Salı, Aralık 15, 2009

kızıl mavi


http://www.youtube.com/watch?v=i5mrOn4NOPg

Birkaç gündür kafamın içinde sadece bu şarkı çalıyor. Böyle bir 90lar havası falan diyeceğim, değil... bugün hiçbir şey yapmayışın müsebbibi de bu şarkı muhtemelen. Oysa ne kadar güzel bir mesaj almıştım sevgilimden, yüzümde kocaman bir gülümsemeyle kızartmıştım ekmeklerimi. Pazartesi sabahı koştura koştura işe gidenlere inat, saat 11:00de terliklerimi sürüye sürüye kahvaltı tepsimi tv.nin karşısına götürmüştüm. Zeytinlerimi kekikleyip yağlamış, balın içine birkaç tane de ceviz atmıştım. Kumandaya kayıtlı ilk 5 kanalda sedasayan’ı göremeyince, müzik kanallarını açmıştım hemen, numberone’da reklam vardı, kral’da tanıtım. Powerturk’te Sertap anons ediliyordu. Üstündeki yağı henüz erimiş ekmeğimden bir ısırık, bir çatal peynir, bir yudum çay almıştım ki;

“Sorma bu ara şu halimi, bu acıların hepsi mi daimi,
yazık oldu her iki tarafa da şimdi sence daha iyi mi” dedi Sertap.

Bi’yutkundum.

Geçen hafta kahvaltıya uğradığımda teyzoş fark etti:
—o nedir senin kolundaki?
—basket potası canım, yakışmış mı?
—off bizde görüyoruz herhalde bileklik olduğunu, sen sarı altın takmazsın ki?

O ana kadar kolumdakinin altın olduğunu fark etmeyişim mi, sarı altın olduğunu yadırgamayışım mı, daha takalı 12 gün olmasına rağmen yerinde olmadığında rahatsız edişi miydi beni en çok şaşırtan bilemedim.
“Aa bu altın diğ mi?” şaşkınlığıma, “e bu yaştada hala deri bileklikler takmayacaksın herhalde” diye başladığı takılması benim sersemliğimi fark ettikçe derin bir sorguya dönüştü.

Cevaplarımı duydukça bu kez onun gözlerindeki şaşkınlık büyüdü. Oysa ben olanı biteni anlatırken “ama”lı cümleler kurmuyordum. “Ama boyu biraz benden kısa” değildim ya da “ama lise mezunu yani şimdilik” demiyordum. “Rağmen”li cümlelerim önce biraz kulaklarımı tırmalasa da “ama”larımdan daha samimi olduğumu fark ettim anlattıkça. O ise sordukça soruyor, kurcaldıkça kurcalıyordu. Bir ara Umay’ı “kızım kardeşini de al oynayın odanızda, bak ablanla bi’şey konuşuyoruz rahat bırakın” diye azarladı hafiften. Bugüne dek bir sürü şeyi, çocuklarla boğuşurken konuşmuştuk halbuki...
En son “eee” dedi.
“ee’si aşığım” dedim.
“ah tabi ya aşk!” diye başladı. Bir an durdu. Eminim ilk aşkını, evlilikten döndüğü ve hayatında muhtemelen ilk kez birlikte olduğu H. kişisini hatırlamıştı. Ve o’na yaşattığı acıları. Gencecik bir kızken onunla birlikte olmak için tüm aileye karşı verdiği mücadeleyi ve buna rağmen yediği kazığı...
“bak” dedi “aşk...” karın doyurmuyor diye vurgulanmış bir "aşk"tı bu. Umay içeri girmeseydi muhtemelen böyle devam edecekti.
“anne bize biraz ıslak mendil verir misin, banyodakiler bitti de”
“ne ıslak mendili, ne bitmesi, n’apıyorsunuz siz içerde” diye söylene söylene kalktık ayağa.
Çocukların odalarına doğru yaklaştığımızda banyonun karşısındaki koridor duvarında pastel boyalarla abla kardeş yaptıkları sürrealist çalışmayı gördük. Bir kaç ufak çığlıktan sonra başarılı bir tablo olduğuna ama biraz daha geliştirilmesi gerektiğine karar verdik ve ıslak mendillerle duvarı temizlemek yerine, hafta sonu marketten alınacak duvar kalemleriyle o resmi biraz daha şekillendirmek için anlaştık.

Bense hafta sonu sözümü tutmadım. Tek izin gününde sevgilimleydim. Rakı içtik birlikte. Bir 35liği biraz meze, çokça muhabbetle bitirdik.
Sarhoştum kollarında. Sonra eve döndüm ve ayıldım. En çokta bu koydu zaten.
İlk öpüşme, ilk sevişme, ilk hediye, ilk seni seviyorum gibi yer etti o gece “ilk ayrılık”. Kollarında sarhoştum, taksiye bindim ve bitti. Eve döndüm ve hiçbir şey yokmuş gibi salona girdim. 1 haftadır görmediğim babamın, “nerde kaldın”ına cevap verdim önce, sonra annemin “aç mısın”ına. Sonra gelip bu koltuğa oturdum yine. Bilgisayarın düğmesine basıp yine aynı ekranı açtım. Üzüldüm ve kızdım. Kızgınlığım kendimeydi yine. Üzgünlükse birine yöneltilemiyor. “Sana üzgünüm” olmuyor, mesela. Üzüldün mü zaten hep kendine.

Yatağa uzanıp, O’nu hayal ettim, iyi gelir diye. Korktum yine. Yine sorular üşüştü zihnime. En baskını bir acabaydı bu kez; “acaba birbirimizi bu kadar çok arzuluyoruz ve bu kadar çok özlüyoruz diye mi bu kadar çok sevdiğimizi sanıyoruz?” Olabilir mi bu?
Hani neredeyse Nazım’ın Pirayesi, Dali’nin Gala’sı gibi hissettiriyorken bana, bu soru O’na yapılan bir saygısızlık biliyorum. Ama aklımı kaçırmak üzereyim aşk’tan.
Tarihimde olmayan kıskançlıklar yapıyorum. Benden önce yattığı kadınları kıskanıyorum delice. Hayır hayır seviştiği kadınlar değil onlar, sadece yattıkları!
Olmaz’ım yok O’na karşı. Ada’dayken yaptığım “ya hayatta her şeyi yaparım ama bunlar olmaz” listemin ilk 10unda değil miydi? Ya da rakı içerken söylediğim? Ki fark etmiş O’da bugün gelmiş “böyle bir şey yapacağımı neden düşündün anlamadım” diyor. Korkuyorum çünkü, tüm duvarlarımı aşıp girdi hayatıma, şimdi bütün olmaz’larımı tek tek yıkıyor...
Korkuyorum çünkü O’nu alıp hayatımın merkezine koyamıyorum bir türlü. Çünkü ben bile yokum o merkezde bugün. Bir evet bekliyorum, son bir tamam daha alınca devlet baba’dan, tüm hayatımı değiştirmek için start vermiş olacağım. Ve merkezinin neresi olduğunu benim bile bilmediğim bir hayat için çalışmaya başlayacağım. Ve merkezinin neresi olduğunu bilmediğim bir dünyaya yerleşmiş olacağım.

O yüzden bugün hiçbir şey yapmıyorum. Ne okula gidiyorum, ne de işe. Hala istifa etmediysem, gün içinde O’nunla terasta baş başa kalabildiğim birkaç dakika için bu.
Hala tek satır ödev yazmadıysam, O’nunla olmak varken zaten bitirmeyeceğim bir okula vakit harcamamak için...

Ben Z.G. en çok övündüğüm yetimi kaybettim.
İşle aşkı, okulla özel hayatı, sınavlarla aşk acılarını, toplantılarla sevgili kavgalarını ayıran mekanizmamı kaybettim. Hiçbir şey yapmıyorum!

Ben Z.G maskelerimi bırakıyorum yavaş yavaş. Beni en çok koruyan maskelerimi takmıyorum O varken. O’nunlayken sadece ben oluyorum. İçimdeki tüm karanlıklarım aydınlanıyor gözlerindeki ışıkla. Bütün boşluklarım doluyor varlığıyla.

Ben Z.G. tarihimde görülmemiş duygular yaşıyorum.

Sabah ne diyordu Sertap;

"yoruldu, duruldu, kırıldı, vuruldu birkaç kere...
yazılıdır hepsi hikayede."

3 akıllı çıkaramadı:

hep 16 Aralık 2009 13:25  

Aşk iyidir, akışa bırak. Kendini didikleme ve tadına var. Gençlik de aşk da geri gelmeyecek şeylerden. Uzaklara gidişinden sonrasını gittikten sonra düşünürsün.
Sevgiler

S 16 Aralık 2009 22:31  

o kadar karartti ki bu yazi icimi gecen gun, susmaya karar vermistim.

simdiyse bunu not dusmek istedim buraya..

mahallenin delisi 28 Aralık 2009 00:46  

hep; ah bir bırakabilsem didiklemeyi, kurcalamayı. hep bi'şeyleri beklemekten ve bi'şeyleri planlamaktan o kadar kurgulu bir hale gelmiş ki hayatım, akışına bırakmak nasıldı onu bile unutmuşum. şimdi koyvereceğim kendimi, freni patlamış bir araç gibi savrulmaktan korkuyorum bu kez...

fakeangel; haklısın valla. eğer önce bu yoruma baktıysan, son yazdığımı hiç okuma derim :)

doradoraa [at] gmail [nokta] com

ne güzel demişleR

deli saçması

  © Free Blogger Templates Blogger Theme II by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP