Pazar, Eylül 20, 2009

bayRamlaşamadıklaRımızdan mısınız?

Huzur, sağlık, mutluluk, barış... tüm ramazan boyu bunlar için dua ettik/ettiniz/ettiler.
Bence bayramda değişiklik yapalım. Bu sene başka olsun.
"Çılgın" olsun mesela bayram!
evet evet.

Çok çılgın bir bayram geçirmeniz dileğiyle.


Read more...

Cumartesi, Eylül 12, 2009

biR ölüm, saRı siyah


Bu bir hikayeMsi olsun yine. Ne kadarını benim yaşadığımı, ne kadarını diğerlerimin uydurduğunu kimse bilmesin. Ben bile hatırlamayayım artık. Uykularım kaçmasın. Ne bir youtube karesi olsun, ne de tek bir link olsun gerçeğe uzanan. İsmini bile hatırlamayalım hatta “o kadın” olsun yine sadece. Yok bu kez “Genç bayan” olsun. Yağmurlu bir Salı sabahı olsun.

Ama yok bu bir hikayeMsi olsun demiştik değil mi, öyle olsun.

“19 yaşındaydı ve hayallerine diğerlerinden bir adım daha yakındı” diyordu televizyondaki ses onun için. Diğer 6sı zaten senelerdir işçiydi de, o hem 19 yaşındaydı, hem de stajyer modelistti. Konfeksiyoncu olmayacaktı yani büyüyünce, hayalleri vardı. Ama 19 yaşındaki her genç bayan gibi biraz kıskanç biraz dedikoducuydu o da.
O, işe 2 mahalle ötedeki evinden yürüyerek gelirken, her sabah klimalı, siyah camlı servis minibüslerinden inen diğerlerini görürdü. Servislerin siyah camından bakardı aynadaki aksine. “Benim neyim eksik” derdi muhtemelen içinden. Arkadaşlarıyla yan yana olunca laf bile atardı “mahallenin sosyeteleri geldi” diye.

Siyah camlı klimalı minibüslerle gelenler, onların fabrikanın önündeki simitçiden simit almak için servisi durdururdu. Tıkır tıkır topuklarının üzerinde 4-5 adım atar, ‘2 simit lütfen’ derlerdi. Simitçi Fatma abla 2 simidi poşede koyarken, iphone’undan iş arkadaşını arar “canım simit alıyorum aşağıdan, aa onlarda mı erken gelmiş, e terasta masa tutun o zaman geliyorum” deyip telefonu kapatırken, “Ay şey 5 olsun simitler” der, 20 lira verir paranın üstünü saymadan alır, yine servise binerdi. Fabrikayla kendi iş yerinin arasında 300 m. yoktu ama güvenlik şefinin talimatı vardı, bütün servisler kapıdan giriş yaptıktan sonra personeli bırakacaktı. Klimalı servisin şoförleri talimata harfiyen uyar, simit alanların servise binmesini bekler, 300 m. sonra yine indirirdi.

O, topukları tıkır tıkır giden kızın arkasında bakar, “1 simitte bana versene Fatma abla” der ve “75 kuruştu di mi?”, diye her sabah sorardı. Kim bilir belki de bir sabah indirim yapacağını düşünürdü Fatma ablanın, elindeki 2 yirmibeş, 2 on, 1 de beş kuruşu tek tek sayarken. Simitin ucundan ısırırken kızın elindeki telefonu akşamki dizi de Bihter’in elinde gördüğünü hatırlar, iç çekerdi. O daha 19 yaşındaydı ve hayalleri vardı.

O sabah 19 yaşındaki genç bayan evden çıkarken çok yağmur vardı. Fabrikadan aradılar. ‘Bugün yürüme çok yağmur var, servisle aldıracağız seni’ dediler. Annesinin televizyonda söylediğine göre kırık bir şemsiyeyle çıktı yola. Servisten sağ çıkan arkadaşının söylediğine göre “bahçeye geldiğimizde yerlerde 1 karış su vardı, terlikle çıkmışlardı, ayakları ıslanmasın diye yağmur dindikten sonra ineriz dediler ve kapıları kapadılar.”

Klimalı servistekiler her sabah şirket kavşağında radyonun sesini sonuna kadar açan şoförün bulduğu bir türküyle gözlerini açtılar. Evden çıkarken hiç birinin oralarda damla yağmur yoktu. “Göl olmuş buralar yaa” diye gözlerindeki çapakları silerken, arka koltuktan bir zeynep seslendi “aman İsmail ağbi, bizi arka kapıdan bırak beyaz converse’lerle çıktık evden, madara olmayalım” diğer Zeynep başını çevirip ters ters baktı. İsmail ağbi “bu işte bir bokluk var” deyip şirket yoluna girmeden sokağın başındaki benziciye çekti arabayı. Birkaç saat sonra zeynep’lerin yerinde özlem o benzcide olacaktı.

Şoför İsmail ağabey, servis sorumlularını aradı. Ulaşamadı. Biraz oyalandı. Bir sigara yaktı. 30 saniye dışarı çıktı. Bütün gömleği sırılsıklam geri geldi. Çalan telefonunu açtı. “Yok ağmirim çok şükür canımız sağ, personel sağlıklı, araçta sorun yok.” Neler oluyordu, anlayamadan bir dalga geldi. Klimalı servis savruldu.

Sonrası... Sonrası bütün değil. Çamurlu kareler, ıslak elbiseler, titreyen çeneler, ağlayan gözler, sürüklenen arabalar, çöp kutuları, suda savrulan ölü koyunlar, ‘hayır hayır fare değil onlar’ çığlıkları, akıntı, dalgalı güçlü bir akıntı. Ve soğuk. Ve baltalı bir adam ve beyaz bir servis ve kalabalık. Aa kameralar. N’olmuş. Serviste birileri mi boğulmuş. İstanbul’un orta yerinde adam mı boğulurmuş?

Özlem o benzincide beyaz bir örtünün altında yatıyordu. İstanbul’un orta yerinde bir servisin içinde boğulmuştu. Servisle gidip gelmezdi işe Özlem. En fazla klimalı servislerdeki diğer kızlara özenir, ben de bir gün derdi. Klimalı servistekiler beyaz converse’lerini düşünürken o canıyla boğuşuyordu. Ölümünün kalabalığı kendisini eve götürecek taksiyi bekleyen zeynep’in iphone’una bir fotoğraf karesi oldu. Bir başka Zeynep’in kabusu. Serviste ölen Zeynep’te olabilirdi. Değildi. Verilmiş sadakası mı vardı? Peki Özlem’in ne suçu vardı?

Bunu hikayeMsi yapan... bir video olsaydı keşke.
Keşke “bluetootunu açta şu kalabalığın fotoğrafını atayım sana” demeseydi hiç zeynep.
Keşke ben ertesi gün bir gazete manşetinde aynı karenin az biraz zoomlanmışını görmeseydim hiç.

Keşke ölmeseydi Özlem.
Keşke klimalı servislerde çizimlerinin son rötuşlarını yapıp sunuma/toplantıya yetişeceği sabahlara uyansaydı Özlem.

Keşke...

Read more...

Cuma, Eylül 11, 2009

geRçekten saRı, geRçekten çamuR

Bunlar gerçek evet.
10dakika öncesi "aa hadi telefonla video çekelim"ken, 10 dakika sonrası ölüm. o videoyla o fotoğrafların arası 10 dakika. 10 dakika sonrası ölüm. Bildiğin ölüm.
Ya da bilmediğin. Hiç bilmek, hiç yüzleşmek istemediğin.

Ölebilirdim, 10dk. geç ya da 10 dk. erken olsaydı.
Ölüm benim yanımdan aktı geçti, paçama çamurunu sıçrattı.
Ve ben oradaydım...

Ve arabalar vardı.
Sağda 1 polo, 1 reno, ortada 1 siyah toyota, solda 1 beyaz şahin.































Ve arkadaşlarım vardı. Akıntıdan karşıya geçmeye korkup, geri dönmeye çalışan,



dönemeyen,



ve o tünedikleri güvenlik kulübesi damından fotoğraf çekmeye devam eden;




Ve içinde kimin olduğunu, şimdi ne durumda olduğunu hala öğrenemediğimiz bir mini cooper vardı.




Sular çekildi şimdi.
Hepsi geçti...
Geçsin diye yazıldı, savruldu, gitti.

Read more...

çamuRlu mavi


Hayat öznesi yükleminden bağımsız cümlelerden anlamlı bir bütün çıkartabilmektir.

*bence şimdi, “aşık mı oluyorum” dedin sanki sen. Sevişmeden aşık olanlarla, terlemeden sevişenler mi sizle bizken senle ben olanlar. Hayır, karışık değil aslında. Uyurken bilmek gibi yalnız uyanacağımızı, yine de uyanınca evin içindeki tıkırtıları dinlemek gibi.

*bir şeylere varınca o vardığım şeyleri beni bi’şeylere dönüştüreceğini sanıyorum. Bir büyük yanılgı daha. Tatile gidince; yüzünde akşamdan kalma sevişmenin gülümsemesiyle bisiklete binerken saçları ve beyaz elbisesinin etekleri rüzgarla savrulan yanık tenli mutlu kız olacağımı sanıyorum. İşe giderken, laptop çantası omzunda bir elinde kahvesi bir elinde blackberrysi, yüksek topuklarının üstünde seke seke koşturan mutlu bir kız olacağımı sanıyorum. Okula başlayınca... oysa saçlarım rüzgarda savrulamayacak kadar kısa hala, oysa bir laptopum yok hala ve blackberryim sadece biletixle idefixten gelen etkinlik haberlerini veriyor düzenli olarak.

Derken hayatın “geçiciliğini” kavramaktı hayat. Cümleye kaldığı yerden değil bambaşka bir sondan başlamaktı.

Dünle bugünün arasındaydı sadece hayat.. Ölümle yaşamı ayıran taşkın bir selin damlalarındaydı.

*bir gün önce mutlu mesut güneşli hayaller kurarken bir gün sonra yağmurla birlikte bütün gün ağlamak gibi.

*bir gün önce “İstanbul”lu ve hatta “Boğaziçi”li olmakken, bir gün sonra büyük şehrin küçük deresinin “halkalarında” boğulmak gibi.

*bir gün önce anneyle, babayla kavga bağırış yatıp, ertesi sabah kapıdan girer girmez “ya ben ölüyordum” diye boyunlarına sarılmak gibi.

*bir gün önce 40 çeşitli sofrada “Allah seni bizden ayırmasın”ken bir gün sonra aynı masada çorba-makarna yapayalnız yemek yemek gibi

*bir gün önce “vay anasını mavi”yken bir gün sonra “neredeyse ölü siyah” gibi.

Hayat her şeye rağmen kaldığın yerden devam edebilmekti aslında, çamurlar hiç akmamış, insanlar hiç ölmemiş gibi...

Read more...

Pazartesi, Eylül 07, 2009

ayaRsız laciveRt

Sam neşeli bi’şeyler seçmiş bize.
Dinleyelim madem.



Rüyamda taksiciye 1000 TL verdiğimi gördüm. Üstelik aynı taksiciyi dönüşte de beni bırakması için çağırmışım. M. vardı (ö’nün kocası olan) aşk-ı ilan ediyordu bana. Uyandığımda unutmuştum. Telefonumu da evde unutmuşum. Geri döndüğümde M aramıştı. Ö’nün doğum günü için hediye seçmek istiyormuş.

Teyzoş taşındı yanımızdan. Umay okula başlayacak kadar, büyümüş. Hangi ara? Önlük alınırken “kaz alsana bana” diye tutturdu. Elimden tutup dükkana soktu. “Bak bu işte” diye bembeyaz, yumuşacık bir kaz indirdi raftan. Sonra bir üst raftakini görünce “o sarıyı da indirir misiniz, ona da bakmak istiyorum” dedi. Ben bu cümleyi tek nefeste kurabildiğimde ya 21 ya 22 yaşındaydım. Fiyatını sordu 8TL dedi kadın. “pahalı mı peki?” dedi. Satıcı kadın “yoo bu dükkandaki pek çok oyuncaktan ucuz” dedi. Bana dönüp “ucuz muymuş?” dedi. O kadar çok istedi ki şımarmasın diye almadın. Benden kötü bir anne olur biliyorum. Yarın gidip alacağım o kazı ama bir değeri kalmamış olacak.

Korkuyorum.

Babam yine bir takım planlar yapıyor benim için/benim yerime. Biz daha bundan sonra neler olacağını oturup konuşmuş değiliz.

Ramazan da kilo aldım üstelik. Ki ramazan benim metabolizmamı etkileyen bi’şey değildi bu yıla kadar. Ki ben bayramdan sonra tatil rezervasyonu yaptırmış bir bünyeyim. Şişmemem lazım.

Ufacık bir telefon konuşması yapmadığım için, kısacık bir mesafe yola 10 TL verdim bugün. Rüyam aklım geldi. Ve Umay'ın beyaz kazı.

Özel insanlar tanımıştım. Kimine tutup sen “özel”sin dedim ters tepti. Kimine demedim, “sen ne ayaksın” dedi. Birini daha kaybettim. Sevincimi paylaşmadım hala S.yle Y.yle A.yla. Babası öldükten sonra nasılsın diye sormak için hiç aramadım Y.yi. Ve F.yi sınavlarının nasıl geçtiğini sormak için. Ve askerden döndü döneli M.yi, sadece “nasılsın” demek için.

Çarşambaya kadar kaydım yapılmış ve hatta kardeşimin de hayatını değiştiren sonuçlar açıklanmış olacak. O artık evlilik planları yapıyor mesela. Garip. Ürkünç hatta. Yani uzun süredir birlikte diye, ilk ciddi ilişkisiyle... Hımm... Benden kötü bir görümce olur biliyorum. Ki görümceden başka akrabalık ilişkisi bilmiyorum zaten.

Hayat akıyor, dünya dönüyor, günler geçiyor. İnsanlar ölüyor, insanlar doğuyor.
Ben bugünlerde hep meşgulüm, hem koşturuyorum bir yerlere. Mektuplarım var postalanacak, arkadaşlarım var aranacak... Bozuldu yine balans ayarım. Şu pms de geçsin hele önümüzdeki maçlara bakalım.

Yeni bir Eylül başlıyor yahu.
Relax!

Read more...

Perşembe, Eylül 03, 2009

ışıl, pıRıl mavi



VEEEE DANANIN KUYURUĞU KOPTU:

83,907 41,954 --- 79,830 15,966 --- 70,000 7,000 --- 50 10 = 74,920 = BAŞARILI


Önce beni bi’görüşmeye aldılar. Dediler ki “4-5 sene olmuş sen bu işi bırakalı, şimdi başına saksı mı düştü? Neden geri geliyorsun?” Anlattım da anlattım. Öyle bir sıkıştırdılar ki beni, herhalde ikna edemedim düşünceleri ile çıktım yanlarından. Sonra bi’takım rakamları çarptılar böldüler topladılar çıkardılar ve sonunda bana “başarılı” dediler.

Başarılı olmak bu kadar kolaydı demek. Ama bi'dakka ales-proficiency-mülakat süreci ayrı ayrı yordu beni. Hiç "kolaymış" deyip, durumu hafifletmeyeceğim. Türkiye’nin en köklü, en büyük, en iyi üniversitelerinden birinde yüksek lisansa kabul edildim. Aferim lan bana!

Mutlu olmayı mı unuttum nedir? Şöyle “hayat maksimumda” tipleri gibi havaya sıçrayıp, sevinebilmiş değilim hala.

Bi’silkin kızım ya! Sen ne kadar uzun zamandır bekliyorsun bu haberi.
Yepyeni mavilere yelken açıyosun işte. Kararlılıkla dümen kırılmış, çoşkun dalgalara döndün yüzünü nihayet. Çok bi’güzel, hep bi’güzel olacak her bi’şey :)

Eylül geldi kızım! Yine yeniden okula dönüyorsun!

Hey Sam, neşeli bi’şeyler çalsana bana.

Hımm ezan okunuyor. Bu da bi'işaret sanırım.

Read more...
doradoraa [at] gmail [nokta] com

ne güzel demişleR

deli saçması

  © Free Blogger Templates Blogger Theme II by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP