Cuma, Ocak 30, 2009

mavi benekli koyu gRi


Pazar günü bir mail yazdım. Cevap alamamaktan ölesiye korktuğum, basit bir mail. Pazartesi geçti, Salı ve dahi Çarşamba… Korkarak açtım mail kutusunu boştu. Beni umutlandıracak bir FW: Can Dündar bile yoktu. Bugün gittim. Bir form doldurdum. Bir belge imzaladım. Beni bekleten fotoğrafçıya kızdım kapısını çarptım. Saat 12:00ye yetiştiremedim evrakları. Sahilde, yağmurda yürüdüm. Bir gemi geçti. Dalgalar vurdu ayağımın dibindeki kayalara, beni ıslatmadılar. Yarın gel, dediler. Eve döndüm. Üşümüştüm, uyudum. Her uyanışımda bir şarkı çalar zihnim bana. Bu kez piyano çalıyordu. Dün akşam “İklimler”i izlerken kaydedilmiş olmalıydı notalar harddiske. Canım kakaolu kek istedi. Onun için tarif ararken, zihnimde çalanın “domenico scarlatti’nin fa minör piyano sonatı k 466” olduğunu öğrendim sözlükten. Bu bir cevaptı.

Sinema 1000 puan
İklimler filminin senaristi ve yönetmeni ve başrol oyuncusudur.
Nuri Bilge Ceylan kimdir?

Nuri Bilge Ceylan’da bir cevaptı. Bir zamanlar bana sorulmuş bir sorunun, veremediğim cevabıydı. Cevap vermiş olsaydım ne değişirdi hayatımda?

O sorunun bana ne zaman sorulduğunu hatırlayabilmek için mail kutusunda bir arama yaptım. Google diyor ki bana "7289 MB kotanızın şu anda 591 MB (%8) kadarını kullanıyorsunuz." O yüzde sekiz bile benim ağzıma sıçıyor, daha fazlasını kaldıramam zaten. 29.10.2005 ten beri kullanıyormuşum bu hesabı. Yazıldığını, yaşandığını unuttuğum yüzlerce günlük olay, bir zamanlar var olduğunu çoktan unuttuğum adamlar-kadınlar var o yüzde sekizde. Bir de g-talk kayıtları tabi!

Tipik bir örnek mesela: varlığı unutulmuş bir kadınla, 'aa sahi böyle bi’adam vardı lan' dediğim bir adamın dedikodusu,

ben: yok aslında belli etmedim de, zaten yeni tanıştık ve 2–3 gün içinde olupbitti her şey
O: rengi belli oldu diyorsun!
ben: benim bi'başka evli arkadaşımın iş arkadaşıydı
O: hımmm
ben: onların evinde güzel-zevkli eğlenceli bi'akşam yemeği yedik
O: olur mu dedin! ama...
ben: ya hani her yöne çekilebilecek laflar edersin de, olumluysa "ben senden hoşlanıyorum" mealine çekersin lafı
O: evet bilirim :)
ben: olumsuzsa “ben zaten öyle demek istemedim” der çıkarsın işin içinden
öyle oldu benimki de
ama zekice cevaplar verdi sahiden
ucunu açık bıraksa fena kaptırabilirdim kendimi
o yüzden bi'kez daha takdirimi kazandı
yol yakınken rengini belli ettiği için
O: kapatabilmesi de bir erdem! seni oyalamamıssa :)
ben: evet evet, sahiden öyle oldu. efendice, ikimizde kırılmadan hallettik mevzuyu. şimdi efendi efendi arkadaşlık ediyoruz benim beklentim yok, onun içi rahat böyle adamlardan çok yok işte piyasada =))
O: oyle :)


Gözlerime inanamadım okudukça.

Mektuplar yazmışım sonra uzun uzun. Kadın bir erkeğin hayata açılan penceresidir, demişim sadece bir yazıya gönderme yapmak için, adam bana; peki sen nasıl bir pencere açıyorsun, senin açtığın pencereden nasıl bir dünyaya bakıyorlar demiş mesela, anlamamışım o zaman....

Daha yakın zamanda üşenmemişim sıladan mektuplar demişim. Hemen her gün yazdığımı sanıyordum ben onları ama 13 taneymiş sadece. Yine de 30 günde 13 mektup oldukça başarılı. Bana "hoşça kal" bile demeden giden biri için üstelik.

Onlar gibi cevapsız başka mektuplarda buldum.
İyi yolculuklar demek istedim sadece. Dilerim yolun seni götürdüğü yerde güneşin turuncu ışıklarıyla deri değiştiren bedenin gibi yenilenir, huzur veren kuş seslerine ev sahipliği yapan yemyeşil ağaçlar gibi güçlenir, denizin mavi beyaz köpükleriyle coşması gibi eğlenirsin.
Ba ba ba, laflara bak. Sonra da "bu adamlar şişip şişip içimde patlatıyor" Normal! Üstelik onca cevapsız soruya rağmen, senden cevap istiyorum diye yazmışım uzun uzun. E, yuh bana!

"Ne olursa olsun, ben hep söyledim, yine söyleyeceğim. Yerin özel bende. Umarsızca çekip gitsen de öyle olacak hasta olman ya da olmaman aşık olman ya da olmaman değiştirmeyecek bunu. Olan ve olamayan her şeye rağmen “şansım”dın sen benim, değişmez, geçmez sandığım şeyleri değiştirdin bende.
Bu yüzden kapıyı bir kez daha çalmanı bekledim sadece, gerçekten içeri girmek istediğine inanmak istedim. Bu yüzden sustum, bu yüzden önemsemezmiş gibi göründüm, bu yüzden bekledim.
Ve bu yüzden, kendisi gerçekten var olmasa da cümle içinde kullanılmış “aşk”ın hatırı için bir açıklama istiyorum senden. Facebookta dünyaya ilan ettiğin relationshipin ne olduğunu öğrenmek istiyorum. Bir açıklamayı hak ediyorum bence...
Sonra düşeceğim yakandan merak etme. Sevgilisi olan adamlara yapışmam ben alacaklı gibi. Ama bilmek hakkım. Ben geleceğini sanarken, umarken, sen hangi arada başka kalplere misafir oldun öğrenmek istiyorum..."

Sahipleri artık var olmamayı seçtiği için kilitlerini kalırdım bu cümlelerin. Hem zaten bunlar benim cümlelerim. Onların cevap vermeye bile tenezzül etmediği tüm bu mektuplar, halen benim arşivimde.

Ama bi’dakka. Ben bunu bugüne dek nasıl fark etmedim! Evet ya…
İroni falan mı bu? Bu adam eline kâğıdı kalemi alıp, günün en sevdiği saatinde, kafasını dinlemek için kendine ayırabildiği tek kısacık zamanında, oturup Merhaba Zeynep diye başlayan mektubu yazan tek adam! Sevgilim bile yapmamış ulan bunu. Ben bunca zamandır, yazdığım tüm bu mektuplara yanıt aldığımı düşünürken aslında hiç biri, hiç kimse oturup yazmamış bana. Biri telefon etmiş “bu hafta sonu da gelsene” demiş, biri sms atmış, biri görünce teşekkür etmiş. Ama bir tek G. yazmış! Tüm var olamayışına rağmen, hakkaten yeri başkaymış bu adamın, helal olsun! Bi’dakka ya, sadece mektup da değil ki…

Niye saatlerdir oturmuş bunları okuyorum peki ben? Niye yapıyorum bunu biliyor musun? Giderken fonda valizim dolu yine aşklarla anılarla yola çıktım sonsuz yalnızlıklarlaçalsın istemiyorum da ondan. Gerçi eğri oturup doğru konuşalım bunların hiç biri aşk değil. En çok G. yaklaşmasına rağmen o bile değil… O yüzden valizimi dolduramazlar aslında. Olsa olsa kadehimi doldururlar bu gece.

Yine de “acılar pişmanlıklar ve ben yollarda” demek istemiyorum işte. Pişman olmadığımı ispatlıyorum kendime; hiç gocunmadan hatta hafiften gülümseyerek okuyarak, tek damla akıtmadan yazarak. O yüzden kurcalıyorum eski defterleri. 4 saat olmuş bak. Yazıyla dört. Oturup iki film daha seyredebilirdim ben o 4 saatte. Ve böylece yeni yıl listemin içerisinden bir maddeyi silmiş olurdum. Başarmış olurdum. Veremediğim cevabı öğrenmiş olurdum. Sahi bir cevaptı beklediğim diğ mi?

Cuma günü aldım yanıtımı. Perşembe attığım imzalara inat “Sana söz veriyorum” diyordu. İçi dopdolu cümlelerle umut veriyordu. Şaşırdım, şapşallaştım ve karıştım. Karıştırdım yine her şeyi birbirine. Aslında hiçbir sorumun cevapsız kalmadığını öğrendim bu arada.
Bir de o sorunun bana 2 yıl 1 ay 2 hafta önce sorulmuş olduğunu…


0 akıllı çıkaramadı:

doradoraa [at] gmail [nokta] com

ne güzel demişleR

deli saçması

  © Free Blogger Templates Blogger Theme II by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP