Pazar, Kasım 30, 2008

bok Rengi


Alışveriş merkezlerindeki yılbaşı ağaçlarını yeşil topları falan gördükçe “vay be” diyordum “2008 gibi her yanı çift bir yılı (2,0,8, 8+2=10) atlattım, rutin sıradan vasat ama belasız yani artık bir yeni yıl hediyesini hak ettim” diyordum kendime kendime. “İyi bir tatil mi acaba, yoksa şu* * cihazlardan biri mi?” diye süpersonik hayallere bile terfi etmiştim. Hatta şu cihazların ses kalitesini bir öğrenebilsem karar bile vermiştim…

Ama işte aynı hataları defalarca yapabilen, aynı sonuca varacağını bile bile ayrı oyunlara tekrar tekrar kanabilen bir salak olduğumu unutmuşum tamamen. Delilik aynı şeyi yaparak farklı sonuçlar beklemektir mi demişti birisi?

Bu kadar çift rakamdan adama hayır gelir mi? Gelmez

Babaannem ölecek mesela. Ne var ki bunda hâlbuki herkes bir gün ölecek. Ben bile hatta. Ama babaannem çok yakın bir zamanda ölecek işte. Pankreas kanseri olmuş çünkü. Hatta son aşamadaymış daha yeni teşhis konabilmiş, kemoterapi falan düşünmüyormuş doktor. Zaten yeterince yaşlı, ayrıca aşırı kilolu, şeker, kalp ve yüksek tansiyon da bilinen hastalıkları arasında top 3. Bunların hiç biri olmayan sağlıklı insanlarda bile pankreas kanseriyle 5 yıl yaşayabilme oranı %20. Hatta utanmasa google kendisine sorunca şöyle bir uyarı verecek: “did you mean: death?”

Hiç sırası değildi babaanne. Babamı böyle bir zamanda bu kadar üzmenin hiç sırası değildi. Seni 40 yıl önce terk edip gitmiş bile olsa köklerinden biriydin onun. Hayata olmasa da bir toprağa bağlıyordun onu. İyi ki seni ziyarete gelmemişim biliyor musun? Babamı ağlarken görmeye dayanamam ben. Ve lanet olsun ki sen ölünce ben bununla yüzleşmek zorunda kalacağım. Ve lanet olsun ki yine kalacağım!
Hiç sırası değildi babaanne, hiç. İlk kez her şey bu kadar planlıydı. İlk kez ihtiyacım olan sadece biraz zamandı. Tek haneli bir yeni yılın ilk yaş gününden sonra alınacaktı bilet. Çok keyifli bir akşam yemeğinin ardından sessizce çekecektim kapıyı. Nihayet kendi köklerimi salmak üzere açacaktım kanatlarımı. Şimdi sen gidince ben kalacağım hayatının kökü. “Sen de böyle düşünürsen o zaman biterim ben” demişti. Uzun zamandan sonra ilk kez sarhoştu. Gözlerinde yine o gece gördüğüm derin karanlık vardı. Hani mutfakta gözümün içine bakıp tabağı kırdığı gece gördüğüm karanlık. Hastaneden döndükleri gece “Sen de gidersen biterim ben” dedi o karanlığın arasından bana. Ben bir kez daha bittim…

Teyzem kocasını terk edecek mesela. Jeoloji mühendisi işsiz bir adamın iş kurmak, iş bulmak bulduğu işe tutunmak, asılmak ve çocuklarına gelecek hazırlamak konusundaki ataletinden bıktı artık. “40 yaşında insan artık okuldan gelen çocuklarını evde kekle börekle karşılamak istiyor kızım, cumartesi günleri için lunapark planı yapmak istiyor ben hala gecenin körüne kadar iş yerindeyim, yetti artık” diyor. “Bu yaşta adamın traş parasını bile ben veriyorum ve o hiç bi’şey için çabalamıyor” diyor, “yoruldum bütün evliliği tek başıma yürütmekten” diyor. “Bayramda boşaltacağım evi, artık kendi başına kalınca kirayı mı öder, kredi borçlarını mı öder, o da anasının evine geri mi döner umurumda değil” diyor. “E gel şu senin makineleri satışa çıkaralım internette oradan eline biraz nakit geçer” diyorum lafı ağzıma tıkıyor. “Çalışmıyor bilgisayar, ram’ini almış eşşoleşşek satacak herhalde” diyor. Ben bunların düğün gününü hatırlıyorum, o adama eşşoleşşek diyor. “Bu kadar mı düştü” diyebiliyorum… Sonra kuzenlerin yanına kaçıyorum. Çocuk kahkahası zamandan daha etkili bir ilaç kesinlikle.

“bizim eve kedi girdi, dağıttı biliyor musun” diyor 3 yaşında olan. Tane tane konuşuyor. “sen kalbini seviyor musun peki?” diyor reklamı görünce. “Seviyorum tabi” diyorum. “Anne de seviyor mu peki?” diyor “hadi gel soralım” diyorum aklımca teyzoşu neşelendireceğim. “anneciğim sen kalbini seviyor musun?” “seviyorum annem” “anne kedi banyoyu da mı dağıtmış?” diyor, çamaşır makinesini boşaltmakta olan anneye. “Ne kedisi anlatıp duruyor bu be, ve girmiş dağıtmış falan” diyorum. Teyzoş elindekileri bırakıp dönüyor bana, şaşkın: “aaa senin haberin yok mu?” “neyden?” “Perşembe günü hırsız girdi eve. Altüst etmiş her tarafı banyodaki kirli çamaşırlara, yatak odasındaki gömme dolabın içindeki karton kutulara kadara her yanı dağıtmış savaş alanı gibiydi 2 gündür ev, ancak toparladım. Çocuklara da korkmasınlar diye kedi dağıtmış dedik. Söylemedi mi annen?” Annemi bırak ya bu kızın bahçe kapısıyla bizim apartman kapısı arasındaki mesafe 50 adım, benim dünyadan haberim yok! “e bi’şey almış mı bari?” “benim bi’yüzüğüm vardı onu almış. Zaten başka da alacak bi’şey yok ki, o yüzden dağıtmış durmuş evi.”

Yok dayanmayacağım daha fazla eve kaçıyorum, çocuklar ağlıyor arkamdan. İçim eziliyor. Merdivenlerde Z. ablaya rastlıyorum. Naber faslından sonra kapıyı kitlerken gösteriyor, “bak naptılar bizim kapıya, girmeye çalışmışlar bizim eve de.” “nası yani hülya’ya girdikleri gün mü?” “yok 1 gün önce…” anlatıyor uzun komşuya gitmişte, Allahtan üst kilit kitliymiş yoksa onu da soyup soğana çevirirlermişte… Bizim apartmana da giriyorlar yani gündüz gündüz balkonlardan atlıyorlar falan. Korkuyorum. İçeri girince kapıyı güzelce kilitliyorum.

Bu ne yaaa? Ben hangi gezegende yaşıyorum. Burnumun dibindeki hayatlardan haberim yok aklım nerede benim?

Aklım şirkette tabi. Sıçtımının şirketi bana yazılı uyarı verecek. O-ha! Yazılı uyarı. Duyanda zimmetime para geçirdim falan zanneder diğ mi yok efenim customer’ı (hani şu king olan) yeterince yalamadığımdan. Hatta hiç yalamadığımdan. “Bana ne beni bağlamaz işin o kısmı, zaten işin o kısmını yapacak yetki de vermediler bana, saatte olmuş servisi kaçırma saati, hadi anam sana hayırlı günleeer” tavrımdan. Yazılı uyarı be… Vay anasını... Daha 1 hafta önce “sen en iyi elemanlarımdansın hatta belki en iyisi” diyen hanfendi, haftaya işlemler sonuçlanınca ne diyecek acaba? Yazılı uyarıdan döndürmeye çalışacağım falan diyordu bir ara ama cumartesi günü supervisor fena kalayladı onu da. “hatalı kardeşim, bence hakediyor” dediğini duydum bağıra bağıra, benden bahsettiklerini anlayınca hemen telefonda konuşmaya başladım onların söylediklerini duymamak için. İyi ki dinlememişim çünkü kesinlikle hatalı değilim. Zaten ortada hatalı bir işlem yok, bir tavır, üslup söz konusu olan…

Ammaaan. Zerre umurumda değil, üzgün değilim… Kızgınım. Ve kızgınlığım her zamanki gibi kendime sadece. Yok efenim “çalıların arasında gül olacakmışım” da yok efenim “en küçükten başlayıp merdivenleri tek tek çıkacak kendimi ispatlayacakmışım” da... Siktir git, salak! Niye kendini kandırıyorsun ki. Sen kendini bok böceklerinin arasında konumlandırırsan bok kafalı adamlarla uğraşıp durursun bütün gün. Bok böceklerinin arasından çıkan lider bok böcekleri de bok kafalıları yalamadığın için seni (aklı sıra) cezalandırır böyle. Sen de gerçek bokların yüzdüğü klozetin üstüne bağdaş kurmuş, katıla katıla ağlarken ses çıkarmamak için kendini ne kadar sıktığını fark ettiğin an anlarsın ancak boka battığını.


Bitti mi sandın? Dur daha Sabrina dur? Hem ne kadar uzun olursa o kadar az bilinir. Hem tüm bu çirkinlikleri gökyüzünde yalnız gezen yıldızlara bağlamadık daha. Sen sular orada durgun mu sanıyorsun? Sen sanıyor musun ki bu mesafeler sorun yaratmayacak kadar uzak?

Bunların hiçbiri olmadan önce yani ben daha yılbaşı hediyesi hayalleri kurarken bir rüya gördüm. İyi ki gördüğüm gün yazmamışım, çünkü şu olanlara bakınca rüyamın bana nasıl bir haber verdiğini ve bilinçaltımdakileri çok daha net anlayabiliyorum.

Odamdayım, şu solumdaki mavi battaniyeli tek kişilik yatağın üstünde. Karşımda oturuyor. Konuşuyor, anlatıyor uzun uzun. Ne söylediği hakkında hiçbir fikrim yok. Rüyamda ses yok çünkü. Birden terlemeye başlıyor şakır şakır. Şimdi rüyamı yorumlarken ağladığını düşünüyorum. Hüngür hüngür ağlıyor olmalı. İki elimle yüzünü avucuma alıyorum. Gözlerinin içine bakıyorum, bu kadar terlemesine rağmen ona dokunmaktan hiç iğrenmiyorum diye düşünüyorum. Öpüşmeye başlıyoruz. Ve hatta ben öpüyorum önce. Beni soyarken utanıyorum. Tam külotumu çıkartırken kalkıyorum yanından odanın kapısını kapatıp kilitliyorum. Babam gelirse görmesin bizi diye düşünüyorum ve buzlu camın arkasındaki montları düzenliyorum. (“babamın evi babamın yatağı” bunu rüyada mı düşünüyorum uyanınca aynadaki kendimle alay mı ediyorum hatırlamıyorum) Çırılçıplak giriyorum yatağa. Yine kafamda hayır böyle olmamalı, bu şekilde olmamalıydı düşünceleri var ama durmuyorum. Hiç bi’şey hissetmiyorum. Onunla bir bütün olmuşken bir şeyler hissetmeliyim diye düşünüyorum. Üstümde hareket ettiğini görüyorum. Elimi tutuyor. Elimi daha sıkı tutuyor. Önce elimi tutmalıydı diye düşünüyorum. Başını geriye doğru atıyor. Elimi giderek sıkıyor, canım acımaya başlıyor. Hayır bu olmamalı, bu şekilde olmamalı diye düşünüyorum. Titreyerek boşalıyor, ben hiçbir şey hissetmiyorum. Elimin acısına uyanıyorum. Yastığın yanındaki sağ elimi sımsıkı yumruk yapmışım. Uzun süredir öyle olmalı, açamıyorum. Yavaşça açarken parmaklarımın uyuşukluğunu hissediyorum önce. Sonra avucuma sapladığım tırnakların izini görüyorum.


Yüzü ne kadar net. Nasıl böyle rahatça giriyor rüyama ve beni becerip çekip gidebiliyor. Ben nasıl her seferinde kanıyorum bu ağlak adamlara yüzü avuçlarımın arasındayken…
Madem siktirolupgidecekgillerdendi bu herif neden bana bu kadar yaklaştı, açıklamalar yaptı, bahaneler üretti, söylediklerimden alındı. Ben ne güzel “tamam kızım kendine gel sizin aranızda hiç bi’şey olmayacak. adam öylesine takılıyor işte sen de bak dalgana” diye otomatik pilota bağlamışken, tam kafam rahatken, sadece planlarıma konsantre olmuşken ne diye “ya aslında sen ve ben…” diye başlayan cümleler kurdu?
Ulan kalbinin bir köşesinde o kadın hep vardı ve sen bunu başından beri biliyordun zaten ne diye bu yanaşmalar? Sanki ben “bana ne bana ne onu alma beni al” diye yakana yapıştım. Neden bu “eee ııı ben nereden başlayacağımı bilemiyorum aslında” zırvalıkları? Başlayacak bi’şey yok ki ortada beyinsiz. Neyin peşindesin sen? Egonu mu tatmin ediyorsun, beni yolumdan çevirince.

Hadi bunların hepsi böyle, hepsinde aynı oyunlar ben niye kanıyorum bunlara tekrar ve tekrar ve tekrar!? Kusucam artık kendimden yeter ya! Nedir kızım bu? Her ışığa uçan pervane misin sen? Kafası ötekilerden biraz fazla çalışıyor diye, satır arasındaki bir espriyi anlıyor ya da seninle aynı ayrıntılara takılıyor diye “evet ya olabilir bak bi’şans vermek lazım” diye gaza gelmeler falan? Sen böyle biri değildin unuttun mu? M. gibi bir adamın seni ikna etmek için yaptıklarını da mı hatırlamıyorsun, yuh!? Dubai’den gelen karpuzları, bir kucağa sığmayan gülleri… bak kaldır şu bilgisayardan başını, hatta kalk o sandalyeden, kitaplığın üstünde mavi bir ayakkabı kutusu olacak. Aç onu.
Son temizlikte atmamış mıydım ben bunları?
Hayır atamadın, tozludur kutusu dikkat et.
5 yıldan fazla olmalı
...
...
...
...
...
Kokusu duruyor hala, yüzlerce kuru gül, mis gibi kokuyor hala…
...
...
...
...
...


M.ye ağlamadığımı biliyorum artık neye ağlıyorum peki ben?
Babama mı, kopamayışıma mı, kopmak için her boklu deliğe parmak sokuşuma mı?
Neye ağlıyorum ben, neyin peşindeyim, nereye gidiyorum?
Neyim ben?

Ben Kimim? - Candan Ercetin

9 akıllı çıkaramadı:

beenmaya 1 Aralık 2008 16:10  

ne diyim ki ben şimdi geçmiş olsun desem geçer mi. oysa öyle çok şey geçip gidiyor ki içimizden, yanımızdan, önümüzden, hayatımızdan ama işte bazı şeyler hiç gitmiyor hep kalıyor kaldığı yerde...

Kaptanzade 1 Aralık 2008 16:40  

Geldiler mi tümenle gelirler bu bokluklar. Bu zamana kadar tek gelenini görmedim. Sonra hepsi birden gidiyorlar, hafif bahar havası esiyor sonra gene... Kolay gele sana.

mahallenin delisi 1 Aralık 2008 23:29  

beenmaya; boşver deme hiç bi'şey, diyecek bi'şey yok ki zaten...

kaptanzade; hepsi birden gidince senden de geriye pek bi'şey kalmıyor ya...saolasın

gülçin 2 Aralık 2008 13:42  

hepsi üstüste gelmiş ya, kolay gelsin.

sevgiler

ABİ 2 Aralık 2008 17:57  

yazını hemen hemen yazar yazmaz okudum biliyor musun? sonra ne yazcağımı da bilemedim-bulamadım..
üzüldüm çok.. bu gün bari bişiler paylaşayım dedim.. nası'olcaksa artık?

herşeyin sonunda, onca olaya karşın, yine de babanı düşünmende çok etkiledi beni..
ne bilim işte.. ööle.

matias 4 Aralık 2008 15:10  

sıradısı bir bir hikaye..
sarsıcı..

mahallenin delisi 4 Aralık 2008 23:35  

gülçin; geldi mi geliyor işte. sağolasın.

abi;öyle bi'şiler işte... sağol ses verdiğin için... eksik olma...

matias;cık. çok satmaz bu hikaye, vasat!

matias 8 Aralık 2008 13:34  

iyi bayramlar zeynep..

doradoraa [at] gmail [nokta] com

ne güzel demişleR

deli saçması

  © Free Blogger Templates Blogger Theme II by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP