Perşembe, Nisan 30, 2009

love is... Red

Loving You - Minnie Riperton




































sevgilim bak, sen şimdi önümüzdeki yüzyıl içinde her hangi bir zaman diliminde gelirsen ve biz yine aynı zaman diliminde evlenirsek eğer napcam biliyor musun, düğünde senle benim fotolarımdan sılayt gösterisi yapcam, hepsinin üstende de böyle love is... yazcam. ya ya yaaa...

demek ki neymiş, sen gelince her fırsatta bol bol fotoğraf çektiriciiğiz demekmiş.
demek ki neymiş; kötü şarap adamı maymun ediyormuş.
demek ki neymiş; ben artık yalnız başıma içmeyecekmişim.
demek ki neymiş; love is unuttuğummuş...

Read more...

Çarşamba, Nisan 29, 2009

dost mavi

Hiç bitmesin istediğim yollar, yolculuklar var. Hayatımda bir şekilde hep var olsun istediğim insanlar var. Yaşanan hiçbir anın dönüşü yok ya, üstüne yüzbinmilyonlar versem bir daha asla “orada” olamayacağım yerler var. Bodrum açıklarında küçük bir teknenin kıçında ya da sadece Relax dinlemek için gittiğim(iz) o izbe barda ya da Ankara-İstanbul otobüsünün 13 numaralı koltuğunda ya da Ada’dan İstanbul’a göz kırpan mavi minderli salıncakta ya da Aydın otogarındaki o tostçuda…

Şarabın tatlı keyfiyle başımı göğsüne yaslayabildiğim, “ama ben böyle hiç güzel değilim ki” ye cevap, çekip saçlarımdan öpebilen, ellerimi avuçlarının arasına aldığında sadece buz kesmiş parmaklarımı değil yüreğimi ısıtan adamlar var.

LAR onlar evet. 1 değil, 2 den bile çokLAR. 3 ten fazlası gerçek olamaz zaten, gerçekliğinden şüphe etmeyeceğim kadar çoklar.

Aylarca, yıllarca ortalıkta görünmeyip, bir hafta sonu içinde beni nefessiz bırakacak kadar ruhuma can üfleyenler onlar. Hiç bitmesin istediğim yollarda, hiç bitmesin istediğim anlarda başımı omzuna yasladıklarım onlar. Aylardan sonra, mor defterimin kapağını açıp, sayfalarca yazdıranlar onlar.

Oturup yazdım evet, cümle cümle anlattım sen'i.

Ve se'ni, yazdım sayfalarca.

İçimden ne geçtiyse...Apaçık. O cümleler sadece bana ait ama senin olmasını istediklerimde gizli kalsın istemedim. Ben buraya ne zaman duygularımı yazdıysam mahvoldu o ilişkiler. Bunu bile bile yazıyorsam hala adam olmaz zaten benden. Bunu bile üstüne bir de şarkı ekliyorsam gerçekten hak etmiyorum bu ilişkileri demektir.
Ya da “sadece özel olduğunu bil istedim.” demeye çalışıyorumdur. Kim bilir?



in a manner of speaking - nouvelle vague



dibine not: Hey sevgilim, belki yıllar sonra sorarsın ben şimdiden söyleyeyim. Tenime başka kokular, saçlarıma yabancı eller değse de yüzüme kimse dokunmadı hala… Biliyor musun bunun anlamını? Bilmiyorsan eğer sevgilim bile olamazsın ki zaten, sıkma hiç tatlı canını.
dibinin körü: Yazdım, sildim defalarca. Uyudum, uyandım üstüne günlerce. Ve en son bu sabah dedim ki "eğer hiç yazmamış olursam, işte o zaman 'ikiyüzlülük' yapmış olacağım." Publish gitsin...

Read more...

Perşembe, Nisan 23, 2009

yeni tuRuncu

Ayşe tatile çıkabilir.

Buradaki Ayşe ben oluyorum. Tatil olarak da WOW Kremlin Palace düşünüyoruz. 3 gece 4 gün 370 lira. Ulaşım dahil. Daha Allah’tan belamı mı isteyeceğim? ( ki kendisi, Allah yani, istediğim pek çok şeyi vermez, tutar şimdi belamı verir, uğraş dur işin yoksa. Ki bir işim var ne yazık ki. Ben “istemiyoruuuumm bunuuuu” dedikçe “çok şükür bu krizde” diye başlayan cümleler kuruyor birileri. Kapa parantez) Git gel bir soluk al işte. Neyine yetmiyor.
Ama asıl amaç tatil değil. “Zengin Koca Avı” Evet efenim. Yeni hedefim budur. “zengin koca” hatta bundan böyle hayattaki yegane idealim kendisi. Valla lan. Şimdi alay ediyorsun ama bi’dinle bak, çok geçerli sebeplerim var artık. Etraflıca düşündüm bu konuyu şu uykusuz pms gecelerinde. Büyükçe bir kadeh kırmızı şarabım da vardı. Sonra o büyükçe bir şişe oldu falan. Epey detaylandırdım mevzuyu yani.

Bak şimdi bi’kere eğri oturalım, doğru konuşalım. Kariyer, hırs, haftanın 6 günü, günde 11 saat çalışma, sabahım körü toplantıları, akşamın körü yabancı ortak gezdirmeleri falan kadın işi değil kardeşim. DE-ĞİL! Evet ekonomik özgürlük, birilerine muhtaç olmamak, okuduğun okulların, uykusuz sınav gecelerinin hakkını vermek falan önemli, bunlara bir diyeceğim yok. Ama hiçbir kadın “business” olayı için yaratılmamış. Sırf şu blog aleminden bile 40 tane yazı çıkarabilirim “tek hayalim, evimin hanımı, çocuklarımın anası olmak” ya da daha entel ifadelerle “bence mutluluk sahil kasabasında ben kitaplarımı yazarken sevgilimin gelip omuzlarıma masaj yapmasıdır” temalı. Çalışmaktan gocunmak değil bu. Genler, içgüdüler ya da her ne zıkkımsa işte, “çalışma hayatına” programlanmamış biz. Ben değilim en azından. Sen de değilsin bebeğim, bana laf yetiştirmeye uğraşma şimdi. Ha, sıkıya gelirsem, zora düşersem amına bile korum ben o “business” hadisesinin ama benim var oluş sebebim bu değil! Erkek çıkıp avlanacak, ben de alevde ızgarayı keşfedeceğim. Olay budur. (bi’whooper olsa da yesek lan. Ya da şöyle bi’güzel mangal mı yapsak hafta sonu, of ofoofoffff)

Sonracığııımmaa… Eeee sonraacığımaaa. Bi’dakka ya bu tek başına yeterli bir sebepmiş zaten. Şimdi başka bir bahane gelmedi aklıma. Ha sahi şey var.

Şimdi bu zengin koca karısı olmayı hazmetmek zor. Tabiiii... Bu çok mühim bi’şi. Eskiden “yahu bu kadınlar bunu nasıl kabulleniyor, ne kadar onursuzlar” falan diyordum ama aştım onları da artık. Şimdi biz böyle kariyer kadın olarak (ki bundan sonra adı bi’daha geçerse KK olarak anılacaktır) “nayır n’olamaz beni aldattın demek hüsamettin” deyip kapıları çarpıyoruz, siktir ediyoruz ya herifleri, zengin koca karısı olarak bunu yapmıyorsun tabi. Salaklığın manası yok. Herif zenginliğine güvenip her boku yiyor madem, kapa gözlerini otur üçyüzbinmilyon avroluk deri koltuğunda şekerim. Hem kafanı kullan accık, herifi elimde tutacağım diye, yatakta kelepçeydi kırbaçtı, zibilyon tane maymunluk yapacağıma, gözlerimi kapar vazifemi yaparım. O gitsin istediğini yapsın, yaptırsın. Akşama bilmem ne holdingin bilmem kaçıncı yılı şerefine verilen davete karısı olarak gene ben gittiğim sürece sorun yok. Gelsin Şamdan kapakları, gitsin Alem röportajları “cemiyet hayatının ünlü simalarından Tacettin Büyükyiyiciler’in eşi Z. hanım kıllıgöbekler’in verdiği davette şıklığıyla yine göz kamaştırdı…” Ahahaaa! Zeyno bile diyebilirler o zaman bana. Başka bir insan olacağım nasılsa, başka bir ismim de olabilir o zaman.
Nema problema!

Başka bir insan olmak evet. Bu şekilde ve bu gidişle bir türlü "ben" olamadığıma ve olamayacağıma göre, gayet doğru bir karar bence bu zengin koca bulma kararı. Üstelik bugüne kadar olmaya çalıştığım ve elimde patlayan tüm ideallere tezat, bunun elimde patlaması durumunda bile bomboş kalmayacağım. Senelerce hakim olcam, kaymakam olcam diye o kadar kastım da n’oldu, daha dün ‘danıştayın bütün üyelerini cumhurbaşkanı seçer kardeşim’ diye saydırırken buldum kendimi. Bitmişim yani ben. (Danıştay üyelerinin ¼’ü c.başkanı, ¾’ü hakimler savcılar yüksek kurulu tarafından seçilir. Ha hakimler savcılar yüksek kurulu üyelerinin hepsinin cumhurbaşkanı seçer ordan karıştırdım diyeceğim ama yemezler. En azından ben yemem. Çoktan unutmuşum. Sayıştay’ın hala TRT’yi denetlediğini falan iddia edebiliyorum mesela, yuh artık!) Nereye gitti onca çaba. Ne kalmış elimde. Çoktan boşaltmışım o klasörleri...

Off yemişim yüksek yargıyı, zengin koca arıyorum artık ben. Şimdi ben bu yola baş koydum ya; bi’kere hiç bi’şi olmasa benim bu “zengin bekar”ların olduğu habitata girebilmem için kafadan bir 10 kilo verip sıfır beden olmam gerekiyor. (ki 10 kiloyla ancak 36+ olabilirim sanırım ama bu da bi’şidir sonuçta) ARTI şimdi bu elemanların dikkatini çekmek için acaip stayliş giyinmek, feşinıbıl kıyafetler kuşanmak gerekiyor (hımm feci masraf çıkacak bana ya, neyse) kiloları verdik, süpersonik bir gardıropta hazırladık mı, tamamdır. Hiç kimseyi tavlayamasam bile bunlar beni bir süre idare eder. ARTI Büyükyiyicilerin oğlu Tacettin’i tavladıktan sonra kendisi beni hediye manyağı yapacak mı, yapacak tabi. Heh. Diz mücevher kutusuna çok taşlıları, elmasları, zümrütleri. (yemişim zümrütü, arabayı yenilesin önce eşek olmasın, taksiyle mi gezicem ben) E hiç bi’şi kalmasa geriye bunları bozdururum, 1-2 sene de onlar götürür (yuh hazine sandığı oldu bu, neyse) ARTI Tacettin’e imzayı attırdım mıydı, of of of of. Geri kalan hayatımı, en güzel menekşe sulayanlar derneği çatısı altında, genç kızlarımıza yüksek sosyeteden koca bulma çalışmalarına adayacağıma and içerim lan. And neymiş, viski koy kızım bize, buzda getir. Oh miss..

Hayır efenim hiç alakası yok bu söylediklerimin votkayla.

Karma mıdır, kader midir, kozmoz mudur ne zıkkımsa bütün oklar zengin koca’yı gösteriyor bana. Bak şimdi pazar günü, evde yalnız başıma oturmuş zapping yapıyorum, ekranda “Erdal acar’ın eşi “Ünlü modacı” Emel Acar, güzellik sırlarını açıklıyor.” Bu kadın hangi ara modacı oldu lan!? Oturup izliyorum. güzellik sırları hikaye Erdal Acar’ın karısı oturmuş eni-konu evliliklerinin bu kadar uzun sürmesinin temelinin sadakat olduğunu anlatıyor. Lan bu herifin şeetmediği kadın kalmadı piyasada, kadın “13 yıllık evliliğimiz” ve “sadakat” sözcüklerini aynı cümlede kulanıyor.
Sonra gel pazartesine, bir veda maili, “evliliğim dolayısıyla aranızdan ayrılıyorum bık bık bıık” Bu kız hangi ara koca buldu lan?! Öğle yemeğine çıkıyoruz beraber. 2 ayda olmuş her şey, Lacivert’te tanışmışlar, çocuk Nestle’de bilmem ne sorumlusuymuş-muş-muş-muş. Parmağındaki yüzüğin kafam kadar olduğunu söylemeye gerek yok sanırım.
Sonra gel Çarşamba’ya. Tam iş çıkışı bir müşteriyi ara. “Müsait misiniz?” “Ay hayır çok acil bi’şi değilse hiç uygun değilim, Floransa’dayım ve düğün hazırlıklarımı yapıyorum, hiç vaktim yok şu günlerde, türkiye’ye (istanbul’da değil) dönünce ben ararım sizi” ÇAT!
Telefonun suratıma kapanma sesiyle kendime geldim, aydınlandım bir anda resmen!
Dedim "kalkın kızlar içmeye gidiyoruz". Anlattım hepsine yeni planımı.

Kuş gibi rahatım şimdi. Yeni bir idealim var artık hayatta. Ohh be!

Evet artık, Ayşe tatile çıkabilir.
Ayşe Güneş Erata'yı tanımam etmem, zaten türk siyasal hayatı'ndan zar zor geçmiştim son dönemde.
Bu cümledeki Ayşe ben oluyorum, harekatta zengin koca bulma harekatı. O kadar!


Read more...

Pazar, Nisan 12, 2009

belki de yeşil


şey ben.
bilmiyorum.
sabahın 4ü olmuş uyumuyorum.

bir şarkı var zihnimde, dans eden bir kadın. beyaz bir halının üzerinde, çıplak ayaklı. uzunca bir elbise giymiş. balkon kapısı açık. esen rüzgar tülü havalandırıyor. balkonda arkası dönük bir adam. tanımadığı, yüzünü hiç görmeyip siluetini ezbere bildiği.

maviye giden turuncu bir aydınlık var ufukta, laciverte tezat bembeyaz bir bulut. bir kadeh kırmızı şarap var. yeşil bir hüzün. sararmış yapraklar var vazonun yanında, mor bir kalemle yazılmış satırları ıslatan gri bir gözyaşı.

siyah bir nokta var
hiç bir cümleyi bitiremeyen,
küçücük bir harf var, alfabenin en sonunda,
bir türlü yeniden başlayamayan.

Read more...

Cumartesi, Nisan 11, 2009

bahçede



Damla kendini tamamlayınca damlar.
Günlerin gecelere bağlanışında bir,
gecelerin günlere uzanışında iki,
birikmemi tamamlanmaktan koruyorum şöyle ki:

Önce bir şeyler yitiriyorum, somut şeyler,
çakmak, tarak, kalem, çanta, saat, para gibi
önemsiz şeyler.
Alışkanlığım tükenmiyor
biriktirmeyi sürdürüyorum gene,
usanmıyorum.
Biçimler, renkler, şişeler eskiler.
Unuttuklarımı saymıyorum çünkü unutmuyorum.
Azala azala yitmekten
bir de bütünlenmekten ötede
hüzünlü bir gecikme içine dalıyorum
yalnız başıma
özel yoluma sapıyorum,
seziyorum,
birileri özenle bana bakıyor.

Uykum kaçıyor, ne iyi diyorum,
somut şeyler karışıyor yaşantıma.
Elimi kesiyorum, kan akıyor,
gizliden gizliye seviniyorum.
Öyle yalanlar saklanıyor ki gözlerime
canım acıyor,
deliriyorum;
seviyorum neden sonra anlıyorlar
acı acı seviniyorum.

Gözüme ilişiyor, kulağıma ilişiyor,
görmemezliğe geliyorum,
duymamazlığa geliyorum,
düşünmüyorum, öteye itiyorum
damlamıyorum.


Özdemir ASAF

Read more...

Perşembe, Nisan 02, 2009

hayat diye biR şey vaR


Hayat diye bir şey var!


Nedir, ne oluyor, unuttunuz mu yoksa yaşadığınızı, günler, kızgın küller gibi bütün duygularınızı kavurup öldürerek mi geçiyor üzerinizden, arzuyla dudağınızı ısırdığınız olmuyor mu hiç, bir müzik sesiyle şöyle bir koltuğunuzda doğrulduğunuz, aniden bir yaz yağmuru gibi boşanıveren sebepsiz sevinçlere inanmıyor musunuz? Bir ağaç gölgesinde bir an durmak, bir akşamüstü denize baktığınızda bu sonsuz suların kıpırtısına şaşmak yok mu artık, elele tutuşmak, bir avucun bir başka avuca dokunmasının yarattığı ürperti de hayal hanesinde kendine bir yer bulmuyor mu? Bitti mi bu macera, çekildiniz mi hayattan, hayatın sizin bulunmadığınız yerlerde yaşandığına mı inanıyorsunuz, daha bitmeden bitirdiniz mi her şeyi, yorgun ruhunuz yeni coşkular için hazır hissetmiyor mu kendini.

Delirdiniz mi siz?

Şu köşe başında karşınıza ne çıkacağını ne biliyorsunuz, biliyorum genellikle köşe başlarından açlık, acı ve ölüm çıkıyor karşınıza ama kim bilir, belki eski bir dosta, belki güzel bir kadına, belki okunmuş kitaplar satan bir sahafa da rastlayabilirsiniz, bir piyano sesi duyabilirsiniz ya da bir Rumeli türküsü açık bir pencereden, bir söğüt ağacı görebilirsiniz çocukken kabuğundan düdük yaptığınız, dans adımlarıyla yürüyen bir çift bacak geçiverir önünüzden, bir oğlan bir ıslık çalabilir, hatta siz bile çalabilirsiniz.
Ne sevinci, ne hayatı, ne eğlencesi para yok ki diyorsanız eğer ve eğlenmek için paranın gerekliğine bu kadar inanıyorsanız, emin olun paranız olduğunda da eğlenemezsiniz, para eğlenmeyi çeşitlendirir sadece ama eğlenceyi yaratamaz, öpüşmek parayla değil, şarkı mırıldanmak parayla değil, acaba o şimdi ne yapıyor diye düşünmek parayla değil, TV'de iyi bir film seyretmek parayla değil, sizin için demlenmiş bir bardak çayı, bu benim için yapıldı diye neredeyse gururla alıp, bardağı ince belinden sıkıca kavrayıp içmek parayla değil. Bir tabak semizotunu sevinçle paylaşabilirsiniz ve hiçbir pahalı lokantada bulamayacağınız bir tat alırsınız, eğer bir tabak yemeği paylaştığınız, paylaşmak istediğiniz insansa.

Hayat diye bir şey var.

Sadece sizin olan, sadece size ait, içinde sadece sizin gördüğünüz çiçekler açan, yalnızca sizin müziklerinizin çaldığı bir bahçe var, sokmayın oraya öyle herkesi, çiçeklerinizi başkalarının çapalamasını beklemeyin, şarkılarınızı başkalarına söyletmeyin. Anladık ahmaklıklar oluyor, aptalca kararlar veriliyor, hepinizin hayatından bir şeyler çalınıyor, hayallerinizi teker teker buduyorlar, ümitlerinizi öldürüyorlar, çaresiz bırakıyorlar sizi, yenildiniz belki de, yenilginin ağır yaralarını taşıyorsunuz ruhunuzda ama gene de bir hayatınız var sizin, sadece size ait bir bahçeniz, durup soluklanacağınız, yaralarınızı yıkayacağınız, çiçeklerini seyredebileceğiniz bir bahçe.
Soğukta bir bira içebilirsiniz, bir ağacın gölgesinde durabilirsiniz bir an, sabaha karşı uyanıp her ay yeniden doğan hilale bir bakabilirsiniz, çok sevdiğiniz bir kitabı bir daha karıştırabilirsiniz, aşık olabilir ya da aşık olmayı düşünebilirsiniz. Sevdiklerinizi özleyebilir ve bir gün yeniden kavuşabileceğinizi hayal edebilirsiniz, geceleri ağaçların daha değişik koktuğunu fark edebilirsiniz, yeni bir salata icat edebilirsiniz, sevgilinizi çırılçıplak soyup evde öyle dolaştırabilirsiniz, saçlarınızı her zamankinden daha değişik kestirebilir, evinize bir gün de başka bir yoldan gidebilirsiniz, alışkanlıklarınızı değiştirmek için kendinize karşı müthiş bir savaş açabilirsiniz.

Hayat diye bir şey var.

Her zaman size keşfedilecek geniş alanlar bırakan, ne kadar yaşarsanız yaşayın daima bilmediğiniz, kuytularına sokulamadığınız bir hayat, sadece size ait bir hayat. Biliyorum dertler çok, ahmaklıklar yapılıyor, sıkıntılar bitmiyor, günler birbiri ardına buruşup eskiyor, yorgunsunuz, belki yeniksiniz. Teslim mi olacaksınız peki? Hayal kurmayacak mısınız, çılgınca sevişmeyecek misiniz, bir daha öpüşmeyecek misiniz, ağaçlara bakmayacak mısınız, denizlere şaşmayacak mısınız, ani ve sebepsiz sevinçlere inanmayacak mısınız, bir tabak semizotunun tahmin edemeyeceğiniz kadar lezzetli olabileceğini hiç düşünmeyecek misiniz, sizin için demlenmiş bir bardak çayı bardağı belinden kavrayıp içmeyecek misiniz?

Delirdiniz mi siz?
Hayat diye bir şey var, evet orada, elinizin hemen yanında duruyor.

Ahmet ALTAN






bu yazıyı teselli için en son okuduğumun ertesinde almıştık kanser haberini, kağıdı kalemi elime alıp en son yazdığım gece 1999 depremi olmuştu. bugün benim için demlenmiş bir bardak çayn sıcaklığında aklıma geldi varlığı... şimdi günlüğümün en başına/sonuna da koyuyorum işte. daha varsa gelmedik bir felaket buyursun gelsin bakalım!

ben nerede olduğunu bir türlü öğrenemesem, bulamasam da hayat diye bi'şey var, inanıyorum hala! buyursun gelsin bakalım!


Read more...
doradoraa [at] gmail [nokta] com

ne güzel demişleR

deli saçması

  © Free Blogger Templates Blogger Theme II by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP