Perşembe, Şubat 28, 2008

biR pas attım penceReye tık dedi*

*başlıkta mevzu bahis olan pencere kullanım alışkanlığınıza göre explorer, firefox ya da opera penceresidir.

Mahcubum efenim. Şimdi ne desem boş. Şu anlattığımda herkesin kahkahalarla güldüğü durumlar benim bütün sinirlerimi hoplattı ya... neyse açmayalım yeniden. Berrin’in bana attığı pası unuttum. Çok mahcubum. Üzerinden 10 günden fazla zaman geçmiş. Ben yazıyı görür görmez taslak olarak kaydetmediğim için uçmuş gitmiş aklımdan. Neyse ki geçenlerde gelip hatırlattı. Konumuz "ölmeden önce yapmak istediklerim."

Geçtiğimiz günlerde Tunç Kılınç’ta blogunda "nefesimi kesecek anlar" listesini yayınlamış ve bir mim başlatmıştı. O yazıyı okuyunca epey düşündüm. Hatta ilk başta kimse bana pas atmasa da ben pasın üstüne atlar yazarım demiştim kendi kendime. Sonra baktımki benim beni soluksuz bırakacak anların neler olduğuna dair hiçbir fikrim yokmuş.

Berrin hatırlatınca oturdum sakin kafayla bi’kez daha düşündüm; ölmeden önce mutlaka yapmak istediğim neler var benim diye... hiç tereddütsüz aklıma gelen tek bir yanıtım var: Bir süre New York’ta yaşamak. 3 ay mı olur 3 yıl mı, benzin pompacısı mı olurum finans müdiresi mi hiç fark etmez. Hayatımın bir döneminde Big apple’da yaşamak istiyorum. Yıllardır var bu aklımda. Amerikan rüyası falan değil benim ki, küçükken gördüğüm bir fotoğraf (ki NY’a mı ait orası bile meçhul) ve bir.... Neyse işte bir hayal.

Ve sanırım nefesimi kesecek tek anda “bilmem kaç sefer sayılı İstanbul- new york uçuşunun pek muhterem yolcuları şu anda NY’da hava bilmem kaç santigrat derece ve saat bilmem kaç, bilmem ne havayollarını tercih ettiğiniz için müteşekkiriz, dönüşte yine bekleriz” anonsunu duyduğum an olur.

Bazıları için ne basit. Değil hayal kurmak üzerinde düşünmeye bile gerek olmayan bir olay muhtemelen. Belki benim için bile hayal olmak için fazlaca basit bir istek. Bir vizeyle bir bilete bakar ama. Neyse işte mevzu gitmek gelmek değil, orada yaşamak...

Sonracığıma ölmeden önce yapmak istediğim başka ne var ne yok diye düşünüyorum da. Aklıma gelen şeylerin çoğu “salak yazmayı bırak da kalk ve yap” dedirtiyor bana. yazmaya elim varmıyor.

Aaa sahi daha önce yorumlarda da yazdığım bir bugatti mevzuu var. Şu mavisine gönül verdiğim muhteşem otomobille hız limitlerini zorlasam, hatta İstanbul park’ta bir tur atsam. Yok yok olmuşken tam olsun turu da monza pistinde atmak lazım. İtalya’ya gitmişken aşk çeşmesine bozukluk atmadan, Floransa’da bol bol fotoğraf çekmeden ölmek olmaz değil mi?

Yahu fotoğrafa bakıp bakıp hayal ettim de, bir türlü yakıştıramadım kendimi arabanın içine. Öyle dolduruşa gelmişiz ki bu tip bir arabanın içinden ya acayip kaslı bir insan azmanı inmesi gerekiyor ya da bilgisayar oyunlarından fırlamış kadar muhteşem vücutlu bir sarışın afet. Hayallerimizi bile ele geçirmişler meğer. Peh!

Seyahat mevzusunu açmışken, gidip görmek istediğim yerleri daha önceden özetlemişim onları da alıyorum ölmeden önce yapılacaklar listeme.

Bir kalp ameliyatına girmek istiyorum. Hatta mümkünse bizzat kesip biçmek istiyorum. Laf aramızda ben cerrah olmayı gerçekten isterdim. Ama işte, ah sevgili memleketim. İnsanın aptalı doktor, doktorun aptalı cerrah olur dediler, taa ilkokuldan soğuttular beni fen bilimlerinden. Aman neyse işte...

Bir sinema filminde 30 saniye de olsa, tek cümle de oynamak, kendimi o koca perde de bir kez olsun görmek istiyorum.

Ah! ölmeden önce aşık olmak istiyorum elbette. Aniden, apansız, birden bire teslim olmak, kapılıp gitmek istiyorum. Mavi kuşu görmek, göstermek istiyorum.
Hayattaki en büyük mucizeyi, hayatımın tek mucizesiyle yaşamak istiyorum. Minik yavrumuzu kucağıma aldığım ilk an, önce ağlayan minik bebeğimle sonra O’nunla göze gelmek istiyorum.

Benim olayım budur. Sıra sizde:

Crick, Pucca, Ümit ve Anselmo söyleyin bakalım ölmeden önce yapılacaklar listenizde neler var?

Ayrıca katılmak isterlerse Virgillus ve Faik Murat’ı dahil etmek isterim bu oyuna. Vereceğiniz yanıtları gerçekten merakla bekliyorum efenim...

Aslında vereceği yanıtı merak ettiğim bir kişi daha var ama kendisi blogger olmadığı gibi bu günceyi de ne sıklıkla karıştırıyor bilemiyorum. Vista kullanıcıları arttığı için izini kaybettim artık. Buralara yorum falan da yazmaz ama ben yine de sormuş olayım Gökhan bey, sizin ölmeden önce mutlaka yapacağım dediğiniz neler var acep?

Read more...

Salı, Şubat 26, 2008

şuuRsuz mavi

Cumartesi Ortaköy, T. gelmiş istanbul’a. Askerlik öncesi turları. Kurtaramayacağım paçamı asker mektubu olayından anlaşıldı. Sevgili, arkadaş derken akrabalar girdi sıraya.

Gece hiç uyumadım. Sabah çıkar çıkmaz Y.yi aldım otobüsten. Askerlik sonrası turları. Büyük bir üniversitede büyük bir bankanın sınavına gelmiş. Kahvaltı yaptık önce. Balon kafe’nin manzarası güzel, servisi berbat.

Sınır ötesi harekât başlamış aynı günlerde başörtüsüne ilişkin anayasa değişikliği cumhurbaşkanının onayından geçmiş.

Pazar akşamı oturduğum ilk koltukta sızmışım. İşe geç gittim. Pozisyon değiştirdim diye yine 1 gün eğitim verdiler. Çıkmadan önce genel müdür 3 saat çalışanların sorunlarını dinledi. Madem dedim her katta sigara içmeyenler için dinlenme salonu yok, biz illa asansörle aşağı ya da yukarı çıkmaz zorundayız, bari asansörlerin biri tek katlara diğeri çift katlara çıksın. Acayip hoşuna gitti. Bunu kimse akıl etmemişti, yapılacaklar listemin ilk sırasına yazıyorum eğer olursa sana bu yıl turuncu ödülü vereceğim, dedi. Fikir benim değil aslında daha önce koşarak kaçtığım plazalarda öyleydi ordan şeettim, demedim tabi. Ben mavi ödülünü isterim dedim. Gülüştük. Mavi ödülü yılda 1 kişiye veriliyor, genel müdür onu istiyorum sandı, ben maviyi daha çok severim o bakımdan dedim. Yine gülüştük, bana göz kırptı. Evli olmasa sadece o göz kırpışı için aşık olabilirdim. Olmadım tabi.

Oscarlar verilmiş.

Ö ile M’nin oğlu olacakmış, J.nin oğlu kocaman olmuş ben ne biçim teyzeymişim, M.S zor zamanlardan geçmiş ama hep yanında olduğumu hissetmiş, nasıl olduğunu anlatamazmış ama desteğimi hissetmiş. Oysa aklımdan bile geçmedi. Yokluğunu fark etmedim desem, yalan değil. F.M’nin dedesi ölmüş. Mesaj çektim. “çok incesin” dedi. Ben en son ona “şerefsiz” demiştim, haberi olmamıştı. Şimdi bütün sıfatlar gereksiz. “Eski” bile demiyorum. A.yla sabahlamak, içip içip sarhoş olmak, S.yle nefesim-cümlelerim bitene kadar kadar sohbet etmek istiyorum. G.yi görmek, görünce de kafa atmak istiyorum. B.den vazgeçebilmek, A.yı umursamamak istiyorum.

Bütün alfabe bir yana hayatımda bir tek O olsun istiyorum, o nerede hiç bilmiyorum.

Read more...

Pazartesi, Şubat 25, 2008

aldıRmaz göRünümlü ağlak mavi

Sağ olsun babam beni evermedi. Zaten ona göre biz ayrı dünyaların insanlarıymışız neymiş adı hah işte s. mi, m mi her neyse işte o çocukla. Ama içerisinde erkek milleti, büyüdün artık, kuyruk sallamak ile samimiyet arasındaki 32 fark, hanım hanımcık olmak, tavır koymak ve de sınırlarını çizmek temaları bulunan uzun bir söylev çekmekte beis görmedi. Son iki öge mühim.

“bitti mi baba” dedim. “kızım senin iyiliğin iç...” diye başlayacak oldu tekrar, Gözüne baktım karşısında bir kez daha ağlamayacağıma dair verdiğim sözü sımsıkı tutuyorum çok şükür. “ben hazırlanayım, birazdan Kadıköy’e ineceğim, bu akşam gelmem eve. müsadenle” dedim. Bu sefer ağlamadım üstelik. Sertap diyor ya hani “giderek acı vermez biten şeyler” diye. Haklıymış nitekim. Sıradan izler bırakıyormuş meğer en tutkulu aşklar.

Odada giyinirken tıkır tıkır koridordan geçtiğini duydum, yatak odasına gitti salona geri dönerken kapımın önünde duraksadı. Telefonda konuşuyormuş gibi yaptım hemen “yok canım ben evden çıkAmadım hala saat 5 gibi anca orda olurum.” Buzlucamdaki karaltı gittikten 1-2 dakika sonra sesi geldi. O adamla konuşuyordu kesin, sonuna kadar açtım sesi: “giden gitsin sen şarkılar söyle içinden boşver” dedim aynadaki bene göz kırptı o da bana, tam göz kırparken bir damla yaş düşüverdi aslında ama ikimizde görmezden geldik. Şarkı bitince çıktım odadan, salondaki tokamı alacaktım. Son darbe bu sırada geldi:

“tabi efendim, görüşürüz yine, bilmem kim hanıma da selamlar, saygılar” mealinde bir kapanış. Niye görüşüyoruz biz bu adamlarla tekrar, sen bu insanın karısına ne diye sevgi saygı yolluyorsun? Böyle mi tavır konuyor bu insanlara? Sen ailenin sınırlarını böyle mi çiziyorsun baba? Bi’de yemeğe davet etseydin hani “sadece samimi” olduğunu hissettirmek açısından.

Aynadaki bene koştum hemen, baktım dokunsan ağlayacak. Onu da bıraktım olduğu yerde. Vurdum kapıyı çıktım.

Her gün bir şey daha bitiyordu hayatta ve kayıtsızca razı oluyordu insanoğlu.
İçimizdeki güller birer birer soluyordu da son pişmanlıklar bitmiyordu hiçbir zaman.


Read more...

Cuma, Şubat 22, 2008

siniRli laciveRt

Yok arkadaş,

Bu aşk burada biter ve ben çekip giderim
Yüreğimde bir çocuk cebimde bir revolver.*

Bitmiştir bu aşk. Hayatımdaki ezeli ve ebedi tek aşk bitmiştir. Nasıl olur, nasıl geçirir böyle bi’şeyi aklından bunu gelip bana sormaya nasıl karar verebilir, nasıl ikna olur el alemin sözüne. Aklım almıyor. Zaten kuş beyinli miyim neyim anlamadım ki. hiç bi’haltı aklım almıyor maşallah!

Hala inanamıyorum ya. Nasıl olur? NA-SIL? Bu adam nasıl çat diye cevap verip kapatmaz o insanların suratına telefonu da, gelip bir de bana sormaya karar verir? Bu kadar mı inanmıyorsun be adam bana, bunca yıldır bir gıdım tanımadın mı beni? Sen değil misin hiç bi’şeyi bana yakıştırmayan, layık görmeyen. “Sen bu işleri yapacaksan gel yol yakınken bırak, beraber önce Türkiye’yi gezelim, sonra ömrümüz olursa dünyayı gezeriz” diyen. 3 gündür tanıdığın adamların lafına itimat edecektin madem... of of!

Çekip gitmeyende ama kabahat. Seni yalnız bırakmaya kıyamayanda. Boşuna dememişler "hayatta babana bile güvenme o da tutar annenle sevişir” diye. 1 değil 2 değil 3 kez bu konuyu açmaya cüret edecek kadar nasıl açık kapı bırakırsın baba bu adamlara? Beni istemeye geleceklermiş! 3 seferdir arıyorlarmış. O-HA yahu, bu ne cüret!! Kendisi lütfedip ilk seferinde “olmaz öyle şey” demiş. Ama kesin konuşmamış belli ki 2 kez daha aramışlar, “çocuklar anlaştı sen boşuna inat ediyorsun” dediklerinde konuyu bana sormaya karar vermiş-miş. Annem “saçmalama olacak iş mi, ne bakıyorsun laflarına, evlenecek göz var mı senin kızında hem de o'nunla, yok öyle bi'şey kendi kendilerine kuruyorlar” demiş. Demişte adamlar ısrar ediyormuş, çocuklar anlaşmış-mış, ya ben yüz verdiysem-miş, bir de bana soracakmış! Gelip bana soracakmış. “kızım sen bu adamla evlenmek istiyo musun?” diyecekmiş bana gelip. Vay anasını sayın seyirciler!

Vay anasını!

Hayır, çok merak ediyorum “evet istiyorum, biz anlaştık” dersem evlendirecek misin yani beni?! Bu mudur aşkımız baba? Bu adamı layık görüyor musun ki bana “benim size verecek kızım yok” diye kestirip atmıyorsun da gelip sormayı düşünüyorsun. Biz bunca kavgayı boşuna yaptık o zaman. Ben 2 yıldır boşuna cebelleşiyorum demek ki kendimle. Boşuna döndüm İstanbul’a demek ki. Sen inatla benim yaptığım her şeyi eleştirdin diye ben de inatla daha başarılı olup sana iyi bi’şeyler yaptığımı ispatlamaya çalışıyordum ya, akıntıya kürek çekiyormuşum meğer baba. Halbuki ben bu akşam sana terfi ettiğimi söyleyecektim. Tamam 2,5 ayda patronla yatmadan kimse terfi edemez kabul. Yatay bir pozisyon değişikliğim oldu aslında, çok daha fazla istediğim bi’yere geçiyorum baba, geçen ay birinci oldum diye kabul ettiler başvurumu falan diyecektim. Hani kendi işimi (bu da kılıf aslında. sen de gayet iyi biliyorsun ki “kendi işim” deyip durduğun şey aslında sadece senin olmamı istediğin şey) yapmıyorum ama yaptığım işi en iyi şekilde yapıyorum demeye getirecektim sana. Meğer senin aklında neler varmış. 3 gündür “yok niye geç kaldın, yok niye yalnız çıktın?” diye asabiyet yapman da bundanmış demek. Vay anasını!

Ulan ne biçim iş bu ya!? Bi’tarafı düzelttim derken hop öbür tarafı kayıp gidiyor hayatımın elimden. Sor bakalım baba. Bunu da sor bakalım. Bir hafta sonu kahvaltımız var onu da mahvedelim birlikte.





*Ataol Behramoğlu

Read more...

Salı, Şubat 19, 2008

yaşlı mavi




Gece 1i geçmişti eve dönerken. Artık doğum günüme girmiştik. Bir zamanlar mesaj yazmaya yetişemezdim saat 12den sonra bu geceyse tek bir mesajdı telefonumun çalmasına sebep. Hediyem yoktu zaten biliyordum. Anahtarı apartman kapısında bırakıp birkaç adım geri yürüdüm ve aya baktım. Çıt bile yoktu. Alt bahçeye indim, karlara uzandım. Ve aniden bu şarkıyı söylemeye başladım. Ve sonra bütün gece dolmak üzere olan aya bakıp bu şarkıyı söyledim. Bu yıl böyle hissediyorum çünkü. Biraz daha yorgun, biraz daha yalnızım bu gece, diğerlerinden hiçbir farkı yok. Bu derde derman yok, ağlamıyor gönlüm artık, kendi verdi kararları, kendi istedi bunları, suçlu yok...

Mutlu muyum? Yooo
Mutsuz muyum? Yooo değilim.

Bak özel istek üzerine şarkılar bile söylüyorum. Bu yıl söylemezsem bu şarkıyı sonra zaman aşımından, yaş uyuşmazlığından bir daha hiç söyleyemem biliyorum. Kalamam ben hayatında köşesinde biliyorum. Çünkü ben hiçbir zaman vazgeçmedim yaşamaktan. Vazgeçenleri hiçbir zaman anlayamadım. Hastanenin bahçesinde bana “sen de delisin aslında ama şanslı bir delisin o yüzden burada değilsin” diyen deliyi hiç unutmadım.
Biliyorum aslında çocuk da yaparım kariyer de hatunlarından değilim ben. “Bir işi yaptın mı tam yapacaksın, yapmayacaksan hiç yapmayacaksın”cılardanım. Önüme bariyer koyarlarsa yolumu uzatırım, etrafından dolaşırım engellerin. Öyle cazgır bangır kavgacılardan değilim, direnim ama cırmalamam. Olmuyorsa da olmaz yani. “Hayatta her şeyin bir sebebi var”cılardanım ben. Birileri kaderci bile diyebilir bu tavrıma, umurumda olmaz. Ama ben kendime kaderci demem. Ne derim işte onu bilemiyorum hala. Yavaş yavaş büyüyorum, yavaş yavaş keşfediyorum kendimi. Sınırlarımı, takatimi, sabrımı yeni yeni ölçebiliyorum ben.
Deseler ki geçecek bu heves de varsın geçsin derim... Görecek daha çok güzel günler, yeni hevesler, yeni heyecanlar, yeni aşklar var nasılsa derim. Var evet biliyorum İNANIYORUM. Yok ötesi...

İYİ Kİ DOĞMUŞUM YAHU!

Read more...

yeni mavi, ilk pembe

Günlerden bugün yine karla kaplıyken yollar, gece12den sabah 6ya kadar sabretmiş kadın. “Bu saatte uyandırsam bile araba bulamaz, en iyisi sabaha kadar uykusunu alsın kocam, hasta zaten uyandırmayayım adamı boşu boşuna” demiş. Bütün gece konuşmuş kızıyla, kızı olduğunu bilmeden. “Sabret” demiş, “bak bu saatte gelirsen ikimiz de çok yoruluruz, çok korkarız. Sabaha kadar bekle hele” demiş, “mesai başlayınca otobüslere kadar yürürüz birlikte, tıngır mıngır gideriz hastaneye” demiş. Beklemiş küçük kızda. Sabah kadın “sancılarım başladı” deyince, adam çok korkmuş. Bütün gece dişini sıktığını bilse kim bilir neler yapacak, hasta hasta fırlamış evden karakola koşmuş “bana araba verin karım doğuruyor” demiş. Oralara çıkmaz araba otobüs durağına kadar yürüyün demişler. Küfür etmiş adam, dönmüş eve. Küçük kızın kışı, şubatı, karları seveceği o zamandan belli. Sabahın köründe kadın çıkınca ayaza, karda zar zor yürümeye başlayınca vazgeçmiş “ben geliyorum” diye acıtan sinyaller vermekten. Sakinleşmiş, durulmuş, uslu uslu beklemiş yolculuk saatini. Sonra da çok uğraştırmadan 1 saatte varıvermiş dünyaya...

O gün bugün işte. Kadın ve adam mışıl mışıl uyumakta şimdi. Küçük kız dünya saatine göre çoktan büyümüş, anne yüreği saatine göre hep küçücük, babanın aşk saatine göre hep prenses, hep korunmaya muhtaç...

Read more...

Pazartesi, Şubat 18, 2008

kaR mavi


Sessizce yağıyordu kar,
Büyük büyük, parça parça yağıyordu.
Hiç biri diğerine değmiyor,
hiç biri ötekine benzemiyordu...
Ve kenetlendiklerinde birbirlerine hiç kimse onları ayıramıyordu.

Sessizce ağlıyordu kız,
İçin için, usul usul ağlıyordu.
Hiç kimse ruhuna değmiyor,
Her biri diğerine benziyordu...
Ve onlara baktıkça gözleri
ve sızladıkça parmakları acıyla daha iyi anlıyordu;
Bir kartopunun bile parçası olmadan, kimsecikler farkına varmadan,
eşsiz bir kar tanesi olarak sessizce eriyip gidecekti...

Read more...

Çarşamba, Şubat 13, 2008

şizofRen mavi


Sözcükleri kurcaladıkça, cümlelerle oynadıkça dağılmıştı kafandaki bulutlar ne güzel. Ne diye atlıyorsun gelen her maile. “Kızım yarın sevgiler günü aç facebook’u da kutlaşalım” diyene ne bakıyorsun sen? Hadi onun muzırlık yaptığı her halinden belliydi, ne geziyorsun öyle her fotoğrafını değiştirenin profilinde?

Hadi bazı fotoğraflar gördün diyelim, bazı fotoğrafları da göremediğini gördün, bazıları ile ilgili yorumlar yapıldığını gördün. Gördün işte bi’şeyler. SA-NA-NE?
Sana ne kızım el âlemin hayatından? İstemeyen göstermez fotoğraflarını tabi, babanın oğlu değil ya! Kaldı ki sen babanın oğlunun feysbuk profilini bile görebilmiş değilsin, elin adamıyla işin ne? Var mı bi’açıklaman? Yok! Kır kıçını otur o zaman. Sana söylenen her şeye inanma artık.

Hem sonra “rahatlıyorum” deyip ne var ne yoksa şu anda yaptığın gibi el âleme anlatmaktan da vazgeçmelisin yavaş yavaş. Çünkü... Çünküsünü biliyorsun işte.

Sınırlar ve duvarlar her yerde. Ve de olmak zorunda! Sen istediğin kadar iyimser ol, hiç kimse giremeyecek çemberinden içeri. Girdikleri anda teslim olduğunu düşünecekler. Senin tek istediğin şeyin koşulsuzca teslim olmak olduğunu anlamayacak hiç birisi. Bu yüzden tüm gücünle korumalısın kalelerini. Kapılarını açtığın an yağmalayacaklar kentini, kendini...

Sen aylar be aylar öncesinden demedin mi tüm bunları: dedin.
Sıkılmadın mı kendini tekrar etmekten: sıkıldın.

Eh geçmiş olsun madem, nur topu gibi bir adet düzensizliği ve bi’dünya tahlil sonucu bekleme süreciyle baş başa bırakıyorum seni. İçin için kanıyorsun hala, bedenini bile isyan ettirdin sonunda helal olsun.

Bari bundan sonra gerçekçi ol biraz!
Aşk masallarda sadece, yeryüzünde arama boşa.

Read more...

Pazar, Şubat 10, 2008

boRdo-beyaz-mavi



Paylaşmayacaktım aslında bu şarkıyı, kendime saklayacaktım. “Sezen'den herkes biliyor nasılsa, Sertap'ın söylediğini bilmeyenlerde kusur kalsın” demiştim. "Ben sevgilimin kulağına fısıldarım usul usul" demiştim. Sonra fark ettim ki saçmalıyorum. Kendim çalıp, kendim söyleyemeyeceğime e turşusunu da kuramayacağıma göre çalalım eğlenelim. Hem sevgililer günü yaklaşıyor. Sevgilisi olanlar ayrı olmayanlar ayrı dertlenmiş vaziyette. Cümle âleme güzel bir şarkı tüyosu vereyim de kırk yılın başı bir işe yarayalım şu güncede. Hatta şarkıyla kalmıyorum hediye olayını da çözüyorum buradan: “Kar tanesi” Evet efenim bu yıl sevgilimize bi’zahmet “kar tanesi” hediye ediyoruz. Nereden bulur, nasıl temin eder, ne şekle sokarsınız orası hayal gücünüze kalmış. Ama sevdiceğe “eşsizsin” demenin daha güzel bir yolu olamaz bence.

Ben benimkini kolye şeklinde hayal ettim. Hatta az-biraz gümüşçü kuyumcu da bakındım. Fikri duyanın gözleri parladı ama şimdilik bulamadım. Bulana kadar maaşı bitirmezsem alacağımdır. Ama kolye fikrimi çalmayınızdır.

Eh Pazar Pazar bu kadar bu kadar amme hizmeti çok bile. Şimdi benim çözmem gereken çok mühim sorunlar var. Tırnaklarımı biraz kısaltıp kırmızı oje mi sürsem yoksa böyle cadı gibi uzun uzun kalsınlar da kireç beyazı ya da bordo oje mi sürsem? Fena halde kafamı kurcalıyor bu soru. Hemen akabinde seçilmiş olan oje rengine uygun gömlek ve pantolon ve aksesuar ve iç çamaşırı ve çorap ve ayakkabı zımbırtılarının seçilmesi, ilgili parçaların ütülenmesi ve giyilmeye hazır bir şekilde koltuğa dizilmesi gerekiyor...Off bunca sorun, bunca çile çekilir mi be?!

Read more...

Cumartesi, Şubat 09, 2008

siRke saRısı

Hayallerimi doldursam kavanozlara, turşu gibi kursam;


Bir şarkı çalsa, içinde ben olsam. Dilimde bir şarkı olsa, içinde sen.
Bir cümle kursam, ne virgül ne nokta sonunda bir tek sen olsan, öznesi gizli.
Yorgun ama mutlu olsam, uyuklasam göğsünde, nefesimi nefesine uydursam bilsem ki; kıyamazsın uyandırmaya.

Mavi kuşu göstersem, desem ki; “öncesi yok.” inanmasan.

Alsam o kavanozları sıra sıra dizsem, yazdan kışa saklar gibi saklasam bugünden...

Read more...

Pazartesi, Şubat 04, 2008

fiRuze

"Evet evet, kahvaltının mutlulukla bir ilgisi var". dedi kadın kendi kendine.

Bir şeyi 18 gün üst üste yapmanın alışkanlık haline getireceğini okumuştu bir yerlerde. Bugünden itibaren tam 18 gün her sabah 30 dk erken kalkacak ve kahvaltı edecekti. Ofiste aldığı o çift şekerli sütlü kahve ve ısıtılmış kaşarlı poğaçayı da kahvaltıdan saymıyordu artık, sütlü peynirli zeytinli kahvaltı yapacaktı.

Ha bugünkü ani mutluluğunun müsebbibi sadece kahvaltı değildi elbette. Asıl aklını başından alan kahvaltıda yanında olandı, farkındaydı. Bu farkındalık hali çok mutlu ediyordu ikisini de. "O kadar iyi biliyor ki beni...Yine tam zamanında çıktı geldi işte". diye mırıldandı küpelerini çıkartırken. Daha havaalanında değişmişti sanki her şey. O, “bahar gelmiş buralara nerede hani kardan adamlar?” derken sulu sulu gözlerle bakıyordu öylece. Patavatsız bir küfür savurdu adam “Sen ne ağlak şey olmuşun be, şu çantayı alsana önce” “hemen bir sahil kahvaltısı istiyorum, denizi özledim”. Diye başladı saymaya. “Sonra vapurla karşıya geçelim martıları da özledim. Karaköy’e tünele oradan da Taksim’e çıkarız.” “Millet pazartesi sendromuyla boğuşurken biz İstanbul’un tadını çıkaralım di mi ama?”
“Sussana be geveze ben her şeyi planladım çoktan.” dedi kadın sımsıkı kucaklarken.

Sanki daha dün akşam telefonda lak lak etmişlerdi de bugün de okuldan kaçıyorlardı. Kimseler yoktu sahillerde, parklarda. Kahvaltı boyunca sadece ikisine hizmet etti garsonlar. Çaylar gitti, kahveler geldi. Kahvaltı öğütüldü de börekler, pastalar bile yendi üstüste.

Dile kolay, tam 6 saat! Aralıksız, nefessiz konuştular. Sandalyeler yetmedi koltuklara kuruldular, bağdaş kurdular, kahkahalar attılar. Plaza kuşlarına nispet yaptılar oturdukları yerden kimini aradılar, çığlık çığlığa kavgalar ettiler. Kimine manzaralı mailler attılar.

“Eee?” dedi kadın. “bitti nihayet” dedi adam.

“Eee?” dedi adam. “yeni başlıyor” dedi kadın.


“yanlış yapıyorsun” dedi adam.

“doğru yoldasın” dedi kadın.


“âşık olmadan olmaz” dedi adam.

“aşk adama bunu yaptırmaz” dedi kadın.


Kimseler anlamadı neler olduğunu.

Bir şarkı çaldı. Göz göze geldiler. Biri gitmeye karar verdi. Biri koşmaya.



dibine not: dalya iki yüz!

Read more...

yaRım mavi yamalak laciveRt

uzun uzun yazmalı

Şubat1

İçinde doğum günüm olmasa bu kadar sever miydim yine şubatı? Severdim bence. Kısacık ya, imparator agustusla temmuzyus kendi ayları 31 gün olsun diye şubattan çalmışlar ya, hakkını yemişler garibimin. Severdim o yüzden. bi’de hep güzel şeyler geldi şubatlarda benim başıma. Benim yılım şubatta başlar hep, ikinci dönem düzeltirim kırıklarımı. Mutlu başlangıçlarım hep şubatta olur benim. Mesela;
Örnek vermek üzere açmışım eski defterleri öylece kalmış..

Şubat2

Madem hali hazırda cumartesi için daha iyi bir planım yoktu, işe gitmek gayet iyi bir fikirdi. Sevgiliye hazırlanır gibi hazırlandım, kremler kokular süründüm, "Nobody’s perfect (but me)" baskılı iddialı da bir tişört geçirdim üstüme, ojelerimi yeniledim, en sevdiğim halka küpelerimi takıp saçlarımı kıvır kıvır kabarttım. En neşeli müzikleri son ses açıp ayna karşısında hem dans ettim hem makyaj yaptım uzun uzun.

Şarkılı türkülü bol neşeli bir yolculuktan sonra ulaştım hedefe. İlk optik okuyucudan sorunsuzca geçtim, görev yaptığım salona ulaştım. İkinci optik okuyucu da girebilirsiniz manasında “düt”leyince güle oynaya girdim içeri. Her zamanki gibi yoğundu ortalık. Bana doğru gülümseyerek gelen Y. “haberler iyi tabi gülersin hadi tebrik ederim” deyince afalladım. Yok dedim bi’şeyden haberim, “neşeliyim sadece”. “Ooo ilk tebrik eden ben olayım o zaman ilk ayında birinci olmuşsun! Kutlarım.” Yahu ben bu kızı öpüyorum tebrikini de alıyorum ama benden 1. olmaz ki, alla alla bu nasıl iş acaba? “şaşkın şakın bakma öyle, git S.nin ekranı açık aylık raporları yollamışlar.” S. zaten karşı masadan yardım çağrıları yollar gibi el sallamakta “kızım n’aptın sen bu ne?” bir sürü insanın adının olduğu bir Excel dosyasında en üst sırada yazan adımı gösteriyor parmağı. “bilmem o ne hakkaten?” Bu sırada her gören “tebrik ederim” deyip öpmekte. Durun dedim bi’de ben bakayım şuna ne iş.

Sanki kendi ekranlarımdan bakınca farklı bir şey göreceğim. Dosyayı içeren mailde bir de cümleyeni olmasına karşın hızlı bir başlangıç yaparak birinci olan arkadaşımızı da kutlar başarılarının sonsuz ve daim ve tükenmez...... bık bık bık”. Evet benden bahsediyorlar. “Neler oluyor burada?” Tam bu sırada derin sessizlik. Herkes susmuş, donmuş. Dünya durmuş. Tanıdık bir ses: “yolun kenarında ki en gür, en yeşil çalı ben olacağım.” “Doğru yoldayım galiba” dercesine bir mavi ışık geçiyor kalbimden. Gülümserken gözlerimi kapıyorum ve uğultu yeniden başlamış, dünya kaldığı yerden dönmeye devam ediyormuş...

Şubat2 aslında3 sabaha karşı

“Sen yaparsın, biliyorum çünkü seni tanıyorum” dedi. Haberi yoktu başarıdan dereceden falan. İnandığı için söylemişti sadece.

Oysa mutluluk paylaşıldıkça çoğalan nadir şeylerdendi... ve paylaşacak kimsem yoktu benim. Kıskançlıkla ve şaşkınlıkla kutlayanlar paylaşmadı ki neşemi. Çoğu sorularına yanıt arıyordu...

Öyle bir yere sürükledim ki kendimi, bütün enerjimi kuyruğu dik tutmak için harcıyorum orada. Aslında haklı olduklarını bildiğim bütün olumsuz eleştirileri yanıtlamak, çürütmek zorundayım. Lisedeki münazara mantığı gibi, fikre inanmayabilirsiniz savunun yeter. Savunmayı bıraktığım an, tekrar kendi bataklığıma düşeceğim biliyorum. Kıyıda tek ayaküstünde kuyruğumu dik tutmak zorundayım. Hâlbuki ben en çok babam kutlasın, gurur duysun, “e bu ay faturaları sen ödersin artık” deyip alay etsin istiyorum. Bütün faturaları ödeyip, “eeeöö benim param bitti, harçlık verseneee” diye yılışayım istiyorum. Söylemedim bile ona. Hevesle dayanıp kapısına “hey hey de hey! Ben bilmem kaç kişinin arasında 1. oldum hem de ilk ayımda, bana prim verecekler baba, paranın dibine vurdum sevgili şubatımda n’abeeeer” desem ne diyecek? Nasıl bir duygu acaba, biricik kızının kesinlikle istemediği/onaylamadığı bir işi yapması ve bu işte en iyisi olması? Hayat işte garip, vapurlar filan...
Senin hangi yaptığın kutlandı ki kızım, şimdi anlatacak kimsen yok işte. Diğerlerinle kaldır sen kadehini yine, başarıya!

Şubat3 geç Pazar kahvaltısı sonrası

Yine aynı şeyi yaptım işte. Çat diye yükselttim çıtayı. Adım adım gitmeyi bilmiyorum hiçbir yere. Ya herro ya merro. Bi’dahaki ayda kırmızı listede görürsem adımı, hiç şaşırmam...

Ve yine bir zamanlama hatasının tam ortasındayım işte. Yaptığım bu “iyi” işi kimselere pazarlayamayacağım ne yazık ki. Raporlar geldiğinde cumartesiydi. E doğal olarak hafta sonu sevgili üstlerimden kimse yoktu ortalıkta. Pazartesi’de ben yokum. Taa iki hafta öncesinden ayarlamışım 4 Şubat günü izinli olayım diye. Salı günü de gidip; “merhaba ben Romeo gerçek aşkın savaşçısı bu ay birinci oldum” diyemeyeceğime göre, güme gidecek bu birincilik. Plaza insanı olmanın 1. koşulu olan ‘bilinir olma’, ‘herkesi tanıma’ olayını oldum olası beceremeyen ben, bu fırsatı da kaçıracağım kilit noktadaki insanların gözüne “girmek” için. Peh!
Aa buldum, Salı günü boyunluğumu takayım. Ah, evet biliyorum dahiyim aslında ben!

Şubat3 aslında4 gece yarısı

Yeni bir hedef. Tek ihtiyacım olan bu. Yepyeni bir hedefim olmalı. Yoksa ben dayanamam bu gel-git hallere. İsterik ağlama krizlerine.

Mutlu olman lazım kızım, eksik hiçbir şeyin yok, gençsin, sağlıklısın(?), başarılısın, ailen (yanında olmasa bile) hep arkanda olacak biliyorsun, yeni bir yaş geldi dayandı kapına, hiçbir zaman prenslerden medet ummadın. Nasıl çıktıysan 2002 krizinden vakti zamanında ve nasıl ki sen krizi atlattıktan sonra olmaya başladıysa bütün güzel şeyler 2006 krizi de atlatılacak artık. Midem bulandı be, yeter! Akademisyen mi olursun, hakim mi kaymakam mı, cerrah mı olursun eczacı mı bilmem, gider başvurunu yapar hostes mi olursun, evinin kadını mı olursun umurumda değil! Yettin artık be! Yok sana doğum günü hediyesi falan. Kes ağlamayı, git-yat uyu şimdi yarın bir sürü işin var!


ki kimseler okumasın, bilmesin...

Read more...
doradoraa [at] gmail [nokta] com

ne güzel demişleR

deli saçması

  © Free Blogger Templates Blogger Theme II by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP