Cumartesi, Temmuz 31, 2010

lemon gReen tea

Starbucks!
Evet starbucks!
Ben bunu nasıl akıl edemedim bir haftadır.
Burası uyuyakalanların üzerine battaniye örtüldüğü kahve diyarı değil miydi? Tabi ya…
Yeni iş yerim starbucks. Sevgilim sayesinde buldum bu muhteşem fikri =)))

Yalnız burada starbucks’a özel kablosuz internet yok muydu yahu? Ben öyle biliyorum ama daha önce hiç kullanmamışım herhalde emin olamadım. Şu TTnet’in WiFi sine bağlanmak için kullanıcı adı ve şifre hatırlayana kadar canım çıktı ayrıca.

Dün “aylaklık zor işmiş vesselam, yordu” dediğimde, sevgilim “beni yanına alsaydın, ben yükünün yarısını alırdım omuzlarından” dedi. Haklıydı. Beni hiç yormadı, her zaman yardımcı oldu bana. İşleri karıştıran, sorular soran hep ben oldum…

Şimdi her yanı ve her şeyi ve herkesi alt üst ettikten sonra, yani hayatın/hayatımızın orta yerine sıçtıktan sonra kaçarcasına gidiyorum. Kaçarcasına ne be? Bildiğin kaçıyorum işte!

Bugün kuaförde, Amerika’ya yerleşen bir başka müşterinin babasının cenazesine bile yetişemediğini anlattılar bana. Oturup ağlayacaktım sabah sabah! Ki zaten artık ağlamaktan beyin sıvım falan akacak herhalde. Gözyaşı dediğimiz şey sonsuz olamaz değil mi?

Artık gerçekten bundan bahsetmek istemiyorum. Yani şurada yazdığım sözcüklerin bir istatistiğini çıkarsak “ağlamak”, “ağladım”, “ağlamamak için zor tuttum” türevi ifadeler ilk sırada çıkar herhalde. Sahi yazdığım tüm kelimelerin bir raporunu almak mümkün olsa keşke. En çok hangi sözcüğü yazmışım acaba?

Bir de

ağladı, ağladık, ağladı annem, yar hepsi hak mı?
koy ver yeni evler bulsun kendine…


diyen bir Sibelalaş şarkısı vardı di mi? Cuk oturdu sanki, evet…

Ulan doksanlar ne güzeldi be.
Çocuktuk ve en büyük sorunumuz…
Sahi neydi en büyük sorunumuz, 14-15-16 yaşında?
Bilmem bulamadım.


Ders çalışsam aslında. Şu 1 ayı boş boş geçirmesem TOEFL’ı vermek için fazla zamanım olmadığını, oraya gitmenin sihirli değnek değmişçesine listening notumu yükseltmeyeceğini hatırlasam ve asılıp bir güzel ders çalışsam…

Güzel olur evet…







Düşündüm de, sevgilimle oturup filmler izlesek aslında…
Daha güzel olur, evet…

Read more...

Çarşamba, Temmuz 28, 2010

sodalı mavı

Google a what time in new jersey diye sorunca, daha sörçlemeden cevabını veriyor. Şu an mesela saat 07.13 a.m.miş. TSİ 14.15 i göstermekte. Yani 7 saat varmış. Sanki bilmediğim bir şeydi bu, peh!

Bu kadar küçük yaşta “koşulsuz itaat” bilincini dedemden almamış olsaydım, çoktan isyan edip ateizmin derin sularına dalmıştım muhtemelen. Ama artık tanrının bizimle çok eğlendiğine kanaat getirdim. Sadece “sıradaki oyunun nedir allah'ım?” diye, dişlerimi sıkan bir gülüşle bekliyorum karşısında…

Şirketten istifa ettim. 26 temmuz Pazartesi günü. Buruktu, garipti. Tazminatımı alamamış olmak çok koysada 6 aydır adamlar telefon faturamı ödüyorlardı. Öyle avuttum kendimi. Bir de tabi en başından bari, tazminatı gözden çıkarmış olduğumu hatırlatmaya çalıştım kendime bol bol.

En başa dönmeye çalışacağım artık. Tüm bunlar hiç olmamış gibi yapmaya. Aynı heyecanı istiyorum geri. Bu saatten sonra mutlu gidemeyeceğim aşikârda, bari o ilk heyecanla gideyim istiyorum. Gerçi ben biraz kendimi tanıyorsam “böyle” gitmem oralara ama göreceğiz bakalım daha neler olacak kim bilir?

Evdekiler istifa ettiğimi bilmiyorlar. Gitmeye birkaç gün kalasıya kadar da öğrenmelerini istemiyorum. Bu yaptığım onlara çok büyük haksızlık vs. vb. olabilir ama bunu yapmak zorundayım. Üstelik giderayak bir yalan daha söylemem gerekiyor onlara. Son atımlık kurşunumu kullanmayacak bile olsam, onların istediğini yapmadığımı düşünmelerinin tek yolu, “ben gidiyorum ama birkaç ay içinde sevgilimde oraya gelecek” demem.

Sonra…
Sonra beni sevgilimle sanan ailem ve beni ailemle sanan sevgilimle aynı zaman diliminde bile olmadığım bir yalnızlığın içinde olacağım. Rutin birkaç arama yaptıktan sonra herkesle bağımı koparmayı düşünüyorum. Facebook blog falan hikaye aslında...
Yani hakkaten ben aramazsam nereden bulacak bu insanlar beni? Nasıl bu kadar rahat olabiliyorlar? Görmüyorlar mı, bilmiyorlar mı, tahmin edemiyorlar mı dünyanın öbür ucunda onlarsız ayakta durabilirsem (ki artık durmak zorundayım) geride kalan hiçbir şeyi umursamayacağımı. Ve tek kalemde silebileceğimi…

Ben üni.ye başladığımda böyle olmuştu. O yüzden korkuyorum aslında kendimden. Millet yurtta “anamı özledim, köyümü özledim” temalı özel ağlama geceleri düzenlerken, ben “sussanıza kardeşim, iki satır kitap okuyacağız burada” modundaydım. Bir tek, 1 ekim 2000 günü, ilk kez yalnız başıma otobüse bindiğimde ağlamıştım. 1 ekime kadar kayıttı konaklamaydı, annem babam hep benimle gelip gitmişti. Ama 1 ekim 2000 gecesi saat 22.00 de o otobüse bindim. Bütün aileye camdan el salladım ve otobüs eskihisar feribotuna varana kadar ağladım. Feribotta yanımdaki kadının cep telefonunu alarak(çok ağladığım için acımıştı bana ve benim o zaman bir cep telefonum bile yoktu vay be) M.yi aradım doğum gününü kutlamak için. Ve bitti. Sonra bir daha asla ağlamadım ailemden ayrı kaldım diye. Ki daha 17 yaşımdaydım. 18 bile olmamıştım…

Niye anlatıyorum ki bunları...
Ha evet hatırladım beni işte zanneden annemi inandırmak için sabahın köründe evden çıkmıştım ve vakit öldürmek için en iyi yolun yazı yazmak olduğuna karar vermiştim.
Ramazan da maaile evdeyken çok zor olacak bu her sabah aynı saatten çıkıp, aynı saatte işten eve dönme işi ama bakacağız artık bir çaresine. Galiba en mantıklı yöntem eve en yakın kütüphaneyi tespit etmek olacak.

İlgileneyim bununla evet…

Bi’de bu var kulağımda sahi: Pete Yorn- Lose you

Read more...

Pazar, Temmuz 25, 2010

kRistal mavileR

Hayır bu tarih unutulmamalı.
Neyi hatırlatması gerekiyor bana bilmiyorum ama unutulmamalı.

Aynı gün, 24 Temmuz Cuma günü.
O çok sevdiğim iki adam.
İkisinden de vazgeçemediğim için ikisini de terk etmeye karar verdiğim iki adam...

Gözleri yaşlıydı. Birinin siyahları parlıyordu gizlemeye çalışırken,
diğerinin yeşilleri yakıyordu içimi benden kaçırmaya çalışırken.

İkisinin de aynı cümleyi söylerken titredi sesi,
"o an anlayacaksın"

İkisini de gördüm. İlk kez diyemem. Ama "benim için" ilkti o yaşlar.

Bir kaç saat araylaydı.
Birinin belime dolanan ellerini, üzerime sinen kokusunu atamadan tenimden, diğeri sarıldı boynuma.

Biri; ben inanıyorum, gideceksin, dedi.
Diğeri; yorma yaşlı kalbimi daha fazla, dedi.


Sonra ikisi de sanki aynı anda, o gizlemeye çalışılan ama gizledikçe daha da incelen ve "bak bana ben ağlıyorum şu anda" bile dese daha az dikkat çekici olan aynı tiz tonda,

"işte o an anlayacaksın" dedi.

Birinin bana siyahını veren, yüzüme anlamını veren kirpiklerinden süzülüyordu
Diğerinin kızıma rengini verecek, eladan yumaşacık değişen, yeşillerinden...


Acı'ydı. Akıyordu. Benim kadar acıdıklarını görmek istiyordum ya hani.
Onları acıtanın BEN olduğumu görünce, bitecekmişim ben meğer.

BİTTİM!


---
Sent from my Nokia

Read more...

Cuma, Temmuz 23, 2010

biRi kıRmızı biRi mavi

Taa haziran-mış, kitapçı da sayfalardan fal tuttuğumda...



Ben 26 dedim kendime, 25 bitmeden yapılacakları bana yaşatan yaşım olduğu için. Aşık olduğum için;

de ki işte


Sevgilime sordum "bir sayı söyle bana"
"35" dedi kendisi için:

de ki işte



Peki dedim "benim için kaç olsun?", "17" dedi;



17 uzuun dedim,
















"Şaşırmadım! Kısa,sade, net bi'şey çıksa şaşardım" dedi.






Mavi kitabı aldım bu kez elime. "Peki" dedim, "hayır mıdır şer midir bu gidiş, söyle bana kitap!" Dedi ki;





















Kitapları almadan çıktım öylece...



PS: Bu yazıya facebooktan bir link verilmiş galiba. ben facebook kullanıcısı olmadığım için bulamadım. bir zahmet bana da verseniz o linki süper olur =)

Read more...

Pazartesi, Temmuz 19, 2010

havuz mavisi

Hayat özetlenebilir bi’şey değil.


Bu cümleyi ben söylediğim için mutlu oluyorum bazen. Mesela şu an.! Gerçi biraz kurcalasam eski lahitlerde bilemedin Dostoyevski romanlarında falan kesin söylenmiştir ya, olsun ben kimseden duymadan kendim keşfettim bunu.

Hayat özetlenebilir bi’şey değil. Ancak yaşanabilen (becerebilene) bir de belki yazılabilen bir şey. (okuyabilene) Ama özetlenebilir bi’şey değil

Pasaportum geldi. (almak için yaşadığım stres, kendime not: yeşil pasaport diye tutturup, bütün gününü piç eden ve sonra seve seve gidip bordo pasaport alan, aptal insanlardan, ne kadar uzak durursan o kadar iyi. Kendime not 2: her horoz kendi çöplüğünde öter, başkasının çöplüğünde eşelenme)

Sonuçlar açıklandı. RUTGERTS. New Yorker olmak benim neyime, karşı kasabadan Manhattan manzaralarını izleyip duracağım artık. Chinatown, soho… vb. vs. ancak günü birlik turların “hadi şuraya da gidelim” parçası olacak. Ayaklarım şişene kadar caddelerde yürüme şansım olmayacak, yürüsem bile akşama New Jersey’e dönemek zorunda olacağım ve zaten ertesi sabah yine ders olacak!

Zaten hayatta neyim tam ki, her şey biraz eksik, her şeye tam dibimde elimi atsam tutacağım belki ama ben ancak karşıda. Her şeye uzaktan baktığım gibi işte…

Ders demişken TOEFL’dan 110 almışım gibi bir rahatlıkla geziyorum ki ortada akıllara zarar. Sanki ben gerçekten tatile gideceğim amerika’ya….

Pasaportumu anneme teslim etmişler, zarfın üzerinde de kocaman pasaport yazıyor. Türkiye’de bu tip işlerin kişisel mahremiyet alanına girmesi, 1 asır falan herhalde. Pasaport gibi bir evrak, bir kimlik, nasıl oldur da benden başka birine teslim edilebilir aklım almıyor.
Kadın “sana bi’şey geldi” dedi. “Gördüm” dedim. “Ne o” dedi. “Önemli değil” dedim. Sormadı bile. Ulan benim kızıma üzerinde kocaman pasaport yazan zarf gelecek, hoş üzerinde yazmasa bile postacı kesin söylemiştir ya, ve ben kapıyı kapatıp çıkacağım. İki dakka sonra odaya tekrar gelince de “senin telefon neden kapalı iki kere aradım” muhabbeti yapacağım… Hey gidi annem hey! Seni sevmemek gibi bir şansım tercih hakkım olsaydı keşke…


Çok sıkılıyorum, ki bu yeni bi’şey değil. Bugün 17 yaşında çocuklar gibi, havuzda ne kadar yandığımı anlamaması için, evin içinde babamla köşe kapmaca oynadığımı fark ettim. Yazık bana! Eskiden çekip gitmek diyordum, yakında gideceğim ama mutlu, heyecanlı, umutlu falan değilim. Tek hissettiğim korku! İt gibi korkuyorum ve düşündükçe tir tir titriyorum. Kalacak yer falan ayarlamak için araştırmalara başlamam lazım ama craigslist’i açmamla korkudan kapatmam arasında geçen süre 20 saniyeden fazla değil. Aslında aile yanı istiyorum galiba ama bilmiyorum… ÇOK KORKUYORUM!

Evlenemeye karar verdiğimi söylediğim ilk zamanlarda teyzem belki de yalnız gitmekten bu kadar korktuğun için evlenmek istiyorsun, demişti. O zamanlar sadece evlenip gitmenin ne kadar doğru bir karar olduğunu ispatlamak için, herkese “kız başıma oralarda yapayalnız mı kalayım” ayağı yapıyordum. Şu an hissettiğim ödlekliğin yarısı bile yoktu içimde… Ama şimdi, it gibi korkuyorum ve bunu anlatacak kimsem yok. Oraya gidip tek başıma ayakta dursam bile….

Hayat özetlenebilir bi’şey değil.

Sevgilim benimle gelmeyecek, “gel” dememin bir faydası yok. Ben “yüzüğü çıkaran”ım, “satıcı”yım, “onu orada da satarım.”
Niye hala yanındayım? Madem bunları en başından beri planlıyordum, niye tuttum evlenme teklifini kabul ettim, neden onunla 'birlikte oldum' ? Bunlara bir cevabı yok. Önemsemiyor da zaten. Sonuca bakıyor. “O’na herkes söylemiş-miş, bu kız seninle evlenmez, gidene kadar takılırsınız sonra o çeker gider-miş, herkes bunu gördüğü halde o bunu nasıl görememiş-miş”
O’nun kitabında “kız isterse olur.” Babaların vermemesi gibi bir ihtimal yok! Her şeyi ben planladım. Ben kurguladım ve zaten onu hiç istemedim. Yangında ilk kurtarılacaklar listesinde adını en başa yazdım ve attım. Böyle düşünüyor ve başka hiçbir ihtimal yok kafasında. Bazen “belki de gerçekten doğru değildi bu ilişki, birbirimize göre değildik, hakkımızda en hayırlısı ayrılmak olmasa Allah bana bunları yaşatmazdı” diye düşünmeye çalışıyorum… Düşmüyor aklıma böyle şeyler. Geçmiyor içimden, savuşturuyorum bütün fikirleri.

Şu an sadece onunla uymak istiyorum…
Ve hep o’nunla uyanmak…

Read more...

Pazar, Temmuz 11, 2010

yeşil muRattıR

Ben gerçekten yaşlanıyorum galiba...Bu kadar heyecan benim bünyeme zarar!
Önce TOEFL. 4 saat! Akıllı adam gider IELTSe girer. En azından speakıng başka bir gün oluyor. Insanın kafası rahat ediyor. Sınavın elimde patlamış olduğuna ise hiç değinmek bile istemiyorum. 10temmuz2010 da en az 110 diye gidiyorduk güya sınava. Gerçi ben bu sınavdan 110 çıkaramayacağımı biliyordum ama 70-80e talip olacağımı da düşünmemiştim doğrusu. Bana ne kardeşim japonyadaki toprak kanununun maddelerinden, beynimi yedi reading...

Sonra iş yerinden haber, "pazartesi ise başla." ise başlasam başladığıma değmez bırakacağım. Istifa etsem, o adamlarda kalan tazminatıma yanarım. Üstelik "evleniyorum ve amerikaya yerleşiyorum, şimdi siz çevirin bu çarkları" diye havalı havalı yazacağım istifa maili de yalan oldu. Ben sevdiğim adamla olamadıktan sonra ne anlamı varsa tabi... Çalıların arasında gül olurum belki diyerek girdiğim şirketten, bir ayrık otu gibi yokluğum hiç fark edilmeden çıkacağım.
Eve geldiğimde tek istediğim önce sıcacık bir duştu. Ardından bir kaç doz House alıp beynimi uyuşturacak ve öylece yatacaktım ve bütün bir pazar yatmaya devam ederken bunları düşünürüm diyordum. Ne zaman istifa etsem, ne zaman gidip konuşsam, ne desem...

Bornozla uyumak çocukluğa mahsus bir lükstü sanki. Bornozu çıkarmadan girdim battaniyenin altına, daha saat 19 bile değilken geldi mesaj. "okullar dün gece açıklanmış, her biri için 20 kişilik kontenjan varmış, hemen karar verip mail atmamız gerek" diyordu. Neye uğradığımı şaşırdım. Bakanlık dediğin cuma geceyarısı 1de duyuru duyurmazdı! Bilgisayarı nasıl açtım, nasıl giyindim, kaç telefon konuşması yaptım ve asıl önemlisi neler hissettim bilmiyorum. Benim bildiğim kelimeler tarif edemiyor o heyecan, üzüntü, korku, umut, kararsızlık, telaş ve hüzün dalgasını...
Şimdi tekrar dua zamanı.

1)columbia
2)upenn
3)rutgers

Ya ben bu ösym ile olan işlerimde hep son tercihime kalıyordum. Bak sırf bu yüzden 2 ile 3un yerini değiştirecektim güya! Nasılda unuttum!!!Off neyseki bu işe ösym bakmıyor. Şu an tek dileğimiz, new york ataşeliğinde görevli bayaaanın, pazartesi sabahı benim kıçımda pireler uçuşurken işinin başına geçip mailimi açması, ve 1. Sırada columbia'yi görüp, onun kontenjanına bakması ve beni, bana can veren 19umun hatırına 20 kişilik kontenjan listesinde 19. Sıraya yazmasıdır! Allam lütfen colombia olsun, lütfen, lütfen, lütfen, lütfen, lütfen, lütfen,lütfen, lütfen, lütfen, lütfen, lütfen, lütfen,lütfen, lütfen, lütfen, lütfen, lütfen, lütfen,lütfen, lütfen, lütfen, lütfen, lütfen, lütfen,lütfen, lütfen, lütfen, lütfen, lütfen, lütfen,lütfen, lütfen, lütfen, lütfen, lütfen, lütfen.

Ulen şu big apple'a bir gideyim de. Bari işittiğim onca lafa, duyduğum onca üzücü lafa, döktüğüm onca gözyaşına değsin yahu. Bugün "ben seninleyim ver elini bakalım bir çaresine" dese ne vatanıma, ne anama-babama-kardeşime, ne ilmine-bilmine ne de imzaladığım senetlere bakmayacağım bir adam seviyorum ama o hala, sen beni amerikan rüyasına sattın diyor. Bugün gelip bana, "ben seninle gurur duyuyorum kızım, senden de razıyım çok şükür" dese, ömrümü uğruna adayacağım, değil dünyanın öbür ucuna gitmek, dizinin dibinden bir adım ayrılmayacağım bir adam daha seviyorum. O hala bana "ne olacak bu kızın hali" bakışıyla, nerdeydin sen dün akşam diyor.... Hepsini bırakıp gitmek istiyorum sadece. Sadece gitmek ve kendime kalmak.. Bugün dün oldu artık. Zaman geçti. Saatler değişti. Söylenmedi beklenen, umulan, özlenen, arzulanan sözler...

Allam lütfen colombia olsun, lütfen, lütfen, lütfen, lütfen, lütfen!

---
Sent from my Nokia

Read more...

Çarşamba, Temmuz 07, 2010

duRgun mavi

Bir kampus kafesinde oturmuş, arkadaşlarımı bekliyorum. Kırmızı siyah rahat koltuklar, kablosuz internet, püfür püfür bir klima, güzel hafif bir müzik, plazma tv.lerde gösterilen komik videolar, elimin alışık olmadığı minik bir netbook, ayaklarımı koltuğa uzatmış yazı yazıyorum.

Ne yazıyorum.
Ne düşünüyorsam onu yazmaya çalışıyorum. aslında şu anda bir adet writing egzersizi yapıyor olmam gerekiyordu."many families have important traditions that family member share. what is one of your familiy's important traditions? use specifik reasond and details
support your response"

Umarım cumartesi günü toefl'da da böyle bir konu çıkmaz, ya da ‘one of your memorable diner’ falan demezler. Gerçi bu tip topicler için birer uydurma hikâyem var ama ‘sizce erken yaşta evlilik mi daha iyidir yoksa 30dan sonraki evlilik mi’ ya da şu yukarıdaki gibi topicler çıkarsa sınavın ortasında ağlamaya başlayabilirim. Hiç belli olmaz.

Ne yazıyorum.
Aklımdakini dile getirmemek için aklımda varmış gibi yaptıklarımı yazıyorum.
Geçen gün sınıfta sırf yeni öğrendiğim bir kelimeyi cümle içinde kullanmak için, ruh halimi ele verdim. Benim yine uydurma bir speaking yaptığımı sanan hoca, kelimeyi güzel kullandın ama o kavram çok daha umutsuz durumlarda kullanılıyor gibi bir feedback verince (ki kelimeyi buraya yazmaktan niye bu kadar imtina ettim acaba) ‘No no’ dedim. ‘it excatly describes my mood.’ Şaşırdı. ‘Yok canım o kadar da değil’ falan dedi. Dedim ‘daha beteri varsa o bile olur’ gülüştük falan. Ara verdiğimizde, beylerden biri “sen yüzüğünü takmıyor musun artık” dedi. ‘Yok’ dedim ‘artık bir yüzüğüm yok…’

Ne yazıyorum.
Ne yazması yahu buna yazmak mı denir?!
Yazamıyorum...

Seaweed from Tell No One on Vimeo.

Read more...

Pazar, Temmuz 04, 2010

gece mavi, camel saRı, şaRap kıRmızı


Yorgunum.
Çok yorgunum beni bekleme kaptan mı diyordu şair…
Yoksa bunu ölüm döşeğindeyken mi söylemişti Nazım? Öyle değil benim ki…

Diye başlamıştım bir saat kadar önce, sonra açtım youtube’u cem karaca’yı dinleyeyim diye.

Önce “Çok Yorgunum”, sonra “Herkes Gibisin
Burada mı sözlükte mi yazmıştım hatırlamıyorum. En ağır küfürdür, küfürden beterdir cem karaca’nın “herkes gibisin”i demiştim. Şarkıyı dinlemeye gerek bile kalmaz, öyle bir der ki “bence artık sen de herkes gibisin” diye…. Allah duymak nasip etmesin diyeceğim ama yine de allah duymak nasip etmesin!

1 haftadır “o artık yok”çuluk oynuyoruz sevgilimle. Ne arayan ne soran… Elim her telefona gittiğinde “bırak” diyorum “Alışmak istiyorsa sensizliğe, alışsın. Varlığını hatırlatarak daha da zorlaştırma O’nun işini” hatta yazıpta yollamadığım mesajlardan birinde demişim ki;

“Ben deli gibi özlerken, beni özlemediğini (hadi diyelim) özlememeye çalıştığını düşünmek ve bensizliğe alışmaya çalışmana hak verip sessizce susmak”

Susmak fiilini görünce bunun gönderilmemesi gereken bir mesaj olduğunu fark edip öylece bırakmışım.

Sonra Zeki Müren “Sende Başını Alıp Gitme
“Hayatta hiçbir şeyim az olmadı senin kadar, ve hiçbir şeyi özlemedim seni özlediğim kadar”
"herkes gibisin"le açılmış yarama tuzla doluyor sanki bir anda. Halbuki benim hiçbir yarama tuz basılmadı bugüne kadar. Yaşadığım en büyük fiziksel acı neydi? Ben bisikletten bile düşmedim ki hayatımda. Ve acı eşiğim yüksektir üstelik. Bilmiyorum nasıl acıttığını ama oluk oluk kanıyor şimdi yaram…
Daha da kanatmak istiyorum. “Şimdi Uzaklardasın” a uzanmışken elim... nasıl olduysa,

Suavi “Haydi Dön” başlıyor çalmaya .

“Hatırla!” diyor Suavi… Bir şişe şarabım vardı zulada, ama bu sıcak gecede kırmızı şarap gitmezdi ki…
“Hatırla! O gidiş yakışır mı hiç bizim sevdamıza?”

Eyvah şimdi yine ağlamaya başlayacağım derken, Murathan Mungan dile geldi, beynimin var olduğunu bile hatırlamadığım odacıklarından birinden.

“Yaz başıydı gittiğinde. Bir aşkın ilk günleriydi daha. Aşk mıydı, değil miydi? Bunu o günler kim bilebilirdi?” dedi bana…

Bu güncede verdiğim en (tek) tutarlı yanıtlardı,
En sevdiğin şiir; Yalnız Bir Opera
En sevdiğin renk; mavi
En sevdiğin meyve; karpuz
En büyük hayalin; new york’ta yaşamak

Söyledikleri/ sandıkları gibi hayalimin peşinden mi gidiyorum ben?

Hayır,Ha-YIR,HA-YIR desem de ne fayda?
Benim babamla olan derdimi bir ben biliyorum. Bir de ben! Babam bile anlamazken bunu O’na nasıl anlatayım, O’nu nasıl ikna edeyim, asıl sorunun hayallerimin peşinde koşmak olmadığına…

Suavi’nin “yazık bana” larının arasında okuyorum “Yalnız Bir Operayı”.


“Fotoromansız, trüksüz, hilesiz, klişesiz bir beraberlikti bizimki.
Zamanla gözlerimiz açıldı, dilimiz çözüldü güvenle ilerledik birbirimize.”


Gittin. Şimdi bir mevsim değil, koca bir hayat girdi aramıza. Biliyorum ne sen dönebilirsin artık, ne de ben kapıyı açabilirim sana.”

Okuyamıyorum.

Hızla iniyorum satırlardan aşağı,
İster istemez takılıyor gözlerim tanıdık cümlelere;

“Bir zaman sonra batık bir aşktan geriye kalan iki enkaz olacağız yalnızca”
.
.
.
.
.
.


“Ve elbet biz de bu aşkla büyüyecek
Her şeyi bir başka aşka erteleyeceğiz”
.
.
.
.

.

“kış başlıyor sevgilim”
.
.
.
.


“Gün boyu hiçbir şey yapmadan oturup
kulak verdiğiniz saatin tiktakları”
.
.
.

“denemeseniz de, bilirsiniz
hiç yakın olmamışsınızdır intihara bu kadar”
.
.
.
.
.


“Gelip size Zamandan söz ederler
Yaraları nasıl sardığından”
.
.
.
.
.
.


“O boşluk doldu sanırsınız
Oysa o boşluğu dolduran eksilmenizdir”
.
.
.
.
.
.
.

“Mutluluk geçip gitmiştir yanınızdan”
.
.
.


“şimdi nerdeyim?”
.
.
.
.

“giderken ya da dönerken atlanan eşiklerden
Duyarlığın gece mekteplerinden geldim”
.
.
.
.

“sayfalar ve günler
ışık istiyordu yalnızlığım”
.

.
.
.

“Buraya gelirken
uzun uzak yollar için her menzilde at değiştirdim”
.
.
.


“acı çekecek yerlerimi yok etmeden
acıyla baş etmeyi öğrendim.”
.
.
.
.
.


“bir şiir yaşatır her şeyi yaşamın anlamı solduğunda
ben yoluma devam ederim.”
.
.

“şimdi her şey yeniden”
.
.
.
.
.
“Dönüp ardıma bakıyorum
Yoksun sen
Ey sanat! Her şeyi hayata dönüştüren”


Ve nihayet bitiyor!

“Yoksun Sen”le bitityormuş opera. Bir zamanlar 'beni anlatan hiç bir tarafı yok bu şiirin' dermişim.

5 yıl sonra buraya, bu sayfaya, bu renge, tekrar bakmak istiyorum.
Çünkü ben hep geriye gidiyorum sanki. Bugünümü arar bir halde olmam umarım.

“Yoksun Sen”le bitityormuş opera.
Mungan yazdıkça eksilmiş, yazdıkça bitmiş aşkı.
Yazdıkça?! Yaşadıkça?!


Daralıyorum.
Nefes alamıyorum. Cama koşuyorum. Perdeleri açıyorum.
Kalbim sıkışmış göğüs kafesimin içinde…Nefes alamıyorum.

Bu kez Nazan Öncel’in sesi geliyor, yüzyıllar öncesinden sanki, “ağla erkeğim ağla

“meğer benim harcım değilmiş
yokluğuna bir an alışmak
ya da böyle sensiz olmak
farzet ki unutmak
ölüm demekmiş”



Sensiz olamıyorum!
"Sensiz olmaz" demiştim sana.





Şimdi nasıl baş edeceğim bununla bilmiyorum.
Gideceğim doğru. Sensiz gideceğim de doğru.

Son bir atım kurşunum var cebimde. Bu gidiş'le asıl gidiş'im arasındaki zamanda namluya sürülebilecek tek bir kurşun...

Keşke başka türlü olabilseydi.
Keşke ben, sen gelmeden görebilmiş olsaydım babamla hesabımı.
Keşke...

Keşke daha az sigara içsen yokluğumda :'(

Read more...
doradoraa [at] gmail [nokta] com

ne güzel demişleR

deli saçması

  © Free Blogger Templates Blogger Theme II by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP