunumu güzelse ye gitsin. hayır ben de detaycı bir kovayım, pabuç bırakmam bu işlere ama bu kadarı boyumu aşıyor doğrusu =)
dibine not: beni duygulandırdığın için sevinebilrsin abi, çok iyi geldi mektubun çok!
crick; ah bu yağmur bana neler yaptı dün gece, hangi yap-bozların eksik parçalarını tamamladı, o şimşekler neleri aydnlattı bir bilsen... ama görüyorum evet. her şey o kadar açık ve seçik ve net ki. aslanlar ve kedilerin farkı öyle belirgin ki =)
buzcevheri; ah ben bunları bir çekebilsem, sen bi'de sinemada gör benim flashback geçişleri, geriye akan başı sonunda birleşen kurguları... ama imkanlar bu kadar işte =D
bak sana bişi diim;
annem, kızım, karım ve hayatıma giren çıkan bütün önemli kadınlar Kova'dır benim..
aslında her iki tarafta zekidir.
bunu karşılıklı kullanarak olayı çözebilirlerse, bazı sivri tarafları yine karşılıklı olarak yontabilirlerse olağanüstü bir ilişki yaşanır.. her iki tarafında birbirlerini tamamladıkları çok şey var.. ama bunu anlaması gereken önce aslan oluyo çoğu zaman.
ben artık çoğu şeyi takmıom mesela..
hani taksam crick'in ezik aslanına takardım.. ama takmıyom.. takmıo.. takmı..takm. tak.ta.ttt.tt.t.
abi; ama o yontma yontulma, egoları törpüleme işini aslan beceremezse içinden çıkılmaz bir hale geiyor kova-aslan ilişkileri. yoksa tek başına "aslan erkeği" süperdir hiç şüphem yok ondan =))
takmadığına eminsin diğ mi? ona göre o ezik aslan muhabbetini biraz daha kurcalıycam da ben =D
egolarını törpülemesini öğrenebilmesi için aslan'a çaktırmadan yardım etmek gerekir.
çok çaktırmadan ama.
yardım aldığını fark etmemelidir.
farkederse reddeder, hele yardımcı kişi, bir gün/bir an "he hee.. bak sende yardıma muhtaçsın/tın.. sana ben yardım ediom/ettim.." gibi filan bişicik derse, bitttttiii..
ezik aslan'a takılın siz..
beni bozmaz..
sevgiler..
çok güzel demişsin abi. yalnız bu durumu kendi kendine farkedince de basıp kaçıyo bu aslanlar. sonra sen yaptığınla kalakalıyorsun. zor adamlarsınız vesselam.
keşke 3 yıl önce konuşuyor olsaydık bunları. sıcağı sıcağına.ama neyse geçti gitti çok şükür. kedileri zaten sevmem bundan sonra kedigillerin hiçbiriyle işim olmaz =)
Yorum Gönder