Salı, Aralık 30, 2008

sesiz beyaz, ıssız mavi

Yağmur "ben buradayım" der, "geldim bak kapına dayandım" dercesine döver pencereleri. “Aa yağmur başladı yine” dedirtir. Balkondaki çamaşırları toplatır. Gürler, çakar mavi ışıklarını. Damla damla süzüldüğünü hissedersin saçlarından, paçalarını ıslatır, şemsiyenle duyarsın, halka halka görürüsün damlalarını birikintilerde.

Kar duyurmaz geldiğini. Perdelerini kapadıysan sıkı sıkıya, açana kadar ruhun duymaz. “Aa kar yağmış” dedirtir. Balkonda buz tutan gömlekler için artık çok geçtir. Usulca erir dudaklarında, en sağlam botların içine sızıverir. En yakın sokak lambasına dikmezsen gözlerini göremezsen geceye inat beyazlığını. Çıkıp bir adım atmazsan duyamazsın sesini. Yüzünü çevirmezsen gökyüzüne hissedemezsin varlığını.

Yağmurun yeri yurdu bellidir. “Şu bulut geçse gitse” dersin.
Kar bütün göktür. Buluttur parça parça, iner yeryüzüne.

Allah’sız yağmur işlemez karanlıkta.
Kar, geceye inat bembeyaz soğutur tenini. Tane tane işler içine.





Sezen Aksu /Deli Kizin Turkusu

Read more...

Pazar, Aralık 28, 2008

uçuk mavi, güneşli saRı

Lazer ışıkları. Tekno-kılap-elektro neyse işte adı bangır bangır müzik. Geçici duyma kaybına sebep, dj çoşmuş. Ensemi yakan saçlarımı saçma bir topuz yapmışım, sırtımda boynumda ter damlaları, zıplamaktan toplanmış üstümdeki, belim açılmış umurumda değil. Bütün gece dans edeceğim. Sadece dans edeceğim. Saatler, saatlerce. Beyaz mavi ışıklar yıkayacak bedenimi, ruhumu müziğin durdurulmaz temposu. İllaki bacardi breezer. Dur dur o şimdi değil. Votka redbull, smirnoff mümkünse. 4 iyidir. Zift gibi bir kafa istemiyorum ertesi sabaha.

to galvanize!
come on come on come on…

Ve hatta

tick tick tock it’a q quaerter to two
and i’m done. i’m hanging up on you

ben tanıyorum bu kahkahayı evet.

Sabah. Kahvaltıyı geç. Geçme dur. Buz gibi bir meyve suyu. En karışığından en turuncusundan. Bol bol su evet. Böbrekleri çalıştırmak gerek.

Sonra masaj. Saç diplerinden ayak uçlarına kadar. Yok tam tersi yahu ayak parmaklarından saç diplerine. Vanilya kokulu yağlar, usta parmaklar, ne kısık ne yüksek bir piyano sesi fonda, çalan kim bilemedim… Yo hayır mayışıp kalmak yok. Sapsarı bir yaz günü. Boşver ultra-viyole saatleri geç şezlongdaki sıcak havlunun üzerine. Tanrım ne kadar güzelim! Güneş her hücremi ısıtıyor, yakıyor. Üşümüyorum hayır, cape town’dayım. Cape town mı?
Güzeeell. I love this game! İşte şimdi bacardi breezer. Karpuzlu evet, en çok karpuzlu!

Evet böyle.
Tatil evet. İhtiyaç evet. Huzur evet. Karar, hepsinden önce...


Dibine not: Tanrım biliyorum konuşuyorsun benimle. Ben 99 isminden isim seçemiyorum sana. Seçsem sanki bir yalakalık hali. Hep işim düşünce geliyorum kapına. Yeterince şükretmiyorum sana. Yaşattıklarına. Ondan işte bu tanrım resmiyeti. Ama konu bu değil şimdi. Hani bir hikâye var ya ateistin biri ağacın altına oturtmuş (bu hikâyedeki kahraman ateist, mekân ağaç altı olmayabilir, tamamen uyduruyor olabilirim ama mühim değil bence) “hey tanrı” demiş “bana varlığını ispatla, göster kendini” demiş, yaprak düşmüş ağaçtan, fark etmemiş, “dokun bana hissedeyim” demiş, omzuna kelebek konmuş falan falan işte. Günler sonra ilk kez çalan telefonlar. Konuşulan yepyeni cümleler, hiç cümle içinde kullanılmamış o sözcükler. Ses verdin bana, konuşuyorsun benimle, yol gösteriyorsun diğ mi?

Ama! işte hep “ama” var sonunda hala. Çünkü hep böyle “hadi canım” zamanlarımda “ama şimdi olmaz ki, hem ben yapabilir miyim ki?”ler yolluyorsun bana. Anlıyorum. Ama… ama işte lanet olsun bana. Hep “ama”…

Read more...

Perşembe, Aralık 25, 2008

bulutsuz, yıldızlı laci

Bu gece Noel. Ben de oturmuş noel babayı bekliyorum hala. Kar bile yağıyor ince ince. Kurabiye ve sütüm yok diye mi gelmiyor acaba noel baba ve geyikler, mektubumu vakitlice yazıp yollamadığım için mi, yoksa göbeği bacaya mı sıkıştı yine tombulun? Açtım camı baktım, üşüdüm, odanın içi buz gibi oldu. Gelmedi. Geyikler için park edecek yer bulamazsa “gel gel” yapacaktım, “arka bahçedeki ağaçları kestiler burada yer var” diyecektim .
Bu saat oldu (01:45) hala gelmedi.

Hoş, gelse ne isteyeceğimi bilmiyorum ki noel babadan. İlk aklıma gelen “yarın operasyon müdürüyle görüşme cesareti istiyorum” gibi bi'şey, ki çok ayıp olur adama. Bilmem kaç yüz bin kilometre yoldan gelmiş, hem de yılda bi’kere, tut sen cesaret iste. Olmaz. İşin mantığına ters bi’kere. Bir uçak bileti istesem. Tek kişilik, dönüş yok. Bak bu daha mantıklı. Tatil zamanı ya bilet fiyatları almış yürümüş. Ya da yirmibin yetele istesem (karşılığı pound ya da dolar da olabilir tabi). Bu aralar yaptığım bütün hesapların sonunda 3 aşağı 5 yukarı aynı rakamla karşılaşıyorum. Galiba o parayla hayatımı değiştirebilirim! Vay be. Ne ilginç bir rakam. Akmaz kokmaz, öldürmez, süründürmez, üstelik hayatımı değiştirecek! Peh peh peh! Ceteris paribus diye bi’şey var tabi iktisatta. O şekil yane.

Yok ya benden bi’cacık olmaz. Kaç saattir (02:32) google’dan bir merry christmas görseli bile seçemedim. Bi’insan 26 sayfaya tek tek bakar mı yahu. Altı üstü kırmızı noel babalı bir merry christmas işte.

Boşver geyikleri. Bak bu bizim ismail. Yanındakilerde babam, kardeşim bi’de bizim ortağın oğlu. Niye biz diyorsam habire. Kurban babamın kurbanı hâlbuki.
Mekan İstanbul’un dağında bir gecekondu mahallesi.

ismail’den geride buzlukta biraz kıyma ya var ya yok. Benden geriye ne kaldı sahi?
Portakal gibiyim. Suyu sıkılmış, içi boşaltılmış. Posam kalmış geriye, lifli lifli evde soba da yok ki at içine cayır cayır yansın, bari bir işe yarasın…



Şu eldivenlerle kurabiye pişirmek istiyorum ben. Dursun burada, belki bir gün kim bilir.

Kar durmuş. (03:21)


Read more...

Salı, Aralık 23, 2008

şizofRen mavi


—O kadın ben değilim. Güzel bir tespit. (güzel evet; acıtmadı çünkü) Yerinde ve makul üstelik. Ama bunu tespit etmekle, sessizce fısıldamakla olmuyor sadece. Anlatmak gerek nedenlerini, niçinlerini, olmazlarını. Bunlara da gerek yok aslında, birimizin açık açık söylemesi gerek. Ulu orta olmayan, düşünülmüş, seçilmiş, en önemlisi açık ve de seçik. (seçik ne demek ki acep?) Net cümleler lazım bana. Öznesi yüklemi belli devrilmemiş cümleler. Bir mavi kalem, bir çizgisiz kâğıt, bir de dikdörtgen zarf lazım. Uzun ince banka zarflarından hani. Hayatımdaki kaç kişi bilir bu zarfları sahi?
—Off amma uzattın yine! Soruları geç bi’kere. Öyle işe yaramaz sorular ki sordukların, yanıtlasan da bir yere varamıyorsun. Bir mektup yazman lazım acil tarafından anladık. Bunun için bana gelmene gerek yok zaten, sıradaki!
—Ya peki o kadın kim acaba? Bunca güzel cümlenin sahibi?
—Bak dönülmez laflar edeceksin şimdi gene, kes dedik. Sıradaki?
—Şu garip “kabullenmişlik” hali. Kötü bir şey olduğunu bildiğim halde rahatsız olmuyorum. Hissettiğim sadece rahatsız olmadığım için bir huzursuzluk.
—Aynı cümleler bunlar, bin türlü söylenişi / söylenmişi var. Hem de bizzat tarafından. Sıradaki?

—Diyorum ki ben şu ZM ya da MD plakalı mavi otomobil hayalimden vazgeçsem de, o parayla iş mi kursam kendime.
—Ha ha tabi canım. Kolaydı öyle yatırım yapmak, kendi işinin patronu olmak.
—Kolay ya. Franchise denen bi’şey var. Fuarını bile yapmış adamlar. Hem ben buldum bile kendime iş. Künefeci olacağım. Sermayeyi ayarlaması zor değil de, AVMlerin metrakare kiralarını öğrenmek lazım.
—Ya bi’git! Sen değil miydin 'memur hayatı yaşamak istiyorum 8-5 çalışıp hafta sonu yatmak istiyorum' diyen. Avm’de kiosk açınca bayram seyran, hafta sonu falan yalan olur kızım.
—Of tek başıma yapmayacağım ki, bir ortak bulurum.
—Ooo bi’de ortak bulacaksın yanına.
—Tabi tabi. Mümkünse bağyan, değilse askerliğini yapmış ve evli bir bey.
—Aha aha, neden diye sormayacağım =)
—Ya çok kötüsün! Hem bi’kere ben künefeci olmayı ilk kez düşünmüyorum ki, hatırlasana Diyarbakır’a gidip geldikten sonra az mı kafa patlattım bu işe.
—Ha ha ha! Künefeci açacağım derken aşiret gelini oluyordun, bi’de baban geldi sordu diye bozulmalar , hayata küsmeler falan.
—Hakkaten lan! Ha Ha Ha. 2 ay sonra babam o herifin düğününe gitti biliyorsun değil mi? Bak ayağıma gelen kısmeti tepmeseydim şimdi ilk bebeğimi kucağıma almış olabilirdim.
—Yok be, o kadar oldu mu kızım!
—Hemen evlensem doğurmuş olurdum bugünlerde.

—Vay anasını sayın seyirciler. Bir yıl daha bitti, hatta 25 yaşın bitiyor farkındasın diğ mi? 25 yıl sonra biri gelip “25. yaşınla ilgili unutmadığın bir anını anlat” dese… Imm evet düşündüm de anlatacak hiç bi’şeyin yok dikkatini çekerim.
—Ya kes! 2 kadeh içmişim şurda kafam güzel. Hem daha 25in bitmesine çoook var. Teorik olarak tam 2 ay, pratikte olarak bi’5 yıl daha ‘25 yaşındayım’ diyeceğimi düşünürsek, daha yeni başlıyoruz demektir.
—Ooo sen bana posta mı koyuyorsun yavruu!? Ne bu tripler?!
—Tamam, kuzu tamam, şu cumartesi gününü de anlatayım öyle git.
—M.nin aramasını mı anlatacaksın. Bak sen anlatmadan söyleyeyim senin daha çok başını ağrıtacak bu askerler, daha çok…
—Sus! Tamamlama o cümleyi! Baş ağrısıyla kalsın öyle. Kırık çıkık istemiyorum.
—E tamam o zaman, bile bile burnunu boka sokmakta üstüne yok zaten.
—Ya peki itiraf ediyorum. Aramasını isterdim ama gerçekten beklemiyordum!
—Zaman kiplerini öpsünler senin, “isterdim” ne be, bal gibi istiyordun!
—Yok, vallahi istemiyordum. İstemiyorum da. İsterdim. Geniş zaman yani. Başka türlü işte. Anlatamam ki bunu kelimelerle.
—O yüzden mi 232’yi görür görmez “canıımmm” diye açtın telefonu.
—Bak ne fark ettim 232li her çağrıyı m’si alabildiğine uzun “canım”larla açabilirim. Oradan arayan herkes canımdan bi’parça sanki.
—F.M?
—Eeeıııooo… Bak bi’şey daha fark ettim, hayatımdaki tüm M.ler’in ikinci bir adı daha var. K.M, F.M, M.S ve hiçbiri adaş değil.
—M.S’yi sayma istersen, hiç yakışmadı diğerlerinin yanına!
—Bence de. Tırnağı bile olamaz onların.
—Ee konuyu değiştirdin madem ben gideyim artık.
—Ya uff. Şeyi söyle peki bu çocuk niye inatla “e bi’tek senin numaranı aldım yanıma bak arıyorum” işte dedi de, “kart atarım, mektup yazarım sana” deyince “sakın ha!!!” diye kızdı celallendi?
—Sen bu çocuğa âşık olacak mısın tekrar?
—Allah korusun! O benim çocukluk aşkım, öyle kalsın. Girmesin bugün hayatıma. Onu da ellerimle mahvederim! Vallahi istemem!
—O zaman kasma mektup yazacağım, kurabiye yapacağım diye. Ararsa konuşursunuz. Yetmedi mi bugüne kadar saydığın şafaklar.
— …
—O son kadehti şişe bitti, bu gece de telefonun çalmadı hatırlatırım.
—Şu AVM’lerin kiralarını diyorum, mail atsak öğrenebilir miyiz acaba?
—Anan, baban gelip "biz seni künefeci olasın diye mi okuttuk senelerce" dediğinde, ne cevap vereceğini, yatsan uyusan bulabilir misin acaba diyorum?


Read more...

Perşembe, Aralık 18, 2008

gRili mavi, mavili bulut, bulutsuz yağmuR

oysaki özgürlüğü seçmek
başka vücutlar sevmek
BU şehri tam kalbinden
beyninden vurup gitmek var


(hayır bu iş kansız olmuyor...)

Read more...

Pazartesi, Aralık 15, 2008

sessiz mavi

—Hazırım başlayalım.
—4 kelime. Yerli? Yabancı?
Ne o be? yerli mi yabancı mı anlamadım. Peki geçtim.

1. sini anlatıyorsun. Göğüs, sine, yaka, boyun, ben, kendim. ME MYSELF AND IRENE!!! Değil, peki. Geri gel. Geldim. Kendim, Ben. Hah tamam 1. cepte; ben.

2. sine geçtik. Ne o? Adam, erkek, gömlek, sarı, koltuk.
Durdum, tamam sakin. 1.si ben, 2. si o, ne o işte anlamadım?
Anlamıyım mı? haaaa, ooo 2. si; o.
Kimin filmi bu ya; Ben O Ben O. "Ben o yâre canımıııı, ömrümü hayatımıııı" haha bu sefer buldum diğ mi? Yok yine değil. Sustum hayatım tamam bakma öyle.

3.sü. Güzel, fıstık, yavru, piliç. Cıvıttım evet. Gay, eşcinsel, lezbiyen, ibne Alooo bana öle el kol işareti yapma bilmiyorum anlamlarını. Kadın erkek, hangisi? İlki? Kadın. Kadın?
Ben? o? kadın?
Off bulamadım hala. 4.sü. Son di mi bu? Evet. Peki.
Eeooouuuu… Hiç, yok, git, gelme… Yok bunlar değil. Hah ne? Değil. Değil?
Takı? ne takayım buna. Değildir, değilsin, değilim. Değilim!

BEN O KADIN DEĞİLİM!

Bu mu yani? Bu ne be? Böyle film yok ki ya iyi kandırdın beni. Ne demek ben o kadın değilim? E oyun bitti artık konuşsana.

—Evet, bitti bu oyun. Ben o kadın değilim. Hoşça kal.

Read more...

silik mavi


Ne kadar kayda değmez bir gündü. Tipik, yitik bir pazar işte.

M.yi uğurladığımız gece fotoğraf makinesinin hafıza kartlarından birini kaybetmişim. O gece gittiğimiz mekâna sorayım, hava güzel oradan da Caddebostan sahile yayılır gazete keyfi falan yaparım diye düşündüm önce. Sonra dedim “boş ver J.ye uğrayayım 1 ay oldu kızı görmeyeli, velette büyümüştür onu da görmüş olurum.” Giydim eşofmanları çıktım sallana salana. Yolda yine vazgeçtim yalnız kalmaya karar verdim, cadde daha iyi fikirdi. Sonra elim telefona gitti. E.nin numarasını buldu… Aramadan kırmızıya bastı.

Sonra ani bir kararla Ayazma’ya çevirdim rotayı. Magnum intense aldım kendime, gazeteler, bir de türk kahvesi söyledim. Ohh miss. Aralığın 14ünde güneş nasılda ısıtıyor insanı. Sahi kış hala gelmediği halde ben ne çok üşüyorum bu sene. Bunları düşünürken bir baktım yine elim telefonda. Yine kimseyi aramadan saklandı cebime. Dalmışım sonra okuduklarıma. 2 saatten fazla zaman geçmiş olmalı. Üşümeye başladım. Sisten pek görünmüyordu adalar, ufuk çizgisi yoktu. Tam güneşin kızıllığına doğru ilerleyen bir gemi vardı. Sonsuzluğa gider gibi. Gidesim vardı.

Üşüdüm,
çay içtim,
ısınmadım,
eve döndüm,
kestane pişirdim,
ısındım.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.

O boşlukta ne yaptıysam işte, hayatım orada geçiyor benim.
Gece 2 olmuş hala uyumadım.

Read more...

Pazar, Aralık 14, 2008

bu da o değil*


















Hepimiz ‘o’nu ararken neden kimse kimseye ‘o’ olamıyor? “Bu da o değil” dedikçe, bir başka ‘o’ olma olasılığını kolaylıkla bulup onu da tüketebildiğimiz için mi? Hepimiz hepimize birbirimiz tüketme fırsatını kolayca verdiğimiz için mi? yenisini kolayca bulup kolayca aldığımız için hiç emek vermediğimiz bir eşya gibi ya da sadece kapağına bakıp hiç okumadığımız ama sırf bu yüzden içindeki olasılıkları görmediğimiz, göremediğimiz, -belki de yaşamın sırrını anlatan bir kelimeyi- gözden kaçırdığımız bir kitap gibi… Hiç bitmeyeceğini düşündüğümüz ve sonsuza kadar akacağını düşündüğümüz bu su bizim dibi delik kovamızı doldurabilir mi?

Oysa seni bulmanın, senin “o” olmanın yolu sende durmayı sende beklemeyi, sende terlemeyi, sende uçmayı, sende boğulmayı istiyor. Seni benden başka kimse, beni de senden başka kimse ‘o’ kılamaz çünkü.

Sanıyorlar ki sende kalırsam, senle kalırsam ve sen de bende kalırsan, benle kalırsan geride kalan o sonsuz ihtimali kaybedeceğiz. Sanıyorlar ki sen benim ihtimallerimi, ben de seninkileri bitireceğiz. Oysa ben, senin ihtimaller arasındaki biricikliğini seviyorum. Gitme şansım varken sende kalmayı seviyorum. Sende kalmanın derinliğini, sende durmanın ihtimallerini, sana bir şey olacak diye korkmaları, seni görmek için uyanmaları, senin kolunu tutmaları seviyorum. Senin kolunu bırakmamdan korkmanı, senin kolunu tutamamaktan korkmamı seviyorum. İstersem gidebilme gücümü, istersen gidebilme gücünü ve bu güç bizdeyken gitmemelerimizi seviyorum. Israrla ve biteviye sende kalmayı seçişimi seni okuya okuya bitiremeyişimi, senin içindeki özgürlüğümü seviyorum. Anahtarı ikimizde de olan bu kelepçenin bizi bağlamasını isteyişimizi, kelepçenin şakırtısını duymayınca ikimizin de gözlerinde beliren korkuyu seviyorum.



*Cem Mumcu
Aşk, özgürlük ve 'ıssız' olmayan bir kedi üzerine
Tempo 11Aralık 2008

Read more...

evli olmak aynı insana faRklı zamanlaRda defalaRca aşık olmak - imiş


"Aşk, sizin için sonsuza kadar süren bir şey mi?
- Sonsuza kadar sürmesini umduğum bir şey. Aşk, benim için lunaparklardaki hız trenleri gibi. Bazen yavaşlıyor, bazen hızlanıyor, bazen yokuş aşağı iniyorsun, bazen çıkıyorsun ama gerçekse hep devam ediyor. Farklı yüzleri, farklı evreleri var. Biz karımla öyleyiz, bir sürü duyguyu aynı anda yaşıyoruz. Zaman zaman aramızdaki tutkunun yoğunluğu artıyor, zaman zaman da azalıyor ama aramızdaki arkadaşlık, en güçlü haliyle hep orada duruyor. Karım, şüphesiz şu dünyadaki en yakın arkadaşım.

Evlilikle ilgili kafanızda soru işaretleri var mı?

-Yok hayır. Evli olmak aynı insana farklı zamanlarda defalarca aşık olmak. Tek yapmayacağınız şey, bırakıp gitmek. Ama zaten gerçek aşksa, nereye gideceksiniz? Uğrunda çaba göstermeye değmez mi? Biz paylaştığımız bu aşkı korumaya, kollamaya çalışıyoruz, bir de biz ikimiz birlikteyken çok eğleniyoruz, bence bu da en önemli şeylerden biri.

...

Bütün röportajlarınızda karınızı acayip övüyorsunuz...
- Bir sakıncası mı var! O benim kalbimin deli gibi atmasına neden oluyor. Zaman zaman da beni öfkeden köpürtüyor. Ama iyi ki var.

En çok hangi özelliği vazgeçilmez?
- Her şeyi. Çünkü bütün o "her şey" onu bu kadın yapıyor ve vazgeçilmez kılıyor. Kötü ve sinir olduğum özellikleri dahil.

Kötüleri bırakın, en bayıldığınız özellikleri...
- Tutkulu bir kadın. Ve basiretli. Ve müthiş bir muhakeme yeteneği var. Bir de onurlu. Ve adaletli. Böyle söylemek tuhaf olacak ama onun sayesinde ben daha iyi bir insan oldum. Daha dürüst, daha onurlu bir adam..."

Hem yakışıklı, hem de aşık bir adam: Josh Holloway
Bu adama tüm bunları söyleten kadın: Yessica Kumala

Vay anasını sayın seyirciler...




05.10.08/ 21:26

Read more...

Cumartesi, Aralık 13, 2008

geçmiş kıRmızı, gitmiş yeşil

Askere gitmek istiyorum. Valla bak. Allaan dağında bi’yerde hiç tanımadığım ve normal şartlar altında kesinlikle tanışmayacağım cins cins çeşit çeşit hem cinsimle 5 ay 5 gün geçirmek istiyorum. Hatta astek bile olabilirim. 1 yıl çekerim elimi eteğimi her şeyden, maaşımı da alırım paşa paşa. 1500 ytl falan veriyorlardır herhalde, eh daha n’olsun… Hem kafamı dinlerim, hem “vatani görev”, hem de “adam olurum” belki. Valla bak. “Alıyoruz” desinler en önde gitmeyen namerttir?! Ya da 325. dönemden gitmek istemeyen birileri varsa onların yerine de gidebilirim. Hazır saçlar kısa kaynayıveririm aradan n’olcek? Valla bak. Gitmek istiyorum ya habire, bari askere gideyim. Şöyle sınırda götüm donsun soğuktan, hatta 1–2 mermi vızıldasın başımın üstünde de beynime kan gitsin. Hatta hatta o mermilerin biri gelip beynime saplansın. Hiçliğim anlam kazanır, dirimin hiçbir sıfatı yokken ölüm süpersonik sıfatlarla anılır. Bir adım olmaz ama gazetelerde haber bilem olurum. Saçmaladım evet. Mütemadiyen yapıyorum bunu zaten.

T.nin de M.nin de askere gideceğini duyunca aklıma geldi bu askere gitme işi. Daha doğrusu ilk göz ağrım M.nin ‘askere veda’ partisinde tuvalete kaçmış rujumu tazelerken kendimi “lan ben de gitsem askere negzel olur haa” diye düşünürken yakaladım. Böyle haaa’lı lan’lı cümleleri sesli kurmaya başladığıma göre çakırkeyif eşiğinden atlayıp sarhoşluğa geçtim demektir. Hemen masaya geri döndüm. Sarhoş olmadan hediye işini organize ettim. Küçük bir not defterini masada elden ele dolaştırdım. Çaktı tabi M, kaçar mı hiç, “bekle azıcık” dedim “her şeyin bir zamanı var” çatladı tabi meraktan. Defter bana gelene kadar çoktan sarhoş olmuştum. Ne yazdığımı kesinlikle hatırlamıyorum ama defteri ona verirken neler dediğimi, neler duyduğumu, bana nasıl sımsıkı sarıldığını gayet iyi hatırlıyorum. Mümkünse hiç unutmayayım zaten o anı. Unutulmazlarımdan olsun. Ölürken gözümün önünden geçen karelerimden biri de bu olsun. Biri de o’nun elimi ilk tuttuğu, hayatımda ilk kez bir adamla el ele tutuştuğum o an olsun.

O’nun gibi bir adamı sevdiğim için ve onun tarafından sevildiğim için ne kadar şanslıymışım meğer. Ben tanıdığımda çocuktu(m) oysa. Şimdi büyüdükte daha iyisini, daha doğrusunu daha “adam”ını mı bulduk sanki? Yok yok kimseyi kimseyle kıyaslamıyorum Sabrina. Derdim kendimle yine. Normal şartlar altında 25 yaşına gelmiş (ve hatta neredeyse bitirmiş) bir insanın verdiği kararların 12 yaşında verdiği kararlardan daha rasyonel olması gerekir diğ mi? Değil işte. Her neyse…
“iyi ki” tanımışım bu “adam”ı. İyi ki oradaydım o gece. İyi ki “ama Cuma iş var” deyip kalkmadım erkenden. Uzun zaman sonra ilk kez bu kadar hissettim o gece; rakının, rokanın tadını, yeryüzünde sizin kadar yalnızım’ın notalarını, beklentisiz içten kocaman bir kucaklamanın huzurunu… Sahi kaç tane adam var hayatımda “gel sana bir sarılayım”ın hakkını verebilecek? Bir elin parmağı mı, hadi canım nerede o bolluk… 1+1 işte. biri bu yılbaşını evinden ailesinden sevdiklerinden uzak bir bölükte, 2 poşet kuruyemişle geçirecek işte. Arayıp sesini bile duyamayacağım muhtemelen. Bu yıl doğum günümde bir mesaj eksik olacak. Gecenin ilk mesajı üstelik. Şimdi elim telefonda bir son mesaj yazmakta. Başparmak göndermekte kararsız. Kalp ağır, kafa karışık, gözler yorgun. Halbuki hislerim uzun zamandır ilk kez bu kadar net. Cümlelerimin sonunda soru işareti yok. “İyi ki”den ibaret mutlu üç noktalar sadece. İyi ki girmiş hayatıma, iyi ki var... iyi ki sadece “ilk aşkım” olmuş, saf, temiz. Şimdi iyi ki “huysuz arkadaşım”…

Gönül yarın Dali’ye gitmek ister. Bu bünye bir yalnız sergi daha kaldırır mı bu gri şehirde bilinmez. Aylar oldu, hala neyi bekliyorum bilinmez…

Kendimi çok çirkin hissediyorum, nedendir bilinmez. “Güzel hissettiremeyenler utansın” denince gülünmez. Disko kralında “aboneyim abone” varken oturup üzülünmez.

jogging onda kayak onda
sualtı üstü sporu
şaştım üç lisan biliyor
okumuş çocuk boru mu

daha bir güzelleştim
bu aşk yaradı bana
herkes dalga geçse de
darısı başınıza…




Read more...

Cuma, Aralık 12, 2008

köpRü


...Kendini paylaşmanın aşkı büyütmesi, başka bir yoldan daha gerçekleşir: yumuşak karnını Öteki'ne gösteren kişi, yaralanmayı göze alıyor demektir – bu savunmasızlık kötüye kullanılmadığında- Öteki'nin yumuşak karnıyla karşılandığında, ciddi bir köprüdür kurulan.


Cem Akaş Aşk= f(karanlık)
Cogito Aşk
Sayı :4 Bahar 1995
İkinci baskı sf:70

Read more...

Perşembe, Aralık 11, 2008

fiRuze


Küçük bir şehrin tam meydanındaki otobüs durağında oturur beklerdi gecenin son otobüsünü. O saatte trafik olmazdı. İnsanlar uyurdu. Karanlıktan korkardı. Bir kedi bile geçmiyorsa önünden dünya dururdu. Bazen de gün batımında beklerdi o kalabalık otobüsü. Ufukta kızıl mavi çizgiler görürünken dururdu dünya. Tek bir araç bile geçmiyorsa kavşaklardan dururdu zaman.


Bunları düşünürken uyudu kadın. Hiç bilmediği, görmediği uzaklarda yepyeni bir güne uyandığı mavi bir düş gördü. Önce beline sarıldı bir el, hissedince ürperdi. Sıcaklığına sokuldu acemice. Sonra sıcak bir nefes boynunda omuzlarında...

Uyandığında üşüyordu. Yataktan kalktı. Buz gibi suyla yüzünü yıkadı. Giyindi. Kızıl saçlarını topuz yapıp, beyaz atkısını, mavi eldivenlerini takti. Kapıyı sessizce kapadı. Kırmızı şemsiyesini açmadan gökyüzüne baktı.

Kocaman bir şehrin meydanındaki otobüs durağına yürüdü. Bu şehirde insanlar uyumaz, trafik durmaz, ışıklar sönmezdi. Üşümüş bir köpek geçerken önünden durdu, ufukta kızıl mavi çizgileri gördü. Orada duruyordu zaman.

Derin, taze, soğuk bir nefes doldurdu içine. İçini ısıtan koyu kahvenin sıcağı mıydı, pembe- mavi eldivenleri mi, ışıl kara gözleri mi merak bile etmedi.


dibine not: dalya üç yüz!

Read more...

Cuma, Aralık 05, 2008

sakin laciveRt


Zaman…Sadece birazcık zaman falan der şarkı…
Benimle bir alakası yok tabi. Yazmaya çalışıyorum yalnızca. Neler var içimde merak ediyorum. Kimseyle konuşmuyorum çünkü. Çünkü konuştuğum hemen herkesten aynı şeyi duyuyorum.

Telefondakiler: “ne kadar alıngan olmuşsun sen?”
Şirkettekiler: “neyin var senin böyle burnundan soluyorsun”
Evdekiler: “hayrola yüzünden düşün bin parça”

ve hepsinin akabinde koro halinde

“ee ama yanlış anladın/anlıyorsun/anlamışsın, sen. Sonra konuşalım en iyisi”

Bence de sonra konuşalım yani. Hatta biriniz olsun çıkıpta “galiba ben anlatamadım” demediğine göre hiçbirinizle bi’daha konuşmayalım. Hissetmem yokluğunuzu. Eğer biraz olsun tahammülünüz yoksa bu anlayışsız hallerime konuşmayalım yani. Farkmaz bana.
Eğer illa anlatmam gerekiyorsa bu gerginliğimin sebebini hem de tam gergin olduğum zamanda, bence de konuşmayalım. Eğer sen, bana sadece “dün gece evde yalnızken önce 2 kez kapı çalındı, kalkıp hiç bakmayınca ve ışık falanda yakmayınca kapıdan tıkırtılar gelmeye başladı. Sanırım mahalleye dadanan hırsızlar kapıdaydı” dediğimde müsamaha göstereceksen hiç gösterme arkadaşım. Zaten sen eğer benim bu olayı bu şekilde anlatmayacağımı bilmiyorsan hiç arkadaşta olmayalım gerek yok ki.
“Ee ama yanlış anladın sen benii” der çıkarsın işin içinden n’olcak. Eee si ve ii si ne kadar uzun , sen i ne kadar vurgulu olursa olursa o kadar makbul.

Bugün şirkette nasıl sıkmışım mesela kendimi. Geç saate kadar çalıştık yine. Gözlüklerimi takmış bilgisayarın içine girmişim. Uzaktan kaskatı görünüyor olmalıyım. E. ağabey var, sadece merhabalaştığım, bir de arada 2 küçük veledinin halini hatırını sorduğum. Tam arkamdan geçerken omuzlarımı yanlarından tutup “nasıl gidiyor zeyno(!)” dedi. Kim bilir neredeydim, ruhum hangi yollardan döndü geldi de oturdu o bilgisayar koltuğuna bilmiyorum. Bir anda gevşedim. Ey sevgili, geldiğinde senden öncesini kıskanacaksan eğer o adamı ve o anı kıskanabilirsin… Mümkün değil tarif edemem, arkamı dönüp tombul suratını ve gülümsemesini görüp elimi omzumdaki elinin üstüne koyunca hissettiklerimi. 2 saniye daha öyle kalsaydık olabilecekleri tahmin bile edemem. Ne kadar ihtiyacım varmış meğer. Neye? İşte bunun yanıtı yok. Eve gelip kedi gibi(!) babamın ayaklarında dört dönmeme rağmen bir türlü başımı dizlerine koyamayışım gibi…

Ayarlarım bozuldu sanırım. Var mı şöyle fabrika ayarlarına döndürtecek bir düğme?

Ha bi’de bu var sahi. Mütemadiyen geri gitmek istiyorum. Fabrika ayarlarına, 2007 şubatına, 2005 hazirana, Bugün yerine “dipteyim” dediğim günde olmayı isterdim mesela. O günde 2 yıl öncesinde olmayı istiyordum hatırlıyorum. Eğer 2 yıl sonrasında bugünü tercih edecek hale gelirsem sıçtık demektir. Eğer bugünü bile ararsam... Offf hayır düşünmek bile istemiyorum.

Yazmak istiyorum sadece. Yazarken bi’şey yapıyorum çünkü. Nasıl bi’şeyse bu... Kendini doğrulayan kehanetler gibi, neler olacağını bana açık açık gösteren (ama o olaylar olana kadar bunu kesinlikle anlamadığım) rüyalarım ve cümlelerim var benim. Burada bile var onlardan. İşin ilginci çoğu hikâyemsilerin içinde.
Oysa o kadınların hiçbiri değilim ben.
Oysa o kadınların hiçbiri ben değilim.

Öznemi yükleme yakın koysam hayatım da anlamlanır mı acep?

Bu 299. Bütün umudum firuze…

Hayranım Sana - Candan Erçetin


Ben bu şarkıyı aşk şarkısı zannerdim. Değilmiş.


tanırım kendimi hiddetim taşar benim
dalga dalga, hırçın hırçın
tokat gibi vurur sözlerim yıpratır bedenini

Ben hala korkuyorum ruhumdaki fırtınada boğulmaktan...

Read more...
doradoraa [at] gmail [nokta] com

ne güzel demişleR

deli saçması

  © Free Blogger Templates Blogger Theme II by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP