başlarken...Camını kapattı. Ne yapacağı hakkında en ufak bir fikri yoktu. Ya ikinci ışıklardan dönecekti ya da aynen basıp gidecekti. “Off Sertap ne işler açtın başıma” Müziği kapadı. Bu küçük trafik flörtlerine dair meşhur bi’şehir efsanesi vardı sahi. Adamın biri kadını yol boyu takip ediyor. Sonra yan yana yakalayınca camdan içeri kendi telefonunu fırlatıyor ve “seni arayacağım” deyip basıp gidiyordu. İlk ışıklara gelmişti bile. Kendi başına gelse ilk işi o telefonu alıp mesajları karıştırmak olurdu herhalde. Yalnız gerçekten zekice bir plandı bu. Hiç bi’kadın sim kartı çıkarıp telefonu çöpe atmazdı herhalde. O kadın beklemiş miydi acaba adamın telefonunu? Bunu öğrenmenin tek bir yolu vardı. Işığın yeşile dönmesine 4 saniye vardı.
3 “kaybedecek neyim var ki?”
2 “bu yaşta bunları yapmazsam 40ımda zaten yapamayacağım.”
1 “en kötü ne olabilir ki?”
Düşünmeye, eşelemeye kalkarsa kötü bir sürü senaryo yazabilirdi. Düşünmeden bastı gaza. Adam epey önden gidiyordu. "Takip eder gibi görünmemek için mi beni geçti acaba?" Gerçi kızı kaybetmeyecek kadar makul bir uzaklıktaydı. Yine de iyiye işaretti arkada değil önde olması. YSM’ ye varmadan sahil yolundan çıkabilirdi isterse. Ama çıkmayacaktı. İçine ilaç atılanlar nuri alço gazozlarıydı, starbucks kahveleri değil.
Aynada tekrar kendine bakmak istedi. Bu gece dikiz aynası yüzünden kaza yapmazsa bir daha hiç yapmazdı herhalde. Kızdı kendine. Aynada saçını başını düzeltecek hatta ruj sürecekti belki. Güldü sonra. Beğenilmek ne olursa olsun güzeldi işte. İkinci ışıklarda sola dönüş kuyruğuna girdi. O beklerken adamın dönüp otoparka girdiğini gördü. Hala vazgeçebilirdi.
El frenini çekti. Arkadan ceketini aldı, giydi. Saçlarını düzeltti. Hayır, ruj sürmedi. Telefonunu aldı. Kardeşini aradı.
—naber bebek?
—sırnaşma, evde misin?
—şimdi girdim kapıdan, noldu?
—yok bi’şi sahil yolundan geliyordum,
—trafiğe takıldın, artık gelemiyorsun…
—ya sus da bi’dinle. Starbucksta bi’kahve içeceğim. Arabada migrosun otoparkında bu arada.
—sen ne işler çeviriyosun?!
—bi iş çevirmiyorum. Nerede olduğumu bil diye söyledim.
—başına bi’şey gelirse kurtarmaya oraya geleyim yani. Bak şimdi babama veriyorum telefonu, ona anlat sen bunları beni hiç bulaştırma antin kuntin işlerine.
—bana bak! Bizimkilere 1 saate kadar geliyormuş dışında bi’şey söylersen bi’daha adımını atamazsın bu arabaya!
—öff tamam, telefonunu açık tut!
—sesi yükseltme ablaya, taş olursun! ben dönerken ararım seni yine merak etme kuşum.
—kendine mukayyet ol!
Telefonu alıp çıkacaktı araban. Ruhsat, cüzdan, kimlik. Yine aldı koca çantayı yanına. “Hayatımda kimseyi çantayla dövmedim, bu gece ilk olur belki.” Yağmur hafif hafif çiseliyordu hala. Etraf tenhaydı. “N’apıyorum ben, gidip ne konuşacağım o adamla.” Gözünün önünde sinekler varmış gibi kovaladı kötü düşünceleri. Kendisinin bi’şey konuşması gerekmiyordu ki davet edilmişti. Adımlarını hızlandırdı yoksa her an vazgeçebilirdi. Şöyle bir döndü çevresinde Cumartesi gecesi için oldukça tenhaydı ortalık. Adamın arabasını gördü.
Hah başka zaman olsa yok efendim arabanın markası, adamın dış görünüşü hiç mühim değil içi güzel olsun, mühim olan ruhumu okşasın falan diye saatlerce nutuk atabilirdi. Şimdi orada olmasının belki de tek nedeni sağlam bir imajdı. Bunu kimseye anlatmamalıydı. Gülerken kaldırıma adımını atmasıyla irkildi tekrar.
“teşekkür ederim, geleceğini hiç sanmıyordum”
Adam dükkândan içeri girmemiş kapıda bekliyordu. Arabasına baktığını görmüştü mutlaka. Ne düşündüğünü sanmıştı kim bilir!
“ben de hiç sanmıyordum”
Güldüler karşılıklı.
“ıslanacağız gel hadi”
Adam kapıyı tuttu. “Gerçi türk kahvesi içtik ama bir chai tea latte fena olmaz sanırım”
Aptallaştı bir anda. Gerçekten de çok doyurucu bir akşam yemeğinden dönüyordu. Meyvesi, tatlısı, kahvesi bir gıdım bile yer yoktu midesinde yeni bi’şeyler yiyip içmek için.
“olabilir” dedi saf saf. Her halde adam kendi akşam yemeğinden bahsediyor olmalıydı. “Nereden bilecek benim akşam yemeğimi”
Bardakları alıp oturdular. Kız hala şaşkın eblek bakıyordu.
“resmen tanışabiliriz sanırım artık ben Levent” elini uzattı adam.
Gülümsedi “Yelda. Memnun oldum.”
Şu yemek işinin kendisiyle bir ilgisi olup olmadığını öğrenebilse daha çok memnun olacaktı aslında. Levent aklından geçenleri okumuş gibi.
“tamam. İtiraf ediyorum. Yemekte aynı yerdeydik. Sen içeri girerken merdivende karşılaştık aslında. Sen pardon derken yüzüme bakmadın ama ben o saatten beri gözümü senden alamıyorum.”
Masada herkes onu bekliyordu, geç kalmıştı. Hızlı hızlı merdivenlerden çıkarken biriyle çarpışır gibi olmuştu. Pardon deyip çekildiğini hatırlıyordu da yüzü hayal meyal gelmişti gözünün önüne. Bardağından bir yudum aldı. Ne biçim bir adamdı bu, “ne içersin” diye bile sormamış çat diye vermişti siparişi.
“Yan masanızdaydım. Bizim sıkıcı iş yemeğinin arasında sizin neşenize kulak misafiri olmak iyi geldi doğrusu. Bir de senin kahkahaların tabi.”
Arabanın arkasındaki kravatı o zaman tanıdı. Bir ara karşı masadaki adamda görmüştü demek ki…
“Daha orada konuşmak istedim seninle ama hiç fırsat olmadı. Bizim konukları gönderdikten sonra sen çıkana kadar vakit geçirdim aslında. kapıda konuşurum diye düşünüyordum ki arabaya giderken kaybettim seni.”
Bütün gece göz hapsinde olmasına rağmen nasıl hiç fark etmemişti bunu.
“Sonra tam anayola çıkacakken gördüm tekrar seni. Bir de arabada öyle keyifli keyifli şarkı söylediğini görünce. Gitmene izin veremezdim.”
“Yani ben”
“Bi’şey söylemek zorunda değilsin. Biliyorum kulağa çok aptalca geliyor ama ben hayatımda hiç böyle bi’şey yapmadım. Böyle bi’şey hissetmedim bugüne kadar.”
Ne diyeceğini bilmiyordu zaten. Bir anda şişti bütün egosu. Ama kendiyle kavgayı da bırakmıyordu elden. Adam hala anlatıyordu masada yaptıklarını, söylediklerini. Tamam ikna olmuştu samimiyetine de şimdi kendisi ne yapacaktı. Gayet hoş bir adamdı. Kendini anlatmaya başlamıştı yanlış anlamadıysa reklamcıydı.
“Nedense ancak reklamcıların böyle bi’şey yapacağını düşünürüm zaten”
“Niye bankacılar, muhasebeciler yapmaz mı böyle şeyler?”
“I ıhh finans sektöründekilere göre değil böyle delilikler, onlar gün içinde yeterince risk alıyorlar zaten”
Güldü adam. Güldü o da. Buzlar erimişti işte. Laf lafı açtı. Sürekli bi’şeylere gülüyorlardı. İkiside kendini tanıtmak zorunda kalmadan kim olduklarını söylemişlerdi. Telefonu çalana kadar aralıksız lafladılar.
—Nerdesin sen? Her şey yolunda mı, 1 saate evdeyim diyordun hani?
—Tamam canım merak etme. Yolda oyalandım biraz.
—Emin misin? Bak konuşamıyorsan iki kere “tamam tamam” de, ben hemen geliyorum oraya. Aynı yerdesin değil mi sen?
—(küçük hafiye seni) saçmalama canım, her şey yolunda. Birazdan geliyorum zaten.
—Eminsin di mi?
—Eveeet, hadi görüşürüz
“1 saati geçmiş oturalı evden mi merak etmişler?”
Acayip sinir oldu bu soruya. “Sana ne benim telefon konuşmamdan. Ben açıklama yapmak istersem yaparım zaten.” Benzer bi cümle kuracaktı ama adam sorunca çok sinir oldu. Telefonu çantasına yerleştirirken sol elindeki yüzük izini fark etti. “Nasıl yani?”
“Hıı evet, hava yağmurlu ya biraz gecikince aman yolda kaza mı var diye arıyorlar.”
Off bu cümleyi onun ev hayatına nasıl çevirecekti şimdi. “Kalkalım istersen seni de merak etmesinler evden?” Eh olduğu kadar…
Rahatsız edici bir sessizlik oldu.
“Beni merak edecek kimse yok evde, sorun değil.”
O yüzük izini görmese hayatta sormazdı bu soruyu: “Yalnız mı yaşıyorsun?”
“Eeee, pek sayılmaz Sam var.”
“?”
“kedim”
"Kedisi olan bir adam! Bi’dakka bi’dakka bunun burcu ne ki?"
“Yaa, ne güzel. Dürüst olmak gerekirse ben kedileri pek sevmem aslında.”
“Aa öyle mi? ilginç. Köpeklere bayılırsın o zaman?”
“Tabi ki! Zor olmuyor mu evin içinde tüyler falan?”
“Aslında biraz zor tabi. Yani benim gibi titiz biri olunca zor tarafları yok denemez.”
BİNGO!!! “Yaa, başak mısın sen?”
“Hayır aslan-aslan! Yani yükselenimde aslan”
Kendine dışarıdan bakıp o anki yüz ifadesini görmeyi çok isterdi. Gülmek üzere, ağlamak üzere, kızgın, üzgün, şaşkın karışımı bi’şeydi heralde.
“Memnun oldum ben de kova!”
Kocaman bir kahkaha savurdu adam. “Tahmin etmeliydim.”
“Kahve için teşekkür ederim. Bana artık müsaade.”
“Ne demek asıl ben teşekkür ederim burada olduğun için. Çok güzel vakit geçirdim.”
Ceketini giymeye çalışırken adam kartını uzattı, arkasına bir telefon numarası yazdı. “seni tekrar görmeyi çok isterim” Gülümseyerek aldı kız kartı.
Arabasına bindi. Kardeşini aradı. “Küçük hafiye ben şimdi çıktım yola, 15 dakikaya evdeyim merak etme" dedi. Otoparktan çıktı. Sahil yolu tamamen boşalmıştı. İyice hızlandıktan sonra kolunu camdan çıkardı, avucunu açtı, parça parça yırtılmış kağıtlar rüzgarla savrulup gitti.