Cumartesi, Ocak 31, 2009

delilik



22.08.2007


çok çok başlarda olmalıydı bu alıntı, neyi bekliyordu taslakta acaba?

Read more...

kuRtaRıcı mavi

Kurtarıcı
Sizin doğal mesleğiniz kurtarıcılık. Bu nedenle çoğu zaman, kişisel veya aile hayatında problemleri olan insanlara aşık oluyorsunuz. "Beni hep sorunlu kişiler bulur" sizin çokça sarfettiğiniz bir cümle. Bu durumdan çok yakındığınız zamanlar oluyor fakat aksi sizin için düşünülemez. Eğer bir kişinin hiç problemi yoksa, hayatını huzur içinde yaşamayı seçmiş ve başarmış biri ise size çekici gelmeyecektir. Çünkü o kişide düzeltilmesi gereken bir yön yoktur ve bu sizin asli görevinizi yerine getiremeyecek olduğunuzu gösterir. Siz aşık olmak için; problem çözücü, onarıcı, tamir edici ve kurtarıcı vasıflarınızı kullanabileceğiniz ilişkiler ararsınız. Bu yüzden daha ziyade sorunlu olan kişiler size çekici gelir.


Bloglar arası mim dalgasıydı bu test. S. mail atmış, yapsana şunu çok komik diye. Yaptım işte. Şaşırmadım hiç. Arızalı adam paratoneri olduğumu çoktan keşfetmiştim zaten ben. Adamları düzeltip, iyileştirip doğal hayatılarına salıyorum bir bir. Bu saatten sonra değişmem herhalde kolay kolay. "Değişmeye çalışmazsan değişemezsin zaten. İlla sorunlu adam istiyorsan bari biraz yakışıklılarından seç be yavrum" demiş S.cim. Bu da doğru. Bugüne dek daha bi'tane adamı kaşına gözüne vurulup seç(v)miş değilim. Neye göre seç(v)tim orası da muamma zaten...


06.01.09 gecesi yazılmış, yarım sayılmaz aslında. Neden taslakta kalmış, aklımda neler varmış, kimbilir...


Read more...

Cuma, Ocak 30, 2009

mavi benekli koyu gRi


Pazar günü bir mail yazdım. Cevap alamamaktan ölesiye korktuğum, basit bir mail. Pazartesi geçti, Salı ve dahi Çarşamba… Korkarak açtım mail kutusunu boştu. Beni umutlandıracak bir FW: Can Dündar bile yoktu. Bugün gittim. Bir form doldurdum. Bir belge imzaladım. Beni bekleten fotoğrafçıya kızdım kapısını çarptım. Saat 12:00ye yetiştiremedim evrakları. Sahilde, yağmurda yürüdüm. Bir gemi geçti. Dalgalar vurdu ayağımın dibindeki kayalara, beni ıslatmadılar. Yarın gel, dediler. Eve döndüm. Üşümüştüm, uyudum. Her uyanışımda bir şarkı çalar zihnim bana. Bu kez piyano çalıyordu. Dün akşam “İklimler”i izlerken kaydedilmiş olmalıydı notalar harddiske. Canım kakaolu kek istedi. Onun için tarif ararken, zihnimde çalanın “domenico scarlatti’nin fa minör piyano sonatı k 466” olduğunu öğrendim sözlükten. Bu bir cevaptı.

Sinema 1000 puan
İklimler filminin senaristi ve yönetmeni ve başrol oyuncusudur.
Nuri Bilge Ceylan kimdir?

Nuri Bilge Ceylan’da bir cevaptı. Bir zamanlar bana sorulmuş bir sorunun, veremediğim cevabıydı. Cevap vermiş olsaydım ne değişirdi hayatımda?

O sorunun bana ne zaman sorulduğunu hatırlayabilmek için mail kutusunda bir arama yaptım. Google diyor ki bana "7289 MB kotanızın şu anda 591 MB (%8) kadarını kullanıyorsunuz." O yüzde sekiz bile benim ağzıma sıçıyor, daha fazlasını kaldıramam zaten. 29.10.2005 ten beri kullanıyormuşum bu hesabı. Yazıldığını, yaşandığını unuttuğum yüzlerce günlük olay, bir zamanlar var olduğunu çoktan unuttuğum adamlar-kadınlar var o yüzde sekizde. Bir de g-talk kayıtları tabi!

Tipik bir örnek mesela: varlığı unutulmuş bir kadınla, 'aa sahi böyle bi’adam vardı lan' dediğim bir adamın dedikodusu,

ben: yok aslında belli etmedim de, zaten yeni tanıştık ve 2–3 gün içinde olupbitti her şey
O: rengi belli oldu diyorsun!
ben: benim bi'başka evli arkadaşımın iş arkadaşıydı
O: hımmm
ben: onların evinde güzel-zevkli eğlenceli bi'akşam yemeği yedik
O: olur mu dedin! ama...
ben: ya hani her yöne çekilebilecek laflar edersin de, olumluysa "ben senden hoşlanıyorum" mealine çekersin lafı
O: evet bilirim :)
ben: olumsuzsa “ben zaten öyle demek istemedim” der çıkarsın işin içinden
öyle oldu benimki de
ama zekice cevaplar verdi sahiden
ucunu açık bıraksa fena kaptırabilirdim kendimi
o yüzden bi'kez daha takdirimi kazandı
yol yakınken rengini belli ettiği için
O: kapatabilmesi de bir erdem! seni oyalamamıssa :)
ben: evet evet, sahiden öyle oldu. efendice, ikimizde kırılmadan hallettik mevzuyu. şimdi efendi efendi arkadaşlık ediyoruz benim beklentim yok, onun içi rahat böyle adamlardan çok yok işte piyasada =))
O: oyle :)


Gözlerime inanamadım okudukça.

Mektuplar yazmışım sonra uzun uzun. Kadın bir erkeğin hayata açılan penceresidir, demişim sadece bir yazıya gönderme yapmak için, adam bana; peki sen nasıl bir pencere açıyorsun, senin açtığın pencereden nasıl bir dünyaya bakıyorlar demiş mesela, anlamamışım o zaman....

Daha yakın zamanda üşenmemişim sıladan mektuplar demişim. Hemen her gün yazdığımı sanıyordum ben onları ama 13 taneymiş sadece. Yine de 30 günde 13 mektup oldukça başarılı. Bana "hoşça kal" bile demeden giden biri için üstelik.

Onlar gibi cevapsız başka mektuplarda buldum.
İyi yolculuklar demek istedim sadece. Dilerim yolun seni götürdüğü yerde güneşin turuncu ışıklarıyla deri değiştiren bedenin gibi yenilenir, huzur veren kuş seslerine ev sahipliği yapan yemyeşil ağaçlar gibi güçlenir, denizin mavi beyaz köpükleriyle coşması gibi eğlenirsin.
Ba ba ba, laflara bak. Sonra da "bu adamlar şişip şişip içimde patlatıyor" Normal! Üstelik onca cevapsız soruya rağmen, senden cevap istiyorum diye yazmışım uzun uzun. E, yuh bana!

"Ne olursa olsun, ben hep söyledim, yine söyleyeceğim. Yerin özel bende. Umarsızca çekip gitsen de öyle olacak hasta olman ya da olmaman aşık olman ya da olmaman değiştirmeyecek bunu. Olan ve olamayan her şeye rağmen “şansım”dın sen benim, değişmez, geçmez sandığım şeyleri değiştirdin bende.
Bu yüzden kapıyı bir kez daha çalmanı bekledim sadece, gerçekten içeri girmek istediğine inanmak istedim. Bu yüzden sustum, bu yüzden önemsemezmiş gibi göründüm, bu yüzden bekledim.
Ve bu yüzden, kendisi gerçekten var olmasa da cümle içinde kullanılmış “aşk”ın hatırı için bir açıklama istiyorum senden. Facebookta dünyaya ilan ettiğin relationshipin ne olduğunu öğrenmek istiyorum. Bir açıklamayı hak ediyorum bence...
Sonra düşeceğim yakandan merak etme. Sevgilisi olan adamlara yapışmam ben alacaklı gibi. Ama bilmek hakkım. Ben geleceğini sanarken, umarken, sen hangi arada başka kalplere misafir oldun öğrenmek istiyorum..."

Sahipleri artık var olmamayı seçtiği için kilitlerini kalırdım bu cümlelerin. Hem zaten bunlar benim cümlelerim. Onların cevap vermeye bile tenezzül etmediği tüm bu mektuplar, halen benim arşivimde.

Ama bi’dakka. Ben bunu bugüne dek nasıl fark etmedim! Evet ya…
İroni falan mı bu? Bu adam eline kâğıdı kalemi alıp, günün en sevdiği saatinde, kafasını dinlemek için kendine ayırabildiği tek kısacık zamanında, oturup Merhaba Zeynep diye başlayan mektubu yazan tek adam! Sevgilim bile yapmamış ulan bunu. Ben bunca zamandır, yazdığım tüm bu mektuplara yanıt aldığımı düşünürken aslında hiç biri, hiç kimse oturup yazmamış bana. Biri telefon etmiş “bu hafta sonu da gelsene” demiş, biri sms atmış, biri görünce teşekkür etmiş. Ama bir tek G. yazmış! Tüm var olamayışına rağmen, hakkaten yeri başkaymış bu adamın, helal olsun! Bi’dakka ya, sadece mektup da değil ki…

Niye saatlerdir oturmuş bunları okuyorum peki ben? Niye yapıyorum bunu biliyor musun? Giderken fonda valizim dolu yine aşklarla anılarla yola çıktım sonsuz yalnızlıklarlaçalsın istemiyorum da ondan. Gerçi eğri oturup doğru konuşalım bunların hiç biri aşk değil. En çok G. yaklaşmasına rağmen o bile değil… O yüzden valizimi dolduramazlar aslında. Olsa olsa kadehimi doldururlar bu gece.

Yine de “acılar pişmanlıklar ve ben yollarda” demek istemiyorum işte. Pişman olmadığımı ispatlıyorum kendime; hiç gocunmadan hatta hafiften gülümseyerek okuyarak, tek damla akıtmadan yazarak. O yüzden kurcalıyorum eski defterleri. 4 saat olmuş bak. Yazıyla dört. Oturup iki film daha seyredebilirdim ben o 4 saatte. Ve böylece yeni yıl listemin içerisinden bir maddeyi silmiş olurdum. Başarmış olurdum. Veremediğim cevabı öğrenmiş olurdum. Sahi bir cevaptı beklediğim diğ mi?

Cuma günü aldım yanıtımı. Perşembe attığım imzalara inat “Sana söz veriyorum” diyordu. İçi dopdolu cümlelerle umut veriyordu. Şaşırdım, şapşallaştım ve karıştım. Karıştırdım yine her şeyi birbirine. Aslında hiçbir sorumun cevapsız kalmadığını öğrendim bu arada.
Bir de o sorunun bana 2 yıl 1 ay 2 hafta önce sorulmuş olduğunu…


Read more...

Pazar, Ocak 25, 2009

suskun mavi


Kafamda bir milyon tane tilki var. Anladığım kadarıyla o kadar koca kafalıyım ki hiç birinin burnu, kuyruğu birbirine değmiyor. Bi’de işin kötü kafa yuvarlak bir yapıya sahip olduğundan tilkilerin hiçbir yere gidebildiği, varabildiği yok. Dönüp duruyorlar saçma sapan. Ama o kadar çoklar ki sıkıldım artık. Yazayım kusayım istiyorum. Şöyle üçüzaltmışikibinyediyüzonaltı tanesini kussam mesala geriye kalan altıyüzotuzyedibinikiyüzseksendört taneye yer açılsa biraz. Tabi ki hesap makinesi kullandım bunun için, toplama çıkarmayı değilse bile çarpmayla bölmeyi unutalı yıllar oluyor.

Dilimin ucunda. O kadar ucunda, o kadar hazır ki cümleler. Zorla tutuyorum kendimi. Zor tutuyorum. Peki niye tutuyorum? 2009 için tutuyorum. Bu yıl bir şeyleri değiştirmek için harekete geçtiğim bir yıl olacak madem, bu konuda da kendimi aşan değişiklikler yapacağım şu anda. Yazmayacağım. Konuşmayacağım. Susacağım. Ölümüne susacağım demek isterdim ama o kadar iradeli bir insan değilim ben. Ve biliyorum ki ne kadar değişmeye çalışırsam çalışayım, o en uçtaki cümlelerden birini, bir tanesini mutlaka söyleyeceğim. Onu da söylemezsem çatlarım çünkü. Geçen seferde içimde kalmıştı çünkü. Aynı hatayı ikinci kez ve de göz göre yapmışken, aynı finalle, aynı vurdumduymaz, aynı “ben söyledim oldu” tavırla bitmesine içim elvermiyor çünkü… Onun dışında tek bir cümle bile söylemeyeceğim ama.

Hele yazmak mı, asla? Yazdıkça havaya giriyorlar çünkü, rengi kaçmış solgun balonlar hepsi, yazdıkça şişiyorlar, şişiyorlar ve içimde patlıyorlar! Oysa hiç biri bilmiyor ki, benim burada yazdıklarıma benzer, bunlara yakın, aynı konudan bahseden tek bir cümlem yok günlük hayatta. Sanal olmayan dünyada tek bir cümle kurmuyorum bunlara benzer.
Yani yazılmış olman seni mühim kılmıyor aslında, yazıp boşluğa savurduğum hüzünlü cümlelerim, yazarken akıtıp kurtulduğum kimsenin görmediği yaşlarım kadar, uydurduğum kararsız sevişmeler kadar sanalsın sen. Altında imzam olmadığı sürece bir delinin sayıklamalarından başka bir şey değilsin ki.

.
.
...
...
...
.
.
.
.
.

Çok bile oldu yine. Arada 10 tane daha cümle kurmuştum aslında. Zamanı gelirse doldururlar belki boşlukları. Şimdi SUSACAĞIM sadece.

Bu şarkı da sana değil ha! Aman!



Olsa olsa ilk hatama, G.’a.Sahi okuyor mudur acaba hala? Aman okumasın, aman.Gözüme bakan hiç kimse bilmesin bu kadar içimi.
"tek tek anlayarak hatalarımı
sevmeye çalışıyorum yalnızlığımı"

Read more...

Çarşamba, Ocak 21, 2009

saRımtıRak yeşil


3 gündür evde yatıyorum. Pazarı da sayalım hadi, 4 gündür. Burnumu bile çıkarmadım kapıdan. Ay yok pardon bi’doktora gittim ama o sayılmaz. Giderken ev eşofmanlarımı bile çıkarmadım üstümden. Bir ara fırsattan istifade alışverişe çıkayım bari diye düşünsem de kafamı kaldıracak halim yoktu zaten. Mutfağa gidip portakal almaktan acizken, mağaza mağaza gezip giy-çıkar yapmak hayal oldu tabi.

4 gün tatil için süper bir ara aslında ama insan hasta olunca, gözü tatil bile görmüyor işte. Hastalık dediğim de bi’şey olsa: “Ağaaar grip olmuşsunuz hanfendi, antibiyotiklik bir durum yok.” 3x1 Öksürük şurubu. 3X1 theraflu “forte” -ki kendisi 650 mg parasetamollü bir Novartis. -Ve farenjit vakalarından aşina olduğumuz bir benzidamin hidroklorur. Eh buna da şükür. Teşhisi koyduk, ilaçları ve raporu da aldık. “Uzaktaaan kumada benimdiiiiiirrr!”

Çocukken ben hasta olunca oturma odasındaki kanepeye yatak yapar uzaktan kumandayı da alır bütün gün çizgi film izlerdim. Kimse de “gık” demezdi. Gelsin çorbalar gitsin meyve suları. (Gerçi o zamanlar böyle nickelodeon falan da yoktu nereden bulurduk o kadar çizgi filmi acaba?) Fırsat bu fırsat diyerek kuruldum kanepeye tekrar. Gel gör ki her taraftan çocuk kanalı fırlamasına rağmen "Tom ve jerry" den başka izlenecek adam gibi çizgi film yok piyasada. O da sabah 10da. Tom jerry bitince güzel bir kahvaltı, kızarmış ekmek, kayısı yumurta falan. Kahvaltı’da TNT “monk” Sonraaa saat 11:00 de e2’de Ellen Show. -ki süper bir hatun kendisi. büyünce onun gibi olcam ben.- Ellen bittikten sonra artık sedasayan mı istersin, deryabaykal mı istersin, iclalaydın, ikbalgürpınar mı istersin, petekdinçözalişan mı istersin, safiyefaik mi istersin, ebruşallı mı istersin -ki ben buna hiç girmiycem pucca yazmış uzun uzun- hangisini istersen vur patlasın çal oynasın! Ama tabi ne zamana kadar “yemekteyiz” başlayana kadar! Gerçi ben yemekteyiz'in gelmiş geçmiş en süper kahramanı; arz ederim hasan amcayı gün be gün izlemiş bir seyirci olarak bu son hallerini pek sevmiyorum ama show tv artık yarışmacı seçiminde (cast seçimi mi demeli acaba açık açık) o kadar uzmanlaşmış ki, aptal aptal kutuya bakarken illa takılıyorum bir yerinden. Bu hafta bir de İtalyan mutfağı seven bir adam vardı, bahane de buldum seyretmeye, zaten ağar gribim, kimse bana karışamaz değmeyin keyfime…

Annem gidip gelip -ki kendisi menepoz teyze kurslarının birinden çıkıp birine gitmekte, sağolsun öğlende eve uğruyor, yemek koyuyor önüme sonra yine çıkıp gidiyor falan- beni açık tv karşısında buldukça “beynin sulandı tv.ye bakmaktan, kitap falan okusana baksana sessiz ev negzel” dese de “hastayım ben böğğüüü” diye ağlayarak savuşturdum bütün eleştirilerini. Ya zaten aylardı tv izlemiyorum doğru dürüst ne zararı olabilir ki diğ mi? Demeyeceksin işte. Boşuna aptal kutusu demiyorlar ona. Her türlü zararı var. Evde kaldığımı düşündüğüm yetmiyormuş gibi, evlilikle ilgili bütün fikirlerim de değişti mesela. Nicedir şu “görücü usulü” uygulaması hakkında 'hımm aslında pek kötü bir fikir olmayabilir' diyordum zaten. Artık kanaat getirdim süper bi'uygulama hakkaten. Bi'kere kafadan “evlenmeye hazır adam” çıkartıyorlar karşına. Kılçıksız... Okulu bitirmiş, öyle master kastır falan kafa ütülemiyor, eli ekmek tutuyor, hatta belki başını sokacak bir evi de var muhtemelen, en önemlisi askerliğini yapmış adam yahu! Mis gibi adam niyeti de evlenmek daha n’olsun? Allah’tan belamı isteyeceğim yani?

Ayrıca mesela bu adamla 3 kere buluştuktan sonra rahatlıkla “aaa ama ben bu saatte artık gönlümü eğlendirmeye adam aramıyorum ki, ciddi düşünüyorum yani, bana güven vermen lazım” falan diye kavga çıkarabiliyorsun. Adam gık diyemiyor. Ama tabi şimdi bu devirde böyle adamı bulmak da kolay değil. O'da bunun farkında tabi, istekleri var: “25-35 yaş arasında hiç evlenmemiş bir bağyan istiyorum” diyor. Hiç evlenmemişi böyle kalın kalın söylüyor. Eh tabi kılçıksız adamlar da, zarı soyulmamış kadınlar istiyorlar yataklarında.

Yalnız bunların tv.ye çıkanları pek çulsuz oluyor. Şahsen ben 3 gün boyunca kanal kanal izlememe rağmen (şöyle elektrik aldığım birini bulsaydım arayacaktım valla) 900-1000 liranın üzerinde para kazanana rastlamadım daha. Ha 15 daireli apartmanım, 3 tane yazlığım, 8 kışlığım, 2 çiftliğim var diyenler de çıkıyor ama son kullanma tarihi geçmiş o amcaların da be anam. Düştük dediysek o kadar değil çok şükür.

Ay burnum düştü silmekten yeter ya, bak yarın işe gideceğim aklıma geldi yine. Aaaa saat 10 olmuş. Cnbc-e de Uzak vardı bu akşam, yaprak dökümü kaçırdım onu kaçırmayayım bari.


Read more...

Pazar, Ocak 18, 2009

üşengeç mavi

Akşamdan kalma bir Pazar daha geçiyor işte. Saat 13ü geçmiş günün 13 saati bitmiş geriye kalmış 11 saat, 8 saati uyku desen. Bana kalmış 3 saat. Yuh! Ben oturmuş blog okuyorum, mail yazıyorum. Neyse ki msnden paçamı kurtardım. Mailleşmek çok daha keyifli. Böyle cevabı beklemek, pencerenin altında "egüi is typing" ibaresini görmeden yazdığını bilmek, meraklanmak falan. egüi ne, xyz gibi bi’şey işte. Değişken yani. Kah e, kah g, kah ü, kah i. Da vinci şifresinde miydi, aslında harfler alfabede kendinden bir önceki ya da sonraki harfi temsil ediyordu. Onun gibi bir şifre belki de…

Kriptograf mı deniyordu şifre çözücülere? Niye emin olamıyorum tek seferde? Ne kadar az cümleyle konuşuyorum ben bugünlerde. Papağan gibi aynı kalıplar sadece. Dilimin sınırları dünyamın sınırlarıydı hani. Dünyam ne zamandır böyle küçücük kaldı benim? Ben bile sığamaz oldum içine. Başkasına nasıl yer açacağım?

Daha az soru soracağım bu yıl demiştim. Bir paragrafa 4 soru işareti yeter. Üstelik virgüllerle oyunbozanlık da yapmadım bak bu sefer. 2009 güzel olacak sanki. Söylediklerimi, düşündüklerimi yapacağım galiba bu sefer. 18 günde daha hiç fire vermedim mesala, negzel.

Bir film var masamda, bir kitap çantamda, aklımda günlerdir “revenge is a dish best served cold” yoksa “best eaten” mi? Ne fark eder ki? Soğumasını beklemeye başladıysan artık ne farkı var ki… Bir de tiramisu tarifi deneyeceğim bugün. Ama evde ne baileys ne de likör var. Olsun yine de yapacağım. 3 saatim kalmış şurada. Kalkıp başlamazsam yapamayacağım.


Read more...

Çarşamba, Ocak 14, 2009

sevişmek biR keRe daha yüRüRlüğe giRiyoR*


Siyah bir otomobil. Hayır siyah bir otomobil değil. Siyah bir alfa romeo. O geceden ilk hatırladığı; direksiyondaki taç giymiş yılan. Arkada gülüşen kalabalık bir grup.
“Biz tamamız da şu kapıları kilitlesen diyorum” Klik!
“Ya bu yazdıkların çok komik ben bunları ayık kafayla okumak istiyorum mutlaka”
“Sensin komik, sen kendi yazdıklarına bak”
“Gülmeyin lan yeter, önce kimi bırakıyoruz, en yakında kim var?”
“Ben varım, benzinlikte at beni”
Kahkahalar, sataşmalar, fonda bangır bir müzik, bagajda çarpışan şişeler. Açılan kilitler, çarpan kapılar.
“Oh be! Bir an hiç bitmeyecek sandım.”
“Ben de”
Geri geri gitmek için kolunu sağ koltuğun arkasına atarken kesişen gözler. Parlak kocaman bir zeytin bir tanesi gibi. Işıl ışıl, kapkara.
“Sen?”
“Ben eve gitmeyeceğim bu gece.”
Soru işaretleri ? ?
Evet, bu bir davet! Hiçbir şey söylemene gerek yok. Gidelim.
Camlar buğulu. Klik!
Hayır, hayır. Bir şey söyle lütfen, böylece gitmeyelim…
Koltuğun arkasından omzuna geçen bir el. Yavaşça boynuna. Dudaklarında parmakları.
“Çok geç oldu sevgilim.”

sev

gi

lim

Siyah bir otomobil. Belki siyah bile değil, her yer karanlık. O geceden son hatırladığı; stop lambalarının kırmızı ışığı.




İlk kez öpüşmeden, son kez seviştiler o gece, ilk ve son kez...





*Cemal SÜREYYA- Üvercinka
Birden nasıl oluyor sen yüreğimi elliyorsun
Ama nasıl oluyor sen yüreğimi eller ellemez
Sevişmek bir kere daha yürürlüğe giriyor
Bütün kara parçalarında
Afrika dahil

Read more...

Salı, Ocak 13, 2009

sebebi: mavi


Hayatta her şeyin bir sebebi var.

Bunu buraya bin kez yaz-dım. Bin birinci kez bugün yazmış olmam, binbir kez daha söylememem için bir engel teşkil etmiyor zaten. Evet bu son söylediğimi ben de anlamadım. Kuvvetle muhtemel devrildi bir yerlerde o cümle ama nerede geri dönüp bakmayacağım. Çünkü her şey bir sebepten oluyor bu hayatta. Her bi’şey. Hepsi yani. All of them diyorum yaa, o derece…

Saçlarıma üzülmüştüm ya ben. Böyle ağlak ağlak bakmıştım kendime aynada (ağlamış mıydım hakkaten eni-konu, yok artık!) Neyse, o bile bir sebeptenmiş işte. Bir adam beni koyun gibi kırpacak ve ben tek satır sesimi çıkarmayacağım ha, sebebi buymuş işte. Bir fotoğrafmış. 1940lardan mı 50lerden mi kaldığı belirsiz bir fotoğraf. Ör saçları bir sağdan, bir soldan iki belik, giy şalvarı, bağla yazmayı. Oldu mu sana Köçer hanım? Oldu oldu, görünce bana tanımadığım insanlar arasında “yuh! yok artık” dedirtecek kadar oldu hem de. Ha “ben bunu niye hayatımda hiç görmediğim (ama beni bilmem kaç yıl önce bilmem kimin evinde görüp hatırlayan ve nedense hiç unutmayan) insanlardan öğreniyorum da, annemden öğrenmiyorum?” sorusu cevabı asla öğrenilemeyecek birmilyonaltıyüzkırkinci sorum olarak kayıtlara geçsin hakim hanım. Anneler süperdir evet, benimki kurşunsuz n’apalım. İğrencim evet. Bunu da benden başka söyleyen olursa küfrederim ayrıca. O derece… Bin kere bokkafa derim. “Lanet olsun” demekten iyidir aslında. Durduk yere niye lanet okuyalım diğ mi Sabrina?

Avada kedavra!


Ya bak saymaya başlamışken hazır, söylemezsem çatlarım: Dokuzyüzdoksandokuz kez söylediğim “ben bu filmi daha önce izlemiştim.” var bi’de. Binincisini de söyleyeceğim yakında az kaldı. Film çoktan bitti aslında. Jön değişmesine rağmen tıpa tıp aynı replikle bitmiş olması ise filmi defalarca izlemiş ben için fazlasıyla şaşırtıcıydı doğrusu. O yüzden şaşkınım hala. Ada ne kadar şaşkınsa o kadar şaşkınım. Şükür ki tenceredeki sarmaları bitirdim ben, boğazıma dizilmedi hiç biri. Dur dur neyse jenerik akıyor daha, sinemanın ışıklarını yaksınlar onu da anlatacağım zehir zemberek. Her şeyin bir sebebi bir de zamanı var elbet…


It's the final countdown dırını nı nı dırını nı nı!

Hahayt, çok ironik oldu yahuu, güldüm bile =D

Read more...

Salı, Ocak 06, 2009

kaRanlık mavi


Her kapıdan bir başkası fırlıyor. Bir odada kuran okuyanlar, namaz kılanlar, bir odada erkekler. Mutfak sürekli kalabalık. Sofralar kuruluyor, sofralar kaldırılıyor, çaylar gidiyor, meyveler geliyor. Bulaşık makinesi hep dolu, hep çalışıyor. Ama çatal, kaşık, bıçak, bardak yetiştirmek ne mümkün. Salondaki vitrinler böyle günler içinmiş meğer. Yatılı misafirlerin yatakları hazırlanırken anne lafı sokuyor: “onca yastık, yorgan, havlu, başörtü ne işime yarayacak deyip duruyordun, çeyiz bu yüzden yapılıyor işte. Günde kaç havlu kirleniyor banyoda tuvalette haberin var mı senin?” İkna olur gibi yapıyorum ama herkes yatınca “bu kadar misafiri otelde ağırlamak lazım aslında” diyorum “hem size hem onlara eziyet.” Anneannem bana marstan gelmiş, “merhaba dünyalı” demişim gibi bakıyor. Gülecek oluyorum gülemiyorum. Gülüyorum da ne biliyim işte… “Yani kraliyet ailesi böyle yapıyordur herhalde o bakımdan, şettim” diyorum. Anneannem gelip sarılıyor sımsıkı.

Ateş düştüğü yeri yakıyor her zaman. Matchmaker teyzeler cenaze evinde bile iş başında. Aynanın önündeki fotoğrafı gösterip “aa bu fotoğraftaki sen misin? Maşallah, maşallah Allah nazarlardan korusun tu, tu, tu! Ne güzel saçların varmış niye kestin?”, “eee işte uzun zamandır uzun saçlıydım kem küm biraz daha börek alır mısınız?” “Yok yavrum, sağ ol. Ay o dans ettiğin çocuk kim?” Gözler ellerimde, yüzük arıyor. Bir başka tanıdık giriyor araya, “ağabeysi ayol, oğlan işte, görmedin mi az evvel buradaydı hoş geldiniz dedi.” “Maşallah maşallah! Pek hamarat kızımız maşallah, kaç yaş var aranızda bakıyım?” Birisi çayını bitirse bardağı kaptığım gibi mutfağa kaçacağım dönmemek üzere. Herkesin bardakları dolu! “Yok, o benim küçüğüm aslında, 2 yaş var aramızda.” Suratta belli belirsiz bir gülümse; şimdi sıçtık işte, sıradaki soru benim yaşım ve medeni durumum olacak. Matchmaker teyze çay bardağını elinden bırakamadan kapı çalıyor. Ok gibi fırlıyorum yerimden. “Müsaadenizle”

Kapıda kalabalık bir grup daha. Erkek terliği bitmiş. “kızım koş Hatice teyzenden kap gel” “anne üstteki ve alttaki 2 katın bütün erkek terliklerini aldık” “laf yetiştirme bana, en alta kata M. ablana git o zaman” Bu kalabalıkta organizasyon hakkaten mühim. Her iş için birini tayin etmezsen bütün işler sana kalıyor. Kimler yemek yemedi, kimler çay içmedi, kimler yeni geldi, kimler kalkmak üzere, kapıdaki ayakkabıları düzenlemek, kimin atkısı kimin montunun cebinde takip etmek bile başlı başına bir iş.

Tam çıkmak üzere kapıda bir amca beni esiyor alıyor. “Sen beni tanımazsın, biz senin fotoğraflarını gördük, köye gel benim kızlarla da tanıştırayım sizi, çok merak ediyorlar görmek istiyorlar onlarda…” diye başlıyor, cebimde telefonum çalıyor. Çıkarıp sessize alamıyorum bir türlü. Amca konuşuyor, telefon giderek yükselen bir sesle çalıyor. Baba tarafımdakiler beni garip bir şekilde seviyor. Sevmenin garibi mi olur, oluyor işte. Hayatımda ilk kez gördüğüm ve elimi bırakmak istemeyen, bana sarılmaya koklamaya doyamayan teyzelerle dolu evin içi. Çoğu bebekliğimi biliyor. Beni özlediğini söylüyor. Annem “kan çekiyor işte” diyor “babasının kızı”. Hakkaten de öyle, kardeşime kimse bu kadar yanaşmıyor.

Kuzenlerden (ki ben onarla kuzen demem aslında) biri oflayarak giriyor mutfağa, “gelinlik” kızlar bir aradayız. “Salondaki bordolu teyze esir aldı beni ya, sor sor bitmedi soruları.” 3–4 kişi bakışıyoruz. “Gelin avcısı o teyze, hepimize uygun koca bulcak, o yüzden bi’sürü soru soruyor” gülüşmeler ama hemen toparlanmalar. “valla beni yollamayın da yanına, kim servis yaparsa yapsın.” Kikirdemeler. Komşunun 11 yaşındaki kızı içeri girince rahatlıyoruz. Bordolu teyzeye çayını o götürüyor. 2 dakkaya kalmıyor geri geliyor mutfağa. “Zeynep abla işin yoksa seni çağırıyor, ‘gelsin yanıma hiç konuşamadık’ diyor.” “E be teyze güne mi geldin, taziyeye mi?” diyemiyorsun tabi. Hemen koltuğunun yanında bi’tabure ayarlamış bana. Kurbanlık koyun gibi oturup cevap veriyorum sorularına. İşe kaçta gidip eve kaçta döndüğüme kadar soruyor. Her cevabım artı puan teyze için. Ama araya bir “o kadar okul okudun öğretmen olsaymışsın” keşke sıkıştırmadan duramıyor. Öğretmen gelin ekolü, evet böyle bi’şey var hala. Odadaki herkes durumun farkında eğlence oluyor onlara da kimse sesini çıkarmıyor. Ben de niye bu kadar ciddiye alıyorsam sanki. 'Rahat bırak kendini' diyorum, 'çek ayağını frenden biraz, iki gülüp geçeriz.' Aniden bilmem kimin torunu anlatmaya başlıyor. Mühendismişte, yurtdışına gidip geliyomuşta, burada bilmem ne sitelerinde evi varmış, arabasını bile almışda çok efendi, çok namuslu, eli yüzü düzgün temiz bir çocukmuşta. Teyze çok profesyonel öyle uzun uzun dolandırmıyor hiç lafı, tüm bu bağlamayı 5–6 dakikada yapıveriyor. Aklımdan geçen; çok konuştu kadıncağız, bir laf edeyim de soluklansın azıcık. Ağzımdan çıkan; “askerliğini yapmış mı peki?” Artık nasıl bıraktıysam frenlerimi! Güleceğim, gülmek ne kelime kahkaha atacağım, acayip bir ses çıkarıyorum kendimi tutmak için. Bu nasıl bir bilinçaltı yarabbim! Allah’tan bizimkilerden kimse yok odada, daha fena aslında, beni doğru dürüst tanımayan insanların arasında, nasıl sazan gibi atlarım ben bu oltaya!
Teyze bıyık altından gülüyor bana. Tek sorun oymuş işte, erteleyip duruyormuş, evlenip yurtdışına yerleşecekmiş askerlikten tümden yırtmak için, hayırlı bir kısmet olsaymış. Hayır gülmemem lazım, yutkunuyorum, öksürüyorum yine acayip acayip sesler çıkarıyorum. “Eh tabi hayırlısı” falan deyip kaçıyorum odadan dayanamayacağım yoksa. Mutfağa kendimi attığım gibi gülmeye başlıyorum. Aptalca bir kahkaha suratımda. Kızlar bi’şey anlamıyor. Anlamalarını da beklemiyorum zaten ama bunu birilerine anlatmam lazım. Annem geliyor tesadüfen “n’oluyor sana?”. Hakkaten n’oluyo bana? “Yok bi’şey” diyemeden ağlamaya başlıyorum. Ağlamıyorum da işte öyle süzülüveriyor yaşlar sicim sicim. “meyve hazırlayın halanlara hadi, mandalinalar küçük balkonda…”

Kapılar açılıyor, kapılar kapanıyor. İnsanlar geliyor, insanlar gidiyor, anneler ölüyor, babalar üzülüyor, eriyor koca kayalar hüzünden.

Bir ara nasıl oluyorsa oturma odasında yalnız kalıyoruz babamla. Duruyor. Gözlerime bakıyor. Dilinin ucunda belli. Ve dökülüyor. 1 hafta sonra ilk kez duygularından bahsediyor. Başucundaki o son anı anlatıyor. Bunca yıldan sonra hakkını son anda helal edişini… İnsanların vicdan azabı duymadan ebeveynlerini sevmeme hakkı olabilse keşke. Olamıyor. Anneannem geliyor içeri. Benim sessizce dinleyişimi onaylamıyor olacak ki bir milyonuncu kez dedemin son nefesini veriş anını anlatıyor. Babama destek olmak sadece niyeti. Babamsa anlatıp kurtulmak istediklerini tekrar içine atıyor sessizce. Hiç ağlamadı, ağlamıyor. Kim bilir neler birikiyor bu kış babamın yüreğinde. İçindeki karları küremezsek kalbi tüm bunlara dayanamaz diye korkuyorum, çok korkuyorum hem de…

Read more...

Cumartesi, Ocak 03, 2009

hayalci pembe, geRçekçi mavi

Klasik iyidir.

  • En az 1 yerli 1 yabancı yazarın tüm kitaplarını okuyacağım. Yazarları daha seçmedim, kitap sayısı belli olmadan atıp tutmayalım en iyisi. 1 yazarı okusam tamamdır.
  • En az 1 yerli 1 yabancı yönetmenin tüm filmlerini izleyeceğim.
  • Yüzeceğim. Yok, yok tatilde değil. Tekrar tenis+havuz olayına girebilirsem extra bonus bana. Gerçekçi olalım, bunu yılın ikinci quarterından önce yapamam.
  • Daha çok fotoğraf çektireceğim/çekileceğim/çekineceğim. Önce fotoğraf hangi fiille kullanılıyor bunu öğreneceğim. Ayrıca güzel fotoğraf çekebilen birini de bulmak lazım ama onu bu seneye hiç karıştırmayacağım.
  • Gideceğim ama geleceğim. 3 ay: iyidir, bahar: gayet makul.
  • Eeeeeeee. Mmmmmm. Mavi kuş? Son quarterda olabilir. Aklımızda bulunsun.
  • Bir endokrin bir de psikiyatri uzmanından randevu alacağım. Bunu ilk 45 günde halletmek lazım.
  • “ama sen önemlisin”, “ama sen farklısın”ı bir kez daha duyacak olursam koşarak uzaklaşacağım. Aynı hatayı 3. kez yapana ne deniyordu? Ben o olmayacağım.
  • Cep telefonumu değiştireceğim. Neyle değiştireceğime karar vereceğim.
  • Çocuklarla ve yaşlılarla daha fazla vakit geçireceğim. Kuzenlerle en az 2 sinema, 2 tiyatro, 3 de lunapark turu yapacağım. İşim düşmeden de gidip anneannemle kalacağım.
  • İşi işte bırakacağım. O da olmazsa işi bırakacağım ama fevri hareket etmeyeceğim.
  • Daha az konuşacak, daha az soru soracak, daha büyük kahkahalar atacağım.
  • Tarif defterime, deftere bakmadan yapabileceğim en az 3 leziz tarif ekleyeceğim.
  • Daha çok yazacağım. El yazısı mahremdir, mahremimi koruyacağım.
...

Ölüm dediğin içindeki canı alırken kaftanına dokunmaz; yangın dediğin kundaktaki bebekleri kül ederken altın maşallahları tutuşturmazdı. Hal böyle iken, ölüm bu kadar yakındayken, illa bi’şey olacaksa, kaftan olmalıydı insan, kaftanı taşıyan değil; yahut altın olarak doğmalıydı insan, altını takan olmak için değil.


...

Ölümün anlamsızlaştığı yerde hayattı ilmek ilmek çözülen. Ve hayat şaşırtmaya bayılırdı.


Daha çok şaşıracağım, daha çok dua, daha çok şükredeceğim. Benim yıllarım 1 ocakta başlamaz hiç; varmaya değil, gitmeye gideceğim


*Elif Şafak - Mahrem


  • Bi'de bütçe toplantısından yeni fırlamış GMY gibi "quarter" demeyeceğim.
  • 2 tane de neşeli fıkra öğreceğim. Hatta belki güzel fıkra anlatmayı bile öğrenebilirim. Deneyeceğim.
  • Bu listeyi daha fazla uzatmayacak ve ikibinon'un ilk pazarında karşısına geçip "afferin bana" kahvesi içeceğim.

Read more...

Cuma, Ocak 02, 2009

tek mavi


2007’nin ilk dakikaları 02:12


evet ezik biR yıl geçiRdim, ezikten de öte iğRençti 2006 yılı.
şimdi sahoşum o yüzden belki de bu umutlu ve de mutlu halim. ama saRhoş olmadan önce de biliyoRdum, çok güzel geçecek 2007!
tahmin ettiğimden edebileceğimden bile güzel olacak inanıyoRum gelişinde belli!!!
yıldızsız belki ama püRüzsüz, bulutsuz gökyüzünden belli! 2005'e de böyle giRmiştim ben saRhoş oluşumdan belli, bugün gelen, hiç ummadığım mesajlaRdan belli,
an itibaRiyle mutlu oluşumdan belli,
çok güzel biR 2007 bekliyoR beni!!!

hem de aRtık başka biR yeRde :)) eziğin günlüğünde değil :D

bu cümle, bir delinin güncesi’nin çıkış noktası aynı zamanda. Ne güzel.

2008’in ikinci günü çarşamba 15:12

Eski yıldan nasıl çıktığına bakmaz kimse diğ mi, herkes yenisine nasıl girdiğinin derdinde. Bense bu yıl ne 2007 muhasebesi yapacağım (girenlerin hepsi borçlu, çıkanlardan alacakları toplayamamışım koca yıl) ne de 2008 için yeni kararlar listesi. Zaten 2007de verdiğim dilekçeler, yaptığım seslenişler hiç bir işe yaramadı.

Hem böylece doğum günümde, “kararlar listemize yeni yaşımızda başlayabiliriz, anca adapte olduk ikibin bilmem kaça” muhabbeti de yapmam kendime.

Bir tek 2007 nin giderayak bana attığı kazığı temizlemem gerekiyor. Tabi tabi 2007nin attığı kazık. Bak bu çok güzel oldu. Ben hiçbir şey yapmadım çünkü. “seni sevmek istiyorum” diyen 2007di sanki hani şu bastonlu yaşlı dede olan 2007.

2008 uzun geçecek biliyorum. Bi’kere Şubat 29 kafadan 1 gün fazla. Şöyle enikonu 10–15 günlük tatiller yapamayacağımı da biliyorum. Canım Ö. doğum yaptıktan sonra 2–3 gün İzmir’e bebişi görmeye kaçsam kardır.

Demiş bırakmışım. Böyle yarım yamalak geçti sanki 2008'de. Ö, oğlunu aldı beni görmeye geldi.

2009’un ikinci günü cuma 00:04

Bir babaannenin yılbaşı günü kalkan cenazesi değil yaşadıklarım. Bir babanın annesine vedasının tanıklığı. Hayatını sorgulayan gözlere sadece ‘bir bardak daha çay içer misin’ demek için bakınca “kızım benim sana vasiyetim…” diye kurduğu ilk cümleyi duymanın burukluğu. 2006 dedemi, 2008 babaannemi aldı dünyadan. 2007 çok keyifli bir yılbaşı yemeği, 2009 bir amorti bir de son 2 rakam ikramiyesiyle geldi.

Ama hepsinden önce 2 çift lafım var 2008'e. Mutlaka yazılsın, yazılsın ki benden çıksın, unutulsunlarım var…

9, 2+9=11

Read more...
doradoraa [at] gmail [nokta] com

ne güzel demişleR

deli saçması

  © Free Blogger Templates Blogger Theme II by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP