Pazar, Temmuz 04, 2010

gece mavi, camel saRı, şaRap kıRmızı


Yorgunum.
Çok yorgunum beni bekleme kaptan mı diyordu şair…
Yoksa bunu ölüm döşeğindeyken mi söylemişti Nazım? Öyle değil benim ki…

Diye başlamıştım bir saat kadar önce, sonra açtım youtube’u cem karaca’yı dinleyeyim diye.

Önce “Çok Yorgunum”, sonra “Herkes Gibisin
Burada mı sözlükte mi yazmıştım hatırlamıyorum. En ağır küfürdür, küfürden beterdir cem karaca’nın “herkes gibisin”i demiştim. Şarkıyı dinlemeye gerek bile kalmaz, öyle bir der ki “bence artık sen de herkes gibisin” diye…. Allah duymak nasip etmesin diyeceğim ama yine de allah duymak nasip etmesin!

1 haftadır “o artık yok”çuluk oynuyoruz sevgilimle. Ne arayan ne soran… Elim her telefona gittiğinde “bırak” diyorum “Alışmak istiyorsa sensizliğe, alışsın. Varlığını hatırlatarak daha da zorlaştırma O’nun işini” hatta yazıpta yollamadığım mesajlardan birinde demişim ki;

“Ben deli gibi özlerken, beni özlemediğini (hadi diyelim) özlememeye çalıştığını düşünmek ve bensizliğe alışmaya çalışmana hak verip sessizce susmak”

Susmak fiilini görünce bunun gönderilmemesi gereken bir mesaj olduğunu fark edip öylece bırakmışım.

Sonra Zeki Müren “Sende Başını Alıp Gitme
“Hayatta hiçbir şeyim az olmadı senin kadar, ve hiçbir şeyi özlemedim seni özlediğim kadar”
"herkes gibisin"le açılmış yarama tuzla doluyor sanki bir anda. Halbuki benim hiçbir yarama tuz basılmadı bugüne kadar. Yaşadığım en büyük fiziksel acı neydi? Ben bisikletten bile düşmedim ki hayatımda. Ve acı eşiğim yüksektir üstelik. Bilmiyorum nasıl acıttığını ama oluk oluk kanıyor şimdi yaram…
Daha da kanatmak istiyorum. “Şimdi Uzaklardasın” a uzanmışken elim... nasıl olduysa,

Suavi “Haydi Dön” başlıyor çalmaya .

“Hatırla!” diyor Suavi… Bir şişe şarabım vardı zulada, ama bu sıcak gecede kırmızı şarap gitmezdi ki…
“Hatırla! O gidiş yakışır mı hiç bizim sevdamıza?”

Eyvah şimdi yine ağlamaya başlayacağım derken, Murathan Mungan dile geldi, beynimin var olduğunu bile hatırlamadığım odacıklarından birinden.

“Yaz başıydı gittiğinde. Bir aşkın ilk günleriydi daha. Aşk mıydı, değil miydi? Bunu o günler kim bilebilirdi?” dedi bana…

Bu güncede verdiğim en (tek) tutarlı yanıtlardı,
En sevdiğin şiir; Yalnız Bir Opera
En sevdiğin renk; mavi
En sevdiğin meyve; karpuz
En büyük hayalin; new york’ta yaşamak

Söyledikleri/ sandıkları gibi hayalimin peşinden mi gidiyorum ben?

Hayır,Ha-YIR,HA-YIR desem de ne fayda?
Benim babamla olan derdimi bir ben biliyorum. Bir de ben! Babam bile anlamazken bunu O’na nasıl anlatayım, O’nu nasıl ikna edeyim, asıl sorunun hayallerimin peşinde koşmak olmadığına…

Suavi’nin “yazık bana” larının arasında okuyorum “Yalnız Bir Operayı”.


“Fotoromansız, trüksüz, hilesiz, klişesiz bir beraberlikti bizimki.
Zamanla gözlerimiz açıldı, dilimiz çözüldü güvenle ilerledik birbirimize.”


Gittin. Şimdi bir mevsim değil, koca bir hayat girdi aramıza. Biliyorum ne sen dönebilirsin artık, ne de ben kapıyı açabilirim sana.”

Okuyamıyorum.

Hızla iniyorum satırlardan aşağı,
İster istemez takılıyor gözlerim tanıdık cümlelere;

“Bir zaman sonra batık bir aşktan geriye kalan iki enkaz olacağız yalnızca”
.
.
.
.
.
.


“Ve elbet biz de bu aşkla büyüyecek
Her şeyi bir başka aşka erteleyeceğiz”
.
.
.
.

.

“kış başlıyor sevgilim”
.
.
.
.


“Gün boyu hiçbir şey yapmadan oturup
kulak verdiğiniz saatin tiktakları”
.
.
.

“denemeseniz de, bilirsiniz
hiç yakın olmamışsınızdır intihara bu kadar”
.
.
.
.
.


“Gelip size Zamandan söz ederler
Yaraları nasıl sardığından”
.
.
.
.
.
.


“O boşluk doldu sanırsınız
Oysa o boşluğu dolduran eksilmenizdir”
.
.
.
.
.
.
.

“Mutluluk geçip gitmiştir yanınızdan”
.
.
.


“şimdi nerdeyim?”
.
.
.
.

“giderken ya da dönerken atlanan eşiklerden
Duyarlığın gece mekteplerinden geldim”
.
.
.
.

“sayfalar ve günler
ışık istiyordu yalnızlığım”
.

.
.
.

“Buraya gelirken
uzun uzak yollar için her menzilde at değiştirdim”
.
.
.


“acı çekecek yerlerimi yok etmeden
acıyla baş etmeyi öğrendim.”
.
.
.
.
.


“bir şiir yaşatır her şeyi yaşamın anlamı solduğunda
ben yoluma devam ederim.”
.
.

“şimdi her şey yeniden”
.
.
.
.
.
“Dönüp ardıma bakıyorum
Yoksun sen
Ey sanat! Her şeyi hayata dönüştüren”


Ve nihayet bitiyor!

“Yoksun Sen”le bitityormuş opera. Bir zamanlar 'beni anlatan hiç bir tarafı yok bu şiirin' dermişim.

5 yıl sonra buraya, bu sayfaya, bu renge, tekrar bakmak istiyorum.
Çünkü ben hep geriye gidiyorum sanki. Bugünümü arar bir halde olmam umarım.

“Yoksun Sen”le bitityormuş opera.
Mungan yazdıkça eksilmiş, yazdıkça bitmiş aşkı.
Yazdıkça?! Yaşadıkça?!


Daralıyorum.
Nefes alamıyorum. Cama koşuyorum. Perdeleri açıyorum.
Kalbim sıkışmış göğüs kafesimin içinde…Nefes alamıyorum.

Bu kez Nazan Öncel’in sesi geliyor, yüzyıllar öncesinden sanki, “ağla erkeğim ağla

“meğer benim harcım değilmiş
yokluğuna bir an alışmak
ya da böyle sensiz olmak
farzet ki unutmak
ölüm demekmiş”



Sensiz olamıyorum!
"Sensiz olmaz" demiştim sana.





Şimdi nasıl baş edeceğim bununla bilmiyorum.
Gideceğim doğru. Sensiz gideceğim de doğru.

Son bir atım kurşunum var cebimde. Bu gidiş'le asıl gidiş'im arasındaki zamanda namluya sürülebilecek tek bir kurşun...

Keşke başka türlü olabilseydi.
Keşke ben, sen gelmeden görebilmiş olsaydım babamla hesabımı.
Keşke...

Keşke daha az sigara içsen yokluğumda :'(

0 akıllı çıkaramadı:

doradoraa [at] gmail [nokta] com

ne güzel demişleR

deli saçması

  © Free Blogger Templates Blogger Theme II by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP