Perşembe, Şubat 19, 2009

25inci mavi

Bugün benim doğum günüm. Aslında yarın ama ben bu cümleleri bitirip baştan okumaya başladığımda bugün olacak. Yani yarın bugün, bugün de dün olacak. Kısaca 19 Şubat benim doğum günüm olacak.

Karlı bir çarşamba sabahıymış ilk geldiğimde. Şimdi yeni yaşımı müjdeleyen sakin bir perşembe gecesi.

Yeni olan her şey güzeldir diğ mi?
Yeni yıl güzeldir listeler yaparken, yeni bir iş güzeldir ilk gün başlarken, yeni bir otomobil motorunun sınırlarını zorlarken, yeni bir ayakkabı, yeni bir elbise ilk kez giyilirken.
Yeni bir 27 nasıl olacak acaba?
Yeni bir 27 mi? Bunun eskisi olmuyor ki zaten. Bu yaşlar aslında hiç eskimiyor. Tek kullanımlık hepsi. "25 çok güzelmiş lan, ben bunu biraz eskiteyim, bi'5 yıl takılayım" diyemiyorsun. Yani ben diyorum da "hayat" bunu hiç sallamıyor 26-27-28-29-30 (yok daha neler 30 mu?!) gidiyor.

Tabi ben 27 diyecek miyim kimseye, elbette hayır! Bi'kere biten yaş söylenir ki ben daha 25imi bitirmedim şahsen. 25'e gelmeden yapmak lazım dediğim "bir şey" var hala. Onu yapmadan, yaşamadan bir adım öteye gitmem kimse kusura bakmasın.

Bu sene kendime yeni bir "KARAR" hediye edeceğim. 2005teki ve 2007dekiler kadar boktan olmayan arkası sağlam bir planla desteklenmiş kocaman bir kararım olacak 2009'da. (yalnız bütün kritik kararlarımı tek yıllarda vermişim ve şimdi onlar için 'boktan' diyorum. pek içime sinmedi bu durum benim ya, neyse) Vazgeçtim lan, bak düşününce acaip kıllandım ha. Ben gideyim yarın bi'cep telefonu falan alayım kendime. Klasik iyidir!

Hah işte alarm çalıyor! Bugün dün oldu, yarın bugün...

-E bir şarkı çalsaydık gitmeden.
-Ben bulamadım uygun bi'şey.
-Benim de hiç içimden gelmedi.
-Radyoyu açalım bakalım: T.I Feat.Justin Timberlake-Dead & Gone.
-Powerm bu, powerturke bak bakalım.
-Bakma boşver. Onlar söylesin.
-Tabi ya, hadi sen bi'şarkı hediye et bana bugün, doğum günü şarkısı olmasına gerek yok.
-Evet evet, sen! elinde mouse karşısında bilgisayar ekranı olan. Yeni bir şarkı söyler misin bana bugün ya da eski bir şarkıyı yeniden?
-Sana diyorum huuu! Bugün benim doğum günüm!

Read more...

Çarşamba, Şubat 18, 2009

tükenmez mavi, kuRşun laci


Şimdi ben blogu uçursam. Yani güncemi yırtıp atsam. Adresi de imha etsem. Kimse kullanamasa bir daha. Kaybolur mu hepsi? Unutulur mu 2 yıldır yaşananlar? Silinir mi anılar hafızalardan. Heyecanlar, arkadaşlıklar, kırgınlıklar, kızgınlıklar ve hatta mutluluklar. Ne yaparsam yapayım, tamamen silmek mümkün değil bunların hiç birini. Hiç ama hiç birini... Sanal kodlarını silsem, 69+5 kişinin readerında kayıtlı bunca cümle, baştan sona hem de, ne fena. Tenimdeki izlerini silsem, kapanmamış yaralarım kalır, elim takılır kabuklarına, yırtılır, fena. Ruhumdaki izlerini silsem, düşlerime girer sesinin yankısı, "geldin mi nihayet" diye uyanırım sevinçle, soğuktur oda, daha fena. Zihnimdeki algılarını silsem, her şey tüm çıplaklığıyla kalakalır, ne nefretin anlamı kalır, ne sadakatin, ne kopamayışım anlam bulur, ne de çekip gidişim.

Buradaki her nokta anlamlıydı. Her soru işareti bir cevap bulamasa da, her yanıt yeni bi'şeyler öğretti. Her nefes alışım dünyanın dengesini değiştirdi benim. Ben bu kadar çok abur-cubur yemesem afrika'da ki 3 çocuk büyüyüp mucit olabilirdi mesela. Olamadığına göre silemeyiz bu cümlelerin hiç birini. Bir virüs gelir belki bi'gün. Bir açarım ki uçmuş her şey. Hatırlanması gereken ne vardı diye zorlarım zihnimi:

Bir kaç mektup gelir aklıma belki.
Özrü dilenmemiş bir büyük eşeklik gelir ki, "unut bunu, unut bunu" diye kaparım gözlerimi sımsıkı.
Yeşil gözlü bir adam gelir ki, yeşil miydi gözleri sahiden emin bile olamam.
Erimiş bir kar tanesi gelir, tenime değenin hiç erimeyeceğini bilsem de inanamam gerçekliğine.

Başka başka...

Bir asker uğurlaması, bir de asker dönüşü gelir.
Belki bir-iki hikaye gelir. Belki de üç.
Dünyayı bırakıp gidenler gelir.
Sarhoş bir bar çıkışı çalan melodi gelir.

Başkaa...

Ayakkabı kutusuna atılamamış bir hediye gelir. Bir değil iki, kutuya atılmayacak kadar sonsuz bir hediyedir o gün alınan.
Keskin, sivri cümlelerim gelir.
Bir yalan gelir.
Afferimm bana tespitleri gelir mi acaba?
O gelmese de kızlar gelir.


Budur işte. Hepi topu 15-20 kayıt, geri kalan 300 küsürü bildiğin "hayat." Bir hayat silinip atılır mı hiç? Atılamaz. Atılabilse de tarafımdan yapılamaz. Üzerinde tarih yazan çikolata kağıtları bile dururken defterler arasında, olabilemez...

İş bu sebepten, yine yedekleri alınır yazılmışların. Fotoğraflar kontrol edilir dikkatle. Ipod senkronize edilir kayıtlı tüm notaları saklayabilmek için.

Ve geriye hiç bakılmadan komut verilir.

format c:
Bir de 'slash u' mu vardı sonunda?
Neyse şimdilik unformat hakkımız da saklı kalsın bakalım.

Read more...

Cumartesi, Şubat 14, 2009

şizofRen mavi


Domestik bir tarafım var benim, domestik denmez ona aslında gelenekçi hatta eski kafalı falan diyebilirim. Bir takım şeyleri illaki usullerine göre yapmak, ananelere bağlı olmak, gelenekleri yaşatmak… Ne bileyim tanımlayamadım işte. Bugün babaannemin 40 için Kur’an okundu evde. Babam “ha 40’ı 52’si 85’i, ha 105’i ruhuna niyetiyle okuyorsanız okuyun” dese de annemin yaptığı hazırlıklara sesini çıkarmadı elbette. Dedem öldüğünde de anneannem 15 gün önceden başlamıştı 40’ında ki dua için hazırlanmaya. Annem de bütün bir hafta, temizlikle, tatlıyla, pilavla, sarmayla, kişileri aramakla vs. uğraştı durdu. Sanırım 3. kuşak olarak ben de böyle bir tip olacağım. Oturup anlamadığımız bir dilde çeşitli dualar okumanın hiçbir manası olmadığına inansam da, buna “inanan” insanlar bir araya gelince garip bir sinerji oluşuyor. Edilen duaları dinlemek bile huzur veriyor insana. Ki çoğunlukla maddi şeyler için dua eden biri olarak, manevi duaları duyunca sadece “iman”ın insanı hayatta tuttuğunu düşünüyorum birden. Bu yıl “hacı” olan büyük halam “ya rab yalnız sana kulluk ediyor senden yardım diliyoruz, bu cemaate katılan kullarını kur’an yolundan, rızana erdiren doğru yoldan ayırma ya rabbi” diye dua edilince “ÂMİN” diyor. Herkes âmin diyor da, hala bir başka diyor. “tevhid” kavramını sorgulayacak oluyorum minicik aklımla. Neşe Hoca “…bizi bu dünyada evlat ateşiyle, ahiret âleminde cehennem ateşiyle yakma ya rabbi” deyince Hidayet teyze “ÂMİN” diyor, herkes amin diyor da 17 yıl önce 25 yaşındaki kızını trafik kazasında kaybeden teyze gibi demiyor kimse. O insanların inancıyla huzur buluyorum ben. Mantığı bir köşeye bırakıp “âmin”lere eşlik ediyorum.

Dağılıyorum böyle saçma sapan.
İnançtan, imandan, tevhitten bahsedecek değilim halbuki. Anneyle bütün gece yer sofrasında açılan baklavalardan, anneannenin incecik sardığı zeytinyağlı sarmaların pişme süresini dikkatle takip etmelerden, mutfakta seri üretime bağlanmış bir şekilde hazırlanan tavuk pilavlardan, tüm bu işin organizasyonu sırasında ve akabinde duyulan “aman da pek hanım kızımız, pek becerikli maşallah tütütülerin” egomu nasıl da şişirdiğinden dem vuracaktım. Bunların hepsi ben miyim hakkaten? Şirketteki, Taksimdeki, caddedeki, kanepede sudoku çözüp var mısın yok musun seyrederkenki, bilgisayar başındaki kız hep aynı kız mı hakkaten?

Peh!

14 şubat’ı da yedik anasını satayım. Şimdi kendi kendime ne hediye alacağımı HALA bilemediğim, bulamadığım bir doğum günü var önümde. 5 günde kendimi bir şeylere “layık görecek kadar” büyür müyüm dersin Sabrina?

Yarın çıkıp kendine çorap alsan kardır derim. Bütün desenli çorapların kaçık, hatırlatırım. Ayrıca o elindeki baklavayı bırakmazsan yeni elbisenle kırmızı pinpon topu gibi görüneceksin haberin olsun.

—Kırmızı pinpon topu olmaz bi'kerem
—Yeşil tenis topları var ama ya da beyaz yoga topları. top diye bi'nesne var hatta, yusyuvarlak hani.
—Sus tamam, sana soranda kabahat!



Read more...

ödüllü mavi



Fakeangel hanım kendisinden sonra en deli blog ödülüne beni layık görmüş. Ben de kendisini pek severim. İçten, sevimli, esprili, dolu dolu yazar o yüzden pek sevindirik oldum görünce. Tabi hemen kim çıkarmış bu ödülü diye merak ettim başladım geri geri gitmeye. Moda blogları arasında dolanan bir ödülmüş genelde biraz daha geriye gidince şuradan atılan pasla ülkemize geçtiğini gördüm. Hangi ülkeleri gezmiş diye biraz daha geri gidecektim ki, myshoebox.se adresi bir türlü açılmadığından ödülün kaynağına ulaşamadım. Neyse, ithal bir ödülüm var artık CVme eklerim bunu da =P

Şimdi benim de 7 kişiye ödül vermem gerekiyor. Böyle ödül mödül, beni aşar. Boyumdan büyük işler bunlar. Beceremem de zati. Ayrıca sanal mevzularda bugüne kadar mimlediğim herkes hep yazılarını severek okuduklarım oldu. Hatta geçen yıl mart gibi güncemi imha etmeye karar vermişken herkesi yazıp döktüm. O yüzden bu listeyi yapmak epey zor oldu.

Bi'kere "7 kişi seçiliyor" denilince işler karıştı. Zira readerın sadece 1 numaralı klasöründe (ki okunmadan geçilmezler klasörü olur) 40 küsür blog varmış. Bazıları çoktan kendini imha etmiş, bazıları taşınmış, bazıları yazmayalı yıl olmuş… Onlarca blog gezdim bu gece. Eskilere daldım gittim yine. Defalarca düzenledim listeyi, bi'de son dakikada eşitlik olsun sırf hatunları yazmayayım diye tekrar bir düzenlemeye giriştim ki, akıllara zarar…

Sonra herkesin hakkında 1-2 cümle bi’şey yazmak istedim… Ama onu da beceremedim ne yazık ki. Sadece şunu diyebildim. Onlar yazdıklarında ya bütün işimi gücümü bırakıp, kulaklarımı tüm dış dünyaya tıkayıp okuyorum yazdıklarını ya da özellikle okumayıp bekliyorum, kendime şöyle keyifli bir okuma anı hazırlayana kadar sabırsızlanıyorum. Komik, aylak, üzücü, dramatik, neşeli her bir cümleleri ayrı ayrı keyif benim için.

O yüzden kimseyi ayrı ayrı sıfatlamadım: sıcaklığıyla, komikliğiyle, umudunu kaybetmeyişiyle, sivri diliyle, samimiyetiyle ya da egoistliğiyle hangi sıfatla olduğu hiçte önemli değil, iyi ki yazıyor oldukları için dağıttım ödüllerimi ben. Buyrun buradan yakın :







Read more...

Perşembe, Şubat 12, 2009

can you hear me?
ben duyamıyorum mesela.


Read more...

Salı, Şubat 10, 2009

Candan Erçetin'in de doğum günüymüş bugün. İyi ki doğmuş!


"senin beni yanlış anlayışına
çoktandır heyecan duymayışına
canım yanıyorsa hala
korkmaya gerek yok yaşıyorum demektir."


Read more...

Anadilimde söylenmişi varken niye yabancı notalarla haykırayım ki?

Read more...

zehiRli mavi


Bu mudur yani? Bu nedir yani? Murphy falan? Bunca tesadüf ne amaca hizmet ediyor?
Neden hiç boşluk yok şu yaşananların arasında? Ardı ardına günler ve geceler nereye varmaya çalışıyor? Şimdi ben oturup anlatsam nokta olur mu bu cümlelerin sonu?

Geçen yıl bu zamanlar olmalı. Bir sene geçmiş herhalde. Doğum günümden önceydi sanki. Hayret bak o günün tarihi hiçbir yerde yok.
İş çıkışı bi’yemek mi yesek? Günlerden cumartesi sanki. Tabi ya, cumartesi. Ben işten çıkacağım o evden gelecek. Neyse yemeği boş verelim madem, iki tek atarız. Caddedeyiz. Suadiye’deki flagshipe arkadaşı bırakacağım, caddedeyim olacak. Sonra geriye doğru yürürken telefon açacağım. Bu kez başka bir üçüncü tekille yine caddedeyiz olacağım. Telefon çalıyor, açmak üzereyken şarjı bitiyor. Şarjı bitip kapanıyor. Ulaşılmaz olmak en çok korktuğum…

Flashback gibi düşün bu kareyi. Bunu izlemezsen filmin hiçbir esprisi kalmıyor. Gel şimdi bugüne.

Cuma gecesi. İş çıkışı iki tek atsak mı? Atalım. Oradan da anneanneye geçeriz. Altıyol’da trafik kilit. “Kızlar gelin karga’ya gidelim.” Kaç yıl olmuş gitmeyeli? “Hadi gidelim.”
Biraz işyeri dedikodusu. Ne çok şey kaçırmışım. Ama muhabbetin sonu illa ki; “erkek milleti değil mi köküne kibrit suyu!”

Cumartesi sabahı. “Anneannelerin en güzeli kahvaltı da hazırlarmış!” Surat mahkeme duvarı. Kırgın, kızgın ve de kaprisli. ‘İşin düşmese gelmeyeceksin’den giriyor, ‘zaten annen de geçen gün azarladı beni’den çıkıyor. Ve ağlıyor. Koca kadın kimse beni aramıyor sormuyor gelmiyor diye ağlıyor. ‘Ama anneanne sen istedin illa evimde yalnız yaşayacağım’ diye denmiyor tabi. “Bak bugün çıkarız bi’güzel alışveriş yaparız, ben sana bir yemek ısmarlarım”la aydınlanıveriyor yüzü. “Senin ayakkabıcıda indirim var yine, oraya da bakırız, aaa dönerken yüncüye uğrayalım, sen ip beğen ben yeni bir mod…” Telefon çalıyor.

“yaa bugün mü o?”
“terbiyesize bak, gelicem tabi ben de. beş gibi uyar bana. ok. araşırız”


“Yüncüye de gideriz diyordum da sen arkadaşlarınla yersin artık yemeği.”

Eyvah n’aptım ben?!

“Yok kuzum, ben onlarla gitmeyeceğim, buralarda olacaklarmış da bir kapıdan bakacağım kimler var diye.”

Çevir kazı yanmasın. Yandı bile. Senin karşındaki çocuk mu? Gönlü kırık huysuz ihtiyar.

“Aa tamam asma suratını. Onlara da uğramıyorum. Bütün gün seninleyim. Bak kapattım telefonu. Almıyorum da yanıma. Arayan soran olmaz artık. İstediğiz gibi gezeriz.”

Bırakıyoruz telefonu, çıkıyoruz yola. Çocuklar gibi şeniz. Yeni yıl manifestomuz ne diyor? Çocuklarla ve yaşlılarla daha çok vakit geçir. Aferin.


Cumartesi gecesi. Alışveriş yorgunu kanepeye yığılmaca. Fırlatılmış telefonu görüp, açmaca. Ekranda mesaj ikonunu görmek için aptal aptal beklemece. Tek bir “kim aramış” mesajı bile gelmediğini görünce küfredip, daha uzağa fırlatmaca.


Pazar günü anne, “dün seni arayınca sürekli “böyle bir numara kullanılmamaktadır” diyordu.” “Yok anne kapalıydı sadece. Hem seni beni aradın mı ki, mesajı falan gelmedi”

Pazar akşamı kardeş, “kızım kırk yılda bir kontör isteyeceğiz, onu anladın da mı koydun “bu numara kullanılmamaktadır” anonsunu.” “Ne anonsu ya, kapalıydı telefon sadece.”

Pazartesi gün ortası S.cim, “canım 40 kere aradım bütün gün “böyle bir numara yoktur” dedi telefonun, yüreğim ağzıma geldi. Hayır bana haber vermeden gidersin fena bozuşur bak.”

N’oluyo lan?! Bi yanlışlık var bu işte! Kapa telefonu, pişt yan masadaki arkadaşım çaldırsana beni. “bu numara kullanılmamaktadır.” Ne münasebet efenim. Ne münasebet. Bu numara yakında 10 yaşını kutlayacaktır ve ömrümce kullanılacaktır. Gülüşmece. Hadi gel, terasta bir kahve içelim. Kapalı telefonu masada unutmaca.

Pazartesi akşamı. Bir mail. Zehir zemberek. Oku. Oku. Oku. “….günlerdir arıyorum, telefon numaranı da değiştirmişsin ya, ne diyim. Bu hamleyle yendin beni artık helal olsun!”

Fazla uzağa gitme bir önceki maili de oku elin değmişken. “…yenilen ben oldum maalesef”


Neydi bizim oynadığımız ? Dama, tavla, satranç, pişti, tenis? Ben neymişim de haberim yokmuş, hem “hadi gel oynayalım” diye yapmadığım şebeklik kalmayacak hem de bir kalemde “yendim seni yaşasın kutlamaları”na başlayacağım öyle mi?

Şimdi ben desem ki görmemen gereken şeyleri gördün, duymaman gereken cümleleri duydun. Sen onları öğrenince büyü bozuldu desem.

Ben zehirli dilimi çıkarıp tısladım yine diyelim. Seni zehirlemek olsa niyetim, kanına girmez miydim şimdiye kadar? Ben sadece kendimi sokmayayım diye akıttım içimdeki zehri desem.

Boş ver demesem.

Sen nasılsa tek kelamda dönmemece çıktın hayatımdan. Ben nasılsa daha çok yıllar sayıklayacağım burada. Daha çok yıllar kullanacağım aynı numarayı. Ararsan elinle koymuş gibi bulursun yani. Sorarsan söylerim bile, yaklaşık bir yıldır telefonumun hiç kapanmadığını, kapalıyken yönlendirdiğim numaranın da çoktan “artık kullanılmamaktadır” olduğunu.
Sorarsan söylerim aslında, arkasına saklandığım sayıklamaların söylemekten en çok korktuklarım olduğunu.
Ben zehrimi toprağa akıtırken, gizli bahçemin topraklarını keşfetmenin en çok seni zehirlediğini…

Boş ver iyisi mi.
Yenilmişiz madem, önümüzdeki maçlara bakalım artık.



Read more...

Salı, Şubat 03, 2009

vasat yeşil


Cuma gecesi yok yok cumartesi. Tipik bir mojo gecesi. Müzik yüksek. O kadar yüksek ki ne çaldığını hatırlamıyorum bile. Gözlerim tek bir noktaya kilit. Gömlek beyaz, burun hokka. Uzun, oldukça uzun zamandır bir adamı böyle beğenmemişim. Beğenmek mi? Adamla göz göze gelsek üstüne atlayacağım. O, benim farkımda değil. Kolumdan çeviriyor biri, ‘ne bu samimiyet dostum’ bakışını takınacağım ama alkolün etkisi yüksek, maskelerimi istediğim hızla değiştiremiyorum.

“dışarıda konuşalım mı biraz”
“hala konuşacak yüzün var yani”
“sen! sen beni çok yanlış anladın”
“bırak kolumu”

Kalabalık, sıcak, ter, duman, gürültü, çok kalabalık.

“bana bir mojito versene”
Alkol fazla evet, misinler soru işaretleri gideli çok olmuş. Nasıl bu kadar emin olabiliyorlar kendilerinden. Ben mi bu kadar gazlıyorum bu adamları gerçekten. Daha neler! Arkanda bakmadan basıp gittin işte, artistik bir patinajla savurdun dumanını giderken. Ben iki satır laf sokunca mı geldi aklına insan gibi konuşmak.

“mojitooo hazııır”
Serin, ılık, ferah, taze. Fondip.

O da benim farkımda. Şerefe.
“biliyor musun hepiniz aynısınız. Önce kaçıp saklanıyorsunuz, sonra da ben gelip saklandığınız deliği kurcalayınca küstahça saldırıyorsunuz.”
“Oovv! Kızdırmışlar seni”
‘Hadi lan ordan aptal’ bakışımı hızla yerleştiriyorum yerine.

Koridor, uzun, motosikletler, temiz hava, soğuk hava, deri ceket, baş dönmesi, halka küpe, kırmızı cüzdan.

Köprüden geçerken mavi ışıklar görüyorum. Bir kıtayı arkamda bırakıyorum. Köprüden atlayıp kurtulan 21. kişi olmak istiyorum. “arabayı durdursana moruk” demiyorum, hayır.
“müziği biraz açar mısınız?” Ayılmaya başlamışım, evet.

kimseye etmem şikayet, ağlarım ben halime titrerim mücrim gibi baktıkça istikbalime



Pazar akşamı yok yok pazartesi. Vasat bir gün bitimi. Yeşil görmekten sulanmış gözler. Zıp zıp toplar, raket tutmayı unutmuş parmaklar, koşmayı unutmuş kaslar. Yorgun öyle yorgun ki zihni boş, mutlu. Arabasını tamirden almış, evraklarını tamamlamış, bütün taslaklarını temize çekmiş, ardındaki tüm yarımları tamamlamış ya da silmiş atmış, saçları bile uzamaya başlamış. Bildiğin mutlu işte. Bir mesaj sesi, bir de telefonu değiştirse değmeyin keyfine.
“arayabilir miyim?”

Saçmasapan bir soru. Tuşlara basma kabiliyetin varsa ararsın. Söyleyeceklerin varsa da ararsın. Konuşmak istersem açarım. Ki açarım yani, küstahça saldırmayı sana yakıştırmam çünkü. Ve çuvallarım yine. Hepiniz aynısınız diyen ben değilmişim gibi, bunu ilk kez keşfediyormuşum gibi çuvallarım yine.
“ben döndüm işte… bitti falan”
“e güzel, hani giderken diyordun ki bık bık bık”
“ohooo unuttum bile onları çoktan”
Yuh! Lafımı bari ağzıma tıkamasaydın. “Seninle işim bitti bebek, hadi yoluna” demek için bu kadar acele etmeseydin keşke. Ben onu sana yine söyletirdim koçum, kurcaladım çünkü girdiğin deliği, biliyorum, içinde kalmazdı küstahlığın. Ama lafımın ortasına dalmasaydın keşke.

Bir korna sesi. Çok yakından. Kaldır kafanı direksiyondan. Dur bakma aynaya. Son bir şarkı falı tutalım radyodan. Ama bende kabahat “sesini duymak için bık bık bık” dediğinde çirkefleşecektim “hadi lan ordan hala ‘sesini duymak istedim’ diye maval okuma bana” diye başlasaydım eğer göt isterdi o cümleyi ortasından kesip lafları boğazıma dizmek.

Amaaan yavrum sen de!!! Bak aynaya bak. Yüzleş. Kim bu adamlar? “Pixelman” her biri. Benim kamera 7.2 megapixel. Yani yedi nokta iki MİLYON tane pixel bir araya geliyor ancak bir kare fotoğraf ediyor. Ölürken pixel pixel uğraştırmaz herhalde Allah baba beni, bir slayt gösterisi hazırlar. Diye umuyorum en azından.

Yeşil yeşil ışıklardan geçiyorum hızla. Daha hızla. Daha hızla. Bir şehri arkamda bırakıyorum. Hızlanmalıyım daha. Daha. Ama dur, dur, dur! Ardımda bıraktığım şehir doğru da ben ters yöne gidiyorum. Nefes nefese kalmışım. Nereye gidiyorum?

Son bir şarkı tutuyorum radyodan

bencil, ruhsuz ve boş gözlerle karşımdasın yabancı halinle



Pazartesi gecesi yok yok Salı. 3 tane yaşlı, gri uzun sakallı adam var. Küçük sarı bir odada beni sınıyorlar. İngilizce biliyorum diyorum inanmıyorlar. Deneyimim var diyorum bakmıyorlar. Biri kolumu tutup “Ne zamandır inanıyorsun?” diyor. Gözleri bembeyaz. Korkuyorum. Bunların huyuna gitmek lazım diye düşünüyorum, bu sorunun bir doğru cevabı vardı ama neydi? “ezelden beri” diyorum. Balkonun kapısını açıyor bana. Sarı mermerli, uzun, ince, dar bir balkona çıkıyorum. İzmir’deyim. Kendime dışarıdan bakıyorum. Saçlarım uzun rüzgarda savruluyor. Bir televizyon haberi gibi ‘Köprüden atlayıp kurtulan…’ diye başlıyor dış ses. Balkondan atlıyorum. Düşmeden kan ter içinde uyanıyorum. Üşümüşüm. Saç diplerim ıslak. Midem fena.
Kusuyorum. Kusuyorum. Kusuyorum. İçimde büyümüş sustuklarımdan kurtuluyorum…



dibine not: Acemi bir yazarın kötü bir hikâyesi bu. Hangi zamanda, hangi mekânda yaşandığı belirsiz. Kaçı uydurma o cümlelerin, kaçı gerçekten gözüne baka baka söylenmiş, bilmiyoruz. Hepsi bi’yana kim yaşamış bunları? Kim o adam? Adamlar? Bir isimleri vardır elbet. Peki ya sıfatları? Birinci tekil şahıstan dinliyoruz olanları da, kim o kadın?
Acemi bir yazarın nane-limon kokulu ekşi bir hikâyesi bu. Yaşanması için harcadığı zamana acıyıp yazdığı. Yazan artık kurtaramaz sermayeyi de belki yapımcı kotarır maliyeti diye yayınladığı.


Read more...
doradoraa [at] gmail [nokta] com

ne güzel demişleR

deli saçması

  © Free Blogger Templates Blogger Theme II by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP